29 KASIM 2007 PERSEMBE GUNLU GAZETELERDEN BASINDA YARGI HABERLERI

13 views
Skip to first unread message

Metin OZDERIN

unread,
Nov 30, 2007, 2:59:33 AM11/30/07
to [ O Z D E R I N ]
 

29 KASIM 2007 PERSEMBE GUNLU GAZETELERDEN BASINDA YARGI HABERLERI

OZDERIN,M.

msn: ozd...@hotmail.com

+90 533 5445522      +90 555  5581289

 

 

 

 

 

   29 Kasım 2007 Tarihli ve 26715 Sayılı Resmî Gazete

                                                     MEVZUAT

YÜRÜTME VE İDARE BÖLÜMÜ

 

MİLLETLERARASI ANDLAŞMALAR

2007/12767 Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kırgız Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Büyükelçiliklerinin Gayrimenkullerine İlişkin Anlaşma’nın Onaylanması Hakkında Karar

2007/12861 Uluslararası Batum Havalimanının Ortak Kullanımına Dair Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Gürcistan Hükümeti Arasında Anlaşma Çerçevesinde Yolcuların, Bagajın, Kargo ve Postaların Kontrolü, Kaydı ve Yapılacak Diğer İşlemlere Dair Protokol’ün Onaylanması Hakkında Karar

 

BAKANLAR KURULU KARARLARI

2007/12707  Bazı Kurum ve Kuruluşlara Ait Kadrolarda Değişiklik Yapılması Hakkında Karar

2007/12708  Yükseköğretim Kurumları Öğretim Elemanlarına Ait Bazı Kadrolarda Değişiklik Yapılması Hakkında Karar

 

BAKANLIKLARA VEKÂLET ETME İŞLEMİ

— Maliye Bakanlığına, Sanayi ve Ticaret Bakanı Mehmet Zafer ÇAĞLAYAN’ın Vekâlet Etmesine Dair Tezkere

 

YÖNETMELİKLER

— Selçuk Üniversitesi Biyoyakıtlar Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetmeliği

— Fırat Üniversitesi Lisansüstü Eğitim-Öğretim ve Sınav Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik

— Boğaziçi Üniversitesi Sürdürülebilir Kalkınma ve Temiz Üretim Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetmeliği

— Çukurova Üniversitesi Öğretim Elemanlarının Teknoloji Geliştirme Bölgesinde Görevlendirilme ve Şirket Kurabilmelerine Dair Yönetmelik

 

YARGI BÖLÜMÜ

 

ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARI

— Anayasa Mahkemesinin E: 2005/47, K: 2007/14 Sayılı Kararı (24/2/1983 Günlü, 2802 Sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu ile İlgili)

— Anayasa Mahkemesinin E: 2006/162, K: 2007/15 Sayılı Kararı (24/2/1983 Günlü, 2802 Sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu ile İlgili)

— Anayasa Mahkemesinin E: 2002/30, K: 2007/24 Sayılı Kararı (21/7/1971 Günlü, 1447 Sayılı Ticari İşletme Rehni Kanunu ile İlgili)

— Anayasa Mahkemesinin E: 2005/44, K: 2007/31 Sayılı Kararı (2/3/2005 Günlü, 5310 Sayılı Denizcilik Müsteşarlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ile İlgili)

— Anayasa Mahkemesinin E: 2007/51, K: 2007/56 Sayılı Kararı (TBMM İçtüzüğü ile İlgili)

 

YARGITAY KARARI

— Yargıtay 14. Hukuk Dairesine Ait Karar


 Yargıtay Başkanlığı için 9 aday

 

Osman Arslan`ın, üç yıllık görev süresinin ardından, 21 Aralık tarihinde yaş haddinden emekliye ayrılmasıyla boşalacak Yargıtay Başkanlığı için Aralık ayında seçim yapılacak.

Başkanlık için, Yargıtay Birinci Başkanvekili Zeki Akar , Yargıtay 9.Ceza Dairesi Başkanı Hasan Gerçeker, 7.Ceza Dairesi Başkanı Turan Demirtaş, 6.Ceza Dairesi Başkanı Mustafa Aydın , 18.Hukuk Dairesi Başkanı Mahir Ersin Germeç, 10.Ceza Dairesi Başkanı Refik Dizdaroğlu , 19.Hukuk Dairesi Başkanı Coşkun Koçak , 13.Hukuk Dairesi Başkanı Ahmet Erkal Baççıoğlu ve 21.Hukuk Dairesi Başkanı Ali Güneren aday oldu.

(İHA )

2007-11-29 12:18:46 Haber7


 Odacına saygını sun sicilini o dolduruyor

 

TESEV`in yargı kurumuna dair raporunda, 28 Şubat sürecinde hakimlerin fişlendiği iddia edildi. Bir hakim, kendisine "kapıdaki odacına saygılarını sun, sicilini o dolduruyor" dendiğini söyledi. Rapora göre hakim ve savcıların çoğu devlet çıkarını hukuktan önce görüyor.

Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı `nın (TESEV ) 51 savcı ve hakimle görüşerek hazırlattığı araştırmasında 28 Şubat süreciyle ilgili ilginç bilgiler çıktı. Araştırmada hakim ve savcılar o dönemde odacıları tarafından takip edildiklerini söyledi. Hakim ve savcılar, 28 Şubat sürecinde Cuma namazına giden hakimleri ihbar eden odacıların olduğunu anlattı. Bir hakim, kıdemli bir meslektaşının kendisine şu tavsiyede bulunduğunu aktardı: "Kapıdaki odacına her gün saygılarını sun, sicilini o doldurur."

TESEV , "Kurumsal Algı ve Zihniyet Yapıları" başlıklı araştırmasının sonuçlarını dün açıkladı. Adalet Bakanlığı `nın izniyle Türkiye genelinde 51 yargıç ve savcı ile görüşmeler yapan Prof. Dr. Mithat Sancar ve proje asistanı Dr. Eylem Ümit, elde ettikleri sonuçları dün Point Hotel `de gazeteciler ve hukukçularla paylaştı.

HUKUKTAN ÖNCE DEVLET

TESEV `in "Demokratikleşme Programı " çerçevesinde 51 hakim ve savcı ile röportajlar yapan Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi `nden Prof. Dr. Mithat Sancar , yargının hukuk algılaması noktasında oldukça vahim bir tablo ile karşı karşıya olduğumuzu söyledi. Görüştükleri 51 hukukçunun yüzde 61`inin, bir çatışma halinde, devletin çıkarlarını yargının gereklerine tercih ettiklerini söylediklerini aktaran Sancar, bir hakimin, "Ülkem söz konusu ise hukuk mukuk dinlemem" ifadesinin oldukça anlamlı olduğuna vurgu yaptı.

DEMOKRASİ Mİ GÜVENLİK Mİ?

Prof. Dr. Sancar, araştırma kapsamında, hâkim ve savcıların yargı faaliyetine ve çeşitli toplumsal-siyasal meselelere ilişkin yaklaşımları hakkında bilgi edinme fırsatı bulduklarını söyledi. Araştırmada "Devletin çıkarları mı, Adaletin gerekleri mi?", "Demokrasi mi, Güvenlik mi?", "Devlete Karşı Suçlar, Devlet Görevlilerinin Suçları", "Faillerin Kimliği" ve "Düşünce Özgürlüğü ", "AB Süreci " gibi konularda temel yaklaşımlar sorgulandı.

Araştırmada, hakim ve savcıların yüzde 49`u herhangi bir sosyal aktivite içinde yer almadığını söylerken, yüzde 98`i üniversite yaşamında herhangi bir STK ile ilişkisi olmadığını söyledi.

Kamu görevlileri kayırılıyor

TESEV `in Algılar, Zihniyet Yapıları ve Kurumlar: Yargı Kurumu isimli çalışmasından çıkan çarpıcı veriler:

"301. madde tamamen kalkmalı" diyenlerin oranı yüzde 16, "301 değiştirilmeli" diyenlerin oranı ise yüzde 24.

"Kamu görevlilerinin işledikleri suçlarda kayırıldıklarını düşünüyor musunuz?" sorusuna hakim ve savcıların yüzde 45`i "Evet, maalesef", yüzde 24`ü "Evet, olması da lazım" şeklinde cevap verdiler.

Yüzde 73`ü Türkçe `den başka bir dil bilmiyor. Sadece bir görüşmeci ikinci bir dil bildiğini söyledi.

"Önceliğiniz devletin çıkarları mı, yoksa adaletin gerekleri mi" sorusuna verilen yanıtlardan bazıları: "Devlet olmazsa hukuk da olmaz." "Ülkem söz konusu olduğunda hukuk mukuk dinlemem." "Devleti değil, yurttaşları korumak gerek."

Yüzde 63`ü AİHM `in kararlarında Türkiye `ye karşı önyargılı olduğunu düşündüklerini söyledi.

Hakim ve savcıların doğum yerinin bölgelere göre dağılımında, Karadeniz bölgesi öne çıktı.

Yüzde 67`si Türkiye `de yeni bir anayasaya ihtiyaç duyulduğunu düşündüğünü belirtti.

ÖMER ÇAKKAL / İSTANBUL

2007-11-29 02:09:02 Yeni Şafak


 Türk anneden Alman`a hukuk dersi

 

Almanya`da elinden alınan ve yaklaşık 6 ay Alman bakıcı ailenin himayesinde kalan oğlu Emre`ye kavuşmak için mücadele veren anne hukuk mücadelesinden galip çıktı.

Almanya `da, oğlu Emre `ye kavuşmak için başlattığı hukuk mücadelesini kazanan Arzum Civantürk, yaklaşık 6 ay Alman bakıcı ailenin himayesinde kalan Emre `nin Hıristiyan yapılmaya çalışıldığını söyledi.

Almanya `nın Stuttgart kentindeki Leinfelden-Echterdingen Kasabası`nda ikamet eden Civantürk`ün (32) oğlu Emre `yi (4) Gençlik Dairesi almıştı. Oğlu bir Alman bakıcı ailesinin yanına yerleştirilen Civantürk, yaşadığı haksızlığa karşı isyan etmiş, sesini basın aracılığıyla tüm Almanya `ya duyurmuştu.

Görevli 2 memurun yanlış ve yalan raporlarıyla oğlundan koparıldığını ileri süren Civantürk, başlattığı hukuki mücadeleyi sonunda kazandı. İlk mahkemeyi kaybeden Civantürk, yetkililerin bu kararla oğlunu alıp götürdüklerini belirterek, "Ne yaptıysam fayda etmemişti. Günlerce kendime gelememiştim. Nihayet bu günler sona erdi " dedi.

Günlerce çocuğunu göremediğini, bu yüzden avukatının itiraz ettiğini ve haftada 2 saat görme izni alabildiğini hatırlatan Civantürk, "Aylar sonra konu yeniden mahkemeye yansıdı. Gençlik Dairesi , mahkemeye yalanlarla dolu bir rapor sundu. Hakim ise bilirkişi raporu istedi. Bilirkişi, oğlumun üzerine titrediğimi ve ona iyi baktığımı şahitlerden öğrendi. Bu da mahkemeye yansıdı. Ben oğlumu aç ve susuz bırakmadım. Kilitleyip diskoteğe de gitmiş değilim. Ona hiç zulmetmedim" diye konuştu.

Emre `nin 6 ayda Türkçe `yi unuttuğunu vurgulayan Civantürk, "Bakıcı aile, onu görmeye gittiğimde sadece Almanca konuşmam gerektiğini söyleyecek kadar yüzsüzdü" dedi. Bakıcı ailenin, oğlunu pazar günleri kiliseye götürdüğünü ve Hıristiyan yapmak istediğini savunan Civantürk, "Oğluma domuz eti yedirmemelerini istemiştim ama bunun aksini yaptılar. Benim psikolojimi bozmak istediler ama ben direndim ve oğluma kavuştum. Benden daha mutlu bir insan olabilir mi?" diye konuştu.

Konuyu gündeme taşıyan Post ve Türkiye Gazetesi `ne teşekkür eden Civantürk, "Benim çektiğimi başka hiçbir anne-baba çekmesin. Emre `ye hem Türkçe `yi hem de Müslümanlık `ı yeniden öğreteceğim. Allah `a şükür bu kabus bitti, Emre artık yanımda. Onsuz bir hayat düşünemiyorum. Benim durumuma düşürülen ailelere Allah sabır versin" ifadelerini kullandı.

2007-11-29 21:26:28 Haber7


 Cinayette kasıt yoksa maaş bağlanabilir

 

Zonguldak ’ta eşini öldürdüğü gerekçesiyle yargılanan kadın, 3 yıl 4 ay hapis cezasına mahkum edildi. Buna rağmen, sigortalı eşinin ölüm aylığından yararlanmak için SSK ’ya başvurdu. SSK , sigortalıyı öldüren kişiye ölüm aylığı bağlanamayacağı gerekçesiyle talebi reddetti. Bunun üzerine kadın Ankara 11. İş Mahkemesi ’nde dava açtı. Mahkeme, kadına ölüm aylığı bağlanması gerektiğine karar verdi.

Dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Hukuk Dairesi , mahkemenin kararını bozdu . Yerel mahkeme, ilk kararında direnince dosya Yargıtay Hukuk Genel Kurulu gündemine geldi. Kurul, olayda öldürme kastı bulunmadığından, kadına ölüm aylığı bağlanmasına karar verdi.

Gerekçeli kararda ise, Sosyal Sigortalar Kanunu ’nun 68. maddesinde “dul eşe ölüm sigortası kolundan aylık bağlanacağının ve bu aylığın tekrar evlenme ile sona ereceğinin’’ hükme bağlandığı hatırlatıldı.

YASADA BOŞLUK

Sigortalı eşini “kastın aşılması suretiyle’’ öldüren davacı eşin ölüm aylığına hak kazanıp kazanamayacağı noktasında bir hüküm bulunmadığı ifade edilen gerekçeli kararda, bu konuda yasa boşluğu olduğu kaydedildi. Medeni Kanun ’ da da “miras bırakanı kasten öldüren veya öldürmeye teşebbüs edenlerin mirasçı olamayacakları”nın öngörüldüğü belirtildi.

2007-11-29 04:10:47 Akşam


 `Ülkem için hukuk dinlemem`

 

TESEV`in 51 hâkim ve savcıyla yüz yüze yaptığı görüşmelerde devlet adına demokrasinin çiğnenmesine karşı olanlar azınlıkta kaldı

İSMAİL SAYMAZ (Arşivi )

İSTANBUL - Hâkim ve savcılarla yapılan araştırma yargının büyük çoğunluğunun devletin çıkarlarını adaletin gerçeklerinden üstün tuttuğunu gösterdi. Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı `nın (TESEV ) yargıyı ele aldığı, 51 hâkim ve savcıyla yüz yüze mülakat yoluyla yaptığı `Yargıda Algı ve Zihniyet Kalıpları` başlıklı araştırmada, "Benim ülkem söz konusu olduğunda hukuk mukuk dinlemem", "Önce devlet gelir" diyen hâkim ve savcılar oldu.

Araştırmaya göre, hâkim ve savcıların çoğu AİHM kararlarının Türkiye `ye önyargılı olduğunu düşünüyor.

TESEV , Açık Toplum Enstitüsü ve Hollanda İstanbul Konsolosluğu `nun finanse ettiği, Ankara Üniversitesi `nden Prof. Dr. Mithat Sancar ile Dr. Eylem Ümit`in hazırladığı araştırma dün Taksim `deki Point Otel `de yapılan bir basın açıklamasıyla duyuruldu. Araştırma sonuçları şöyle:

32 hâkim ve savcıya göre adalet, yurttaş, toplumsal barış, devlet, demokrasi gibi kavramlar yargılama sırasında karşı karşıya gelebilir.

26`sına göre insan hakları devlet açısından tehdit oluşturabilir.

19`una göre devlete karşı işlenmiş suçlarla devlet görevlileri tarafından işlenmiş suçlara karşı yaklaşımda farklılık var. 14`ü bunun böyle olması gerektiğini savunuyor.

27`si karar verirken temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası anlaşmaları göz önüne almıyor.

33`ü AİHM `nin Türkiye hakkında verdiği kararları basından izliyor.

25`i AİHM kararlarından dolayı yargılamanın yenilenmesini olumsuz buluyor.

32`sine göre İHM kararları Türkiye `ye karşı önyargılı.

Sekizi 301. maddenin kaldırılmasını, 13`ü kalmasını istiyor.

30`una göre AB uyum yasaları çerçevesindeki düzenlemeler insan hakları gelişimi açısından olumlu. 13``ü yenilikleri ülke koşullarına uygun bulmuyor.

17`sine göre AB sürecinde milli değerler korunmalı.

34`ü yeni anayasaya ihtiyaç duyulduğunu vurguluyor.

Şaşırtan cümleler

Yapılan mülakatlar sırasında dikkat çeken bazı cümleler şöyle:

Benim ülkem söz konusu olduğunda hukuk mukuk dinlemem.

Devletim olmadıktan sonra bireysel özgürlüğüm işe yaramaz.

Devletin nesini koruyacaksınız? Devletten önce yurttaşı koruyun.

Biz biraz Yargıtay `cıyız.

(Milletlerarası anlaşmalar) Valla bu sistemimize müdahaledir yani.

(AİHM kararları) Çok çirkin buluyorum. Eğer beğenilmeyecek bir yargı kuralı ihlali varsa biz değiştirelim , AİHM talimat vermesin.

(Failin kimliği) Bavul ticareti için ülkemizde bulunan yabancı bir kadına tecavüz edilmişti. Heyetteki üyelerden biri `Ne yapalım, onlar da bizim kadınlarımıza Kosova `da tecavüz ettiler ` demişti. Çok şaşırmıştım.

(Devlet görevlisi sanığa anlayışlı davranma) Öyle bir eğilim var. Biz vatan millet sakarya diye yetiştirilmişiz. Halbuki bireyin merkez olduğu bir toplum daha müreffeh olur.

2007-11-29 04:59:44 Radikal


 İki sürpriz aday

 

YÖK Başkanlığı ’na 8 Aralık ’ta yapılacak atama için AKP ’nin Anayasa taslağını hazırlayan komisyonun başkanı Prof. Dr. Ergun Özbudun ve TCK ’nın hazırlayıcılarından Prof. Dr. İzzet Özgenç ’in adı üzerinde duruluyor.

YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç ’ten boşalacak başkanlık koltuğu için AKP ’nin Anayasa taslağını hazırlayan komisyonun başkanı Prof. Dr. Ergun Özbudun ve Türk Ceza Kanunu ’nu hazırlayanlardan Prof. Dr. İzzet Özgenç ’in adı konuşuluyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ’ün, 8 Aralık ’ta yapacağı kritik atama için Gazi Üniversitesi eski Rektörü Prof . Dr. Enver Hasanoğlu ve YÖK üyeliği yapan İlahiyatçı Prof . Dr. Halis Ayhan ’ın adı geçiyordu. Eski YÖK Başkanı Prof.Dr. İhsan Doğramacı gibi Kerküklü olan Hasanoğlu ’nun, Doğramacı ile Gül arasındaki son dönemdeki yakınlaşma nedeniyle başkan olması olasılığının güçlendiği söyleniyordu.

KUZ ’DAN BİLGİ ALIYOR Teziç’e halef olarak atayacağı ismin Teziç kadar güçlü bir hukukçu olmasını isteyen Gül ’ün, Prof.Dr. Özbudun’u bu göreve getirmekten yana olduğu kulislerde konuşuluyor. Gül ’ün yapacağı atamada, görev süresi ekim ayında dolan eski YÖK üyesi ve Köşk Genel Sekreter Yardımcılığı görevine getirdiği Emin Kuz ’dan aldığı bilgilerin etkili olacağı tahmin ediliyor. Gül ’ün, YÖK’ü çok iyi bilen Kuz ’a danıştığı belirtiliyor. Hukukçu kimliği olan Kuz da Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ’nde öğretim üyesiydi.

HENÜZ TEKLİF YOK Gül ’ün Özbudun’a henüz YÖK Başkanlığı için teklif götürmediği, Özbudun’un ise önceliği akademik çalışmalara vereceği öğrenildi. Akademik görevini sürdürmek isteyen Özbudun’un idari bir görev olan YÖK Başkanlığı ’na sıcak bakmadığı belirtildi.

HÜKÜMET ÖZGENÇ ’İ Mİ İSTİYOR? Hükümetin desteğinin ise Başbakan Tayyip Erdoğan ’ın belediye başkanlığı döneminde hukuk danışmanlığını yapan ve Bakanlar Kurulu kontenjanından YÖK üyesi seçilen Prof. Dr. İzzet Özgenç ’ten yana olduğu öne sürülüyor. Özgenç , 3 Kasım 2002 seçiminin ardından Meclis ’teki ceza hukuk alanındaki düzenlemelerin de mimarı olmuştu. Özgenç ’in alt komisyon toplantılarında zina suçunun yeniden TCK ’da düzenlenmesi önerisi tartışmaya neden oldu. CHP ’li üyeler, alt komisyonlarda Özgenç ’in ’eğitim hakkının engellenmesi, kamu hizmetlerinden yararlanmanın engellenmesi’ gibi suç tanımlarıyla türbana serbestlik getirmeye çalıştığını ileri sürmüştü.

2007-11-29 01:29:53 Hürriyet


 Hastaneler Yeniden Düzenleniyor

 

Mevcut kadronun % 35`ini geçmemek üzere Prof. ve Doçent atanabilecek.

Sağlık Bakanlığı `na bağlı eğitim ve araştırma hastanelerinde, klinik şefliklerine yapılacak atamaları yeniden düzenleyen teklif Meclis Sağlık Komisyonu `nda kabul edildi.

Yeni düzenlemeye göre, klinik şef ve yardımcılıkları, başasistan kadrolarına yapılacak atamalar, uzman doktorlar arasından Sağlık Bakanlığı `nca yapılacak veya yaptırılacak sınavlara göre gerçekleştirecek.

Mevcut kadronun yüzde 35`ini geçmemek üzere Klinik şefi ve şef yardımcısı kadrolarına, profesör ve doçentlerden atama yapılabilecek.

Klinik ve laboratuvar şefi veya şef yardımcısı doktorlar ile tıp alanında doçent veya profesör unvanlı doktorlar eğitim ve araştırma hastanelerine başhekim olarak atanabilecek.

Uzman, tıp alanında doktora yapmış veya hukuk, kamu yönetimi, işletme ve sağlık yönetimi alanında lisans, yüksek lisans ya da doktora eğitimi almış doktorlar ise diğer hastanelere başhekim olabilecek.

Düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihte eğitim ve araştırma hastanelerinde şef ya da şef yardımcılığı görevini yürütenler ise çalışmakta oldukları kadrolara atanmış sayılacak.

2007-11-29 17:12:27 TRT


 Zana`nın cezalandırılmasını istedi

 

Diyarbakır`daki Nevruz kutlamaları sırasında terör örgütünün propagandasını yaptığı iddiasıyla hakkında dava açılan, kapatılan DEP`in eski milletvekili Leyla Zana`nın yargılanmasına devam edildi.

Diyarbakır `daki Nevruz kutlamaları sırasında terör örgütünün propagandasını yaptığı iddiasıyla hakkında dava açılan, kapatılan DEP `in eski milletvekili Leyla Zana `nın yargılanmasına devam edildi.

Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi `ndeki duruşmaya, tutuksuz yargılanan Zana katılmadı. Mahkemeye mütalaasını sunan Savcı, Nevruz kutlamasında yapılan açıklamanın ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceğini belirterek, sanık Leyla Zana `nın terör örgütünün propagandasını yaptığı gerekçesiyle cezalandırılmasını istedi.

Mütalaada, yerleşik iç hukuk ve Yargıtay içtihatları tarafından terör örgütü olarak kabul edilen PKK `nın, 1997`de ABD `de, 2002 yılında ise Avrupa Birliği `nde terör örgütü listesine alındığı belirtilerek şunlar kaydedildi:

``Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de (AİHM ) `Zana /Türkiye ` kararında PKK için, `amaçlarına ulaşmak için şiddete başvuran bir terör örgütü` tanımını yapmıştır. Ulusal ve uluslararası hukukta PKK , terör örgütü olarak tanımlanmasına ve halen bu örgütün lideri olarak yargılanıp ceza alan ve hükümlü sıfatıyla İmralı Cezaevi `nde bulunan Abdullah Öcalan da terör örgütünün lideri olarak kabul edilmesine rağmen, olayımızda sanık Leyla Zana `nın bu kişi için `Kürt önderi` sıfatıyla bahsetmesinden, terör örgütü liderine ve örgütün eylemlerine sahip çıktığı, terör örgütünün liderinin kişiliğinde terör örgütünü övdüğü ve bu yolla örgütün propagandasını yaptığı açıkça anlaşılmaktadır.

Sanığın eski bir milletvekili ve siyasi parti yöneticisi olduğu hususları dikkate alındığında sanığın bu sözleri söylerken bilinçli davrandığı, cümleleri özellikle seçebilecek durumda olduğu da unutulmamalıdır.``

Mütalaada, sanık Zana `nın, terör örgütünü destekler mahiyetteki konuşmasının bölgedeki gergin ortamı daha vahim hale getirebilecek bir nitelikte olduğu kaydedilerek sanığın yaptığı konuşmanın ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceği bildirildi.

Mütalaada, ayrıca sanık Zana `nın Nevruz kutlamasında yaptığı, ``Kürtlerin üç önderi var. Birincisi Celal amca. Irak `ın Cumhurbaşkanıdır. İkincisi Mesut kardeş. O da Kürdistan Bölgesel Başkanı. Üçüncüsü, Kürt önderi başkan Öcalan `dır. Ben bu üç önder için minnetlerimi dile getiriyorum. Bunların üçü de bizim değerlerimizdir`` sözlerine de yer verildi.

Mahkeme heyeti, sanık Zana `nın yaptığı konuşmanın yer aldığı CD `nin 3 kişilik bilirkişi heyeti tarafından yapılacak çözümünün beklenmesine karar vererek, duruşmayı erteledi. İddianamede, Zana `nın, terör örgütünün propagandasını yaptığı iddiasıyla Terörle Mücadele Kanunu `nun 7/2. maddesi uyarınca 5 yıla kadar hapsi isteniyor.

AA

2007-11-29 13:10:18 Cafe Siyaset


 Boşanmaların yüzde 80`i kadına şiddetten

 

Ankara Barosu tarafından düzenlenen "Nedenleri ve sonuçlarıyla kadına karşı şiddet" panelinde konuşan Ankara ıo. Aile Mahkemesi Hakimi Nevin Birinci, 2007`de aile mahkemelerinde görülen 12 bin davadan 10 bininin boşanma davası olduğunu belirterek, "Söz konusu boşanmaların yüzde 80`i `şiddetli geçimsizlik` nedeniyle açılıyor ve bu durumun altında yatan gerçek ise kadının uğradığı şiddet" dedi.

Birinci, Ankara Barosu Eğitim Merke -zi `nde düzenlenen panelde şiddet görülen ailelerde yetişenlerin de şiddete eğilimi gösterdiklerini belirterek, "Şiddet öğrenilmiş bir davranış biçimi. Ancak şiddet uyguladığının bilincinde dahi olmayan erkekler var. Baktığım davalarda, `şiddet uygulamadım, tokat attım`, `kolu bacağı mı kırıldı ki dava açıyor?` diyenler dahi oldu" dedi.

Kadınların aile bütünlüğünü korumak eğiliminde olduklarını, şiddete uğrasalar bile boşanmayı son çare olarak gördüklerini belirten Birinci şu örneği verdi: "Gördüğüm bir davada kocası tarafından şiddete uğrayan bir kadın, kafa travması geçirmesinin ardından dayanamaz hale gelmiş ve boşanma davası açmıştı. Ailesinin yanına taşınan kadını, kocası tüm hukuki engellemelere rağmen rahat bırakmadı. Koca, bir gece alkollü vaziyette kadının ailesinin evine gelmiş, kapıyı, pencereyi kırmış. Duruma katlanamayan kadın ilaç içerek intihar etmiş. 2 çocukları vardı. Dava doğal olarak düştü ve çocuklar ise böylesine şiddet eğilimli bir babanın yanında kaldı."

`İNTİHAR KADINDA 10 KAT FAZLA`

Psikiyatrist Prof . Dr. Cengiz Güleç ise kadının toplumdaki rolü değişmedikçe, kadına yönelik şiddetin de son bulamayacağını belirterek şöyle konuştu: "İntihar girişimi kadınlarda erkeklerden 5-10 kat daha fazladır. Kadın sosyal konumu, yaşamdaki rolüyle ilgili olarak çaresizlik duygusunu iletmek, yardım çağrısında bulunmak için intihara teşebbüs etmektedir. Toplum ne kadar modernleştiğini iddia ederse etsin, erkek egemen mantık yok olmadıkça kadına yönelik şiddet de son bulmayacaktır."

Sinema sanatçısı Meral Okay da şiddetin en büyük insanlık suçu olduğunu vurgulayarak, "Kadınlar, kendilerine yönelik şiddete karşı mücadele ediyor ancak asıl mücadele siyasetin paralelinde hukuk ve adalet alanında verilmelidir. Türkiye `de şefkat kaybedildikçe, şiddet sıradan hale geldi" dedi.

Ankara Barosu Yayın Kurulu Başkanı Avukat Bülent Turhan Gündüz ise İslamiyet `te ve diğer dinlerde kadın erkek eşitliği fikrinin olmadığını vurgulayarak, "Sorun dini inançlarla başlıyor. `Kadınlar dövülebilir` inancıyla büyüyen bir erkeğe anayasada kadın erkek eşidiğinin olması hiçbir şey ifade etmiyor. Çözüm hukukta değil, insan algısını değiştirmektedir. Algı değişmedikçe, adalet tesis edilemez" diye konuştu.

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Beyza Bilgin ise İslam `a göre kadın ve erkeğin eşit olduğunu ancak Kur`an-ı Kerim `in kadınlar aleyhine yanlış yorumlandığını ifade etti.

ÖZLEM ZORCAN ANKARA

2007-11-29 10:02:22 Birgün


 Uyum yasalarına rağmen yargıda `devletçilik` sürüyor

 

Prof. Dr. Mithat Sancar (solda), yargı mensuplarının devlet yerine adaletin tesisine öncelik vermeleri gerektiğini söylüyor. TESEV Demokratikleşme Programı kapsamında gerçekleştirilen `Yargıda Algı ve Zihniyet Kalıpları` başlıklı araştırmanın sonuçları yargıdaki devletçi zihniyeti gözler önüne serdi. Hakim ve savcılar, `Devletin çıkarları mı, adaletin gerekleri mi?` sorusuna çoğunlukla `devlet` şe

Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı `nın (TESEV ) `Yargıda Algı ve Zihniyet Kalıpları` başlıklı araştırması, hakim ve savcıların yargı sistemi içindeki yaklaşımlarına ışık tuttu. Ankara Üniversitesi öğretim üyesi Prof . Dr. Mithat Sancar ve araştırma görevlisi Dr. Eylem Ümit tarafından yapılan çalışma, hakim ve savcıların `devletçi` zihniyetini ortaya koydu. Kendilerine `Devletin çıkarları mı, adaletin gerekleri mi?` diye sorulan hakim ve savcıların, `Ben devletçi hukukçuyum`, `Devlet olmazsa hukuk olmaz, biz de olmayız`, `Benim ülkem söz konusu olduğunda hukuk dinlemem` gibi cevapları dikkat çekti.

TESEV Demokratikleşme Programı kapsamında 4 ayaklı projeden ilki olan `Yargıda Algı ve Zihniyet Kalıpları` başlıklı araştırma sonuçları düzenlenen bir toplantıyla kamuoyuna açıklandı. Yargıçların `Peygamber postuna oturmuş` insanlar gibi algılandıklarına dikkat çeken Prof. Dr. Mithat Sancar , yargının kutsallaştırılmış bir alan olarak algılandığını, ancak yıpratıcı olmamak kaydıyla eleştirilebilmesi gerektiğini vurguladı. Sancar, araştırmanın çok tartışılan yargıyı görüntülemeyi amaçladığını kaydetti.

İstanbul , Ankara , Trabzon ve Diyarbakır `da 51 hakim ve savcı ile birebir yapılan görüşmelerin sonucu hazırlanan raporda ilginç bilgiler yar aldı. 12`si kadın 51 yargı mensubunun yüzde 73`ü Türkçeden başka dil bilmiyor. Araştırmanın zihniyet kalıplarına ilişkin bölümünde, yargılama faaliyeti sırasında `adalet ile devlet çıkarı` veya `demokrasi ile devletin güvenliği` arasındaki bir karşıtlık çıkabileceği ve bu durumda devletin çıkarının korunacağı görüşü hakim olduğu belirtiliyor. Bu düşünceyi yansıtan hakim ve savcılar, kendilerine sorulan `Devletin çıkarı mı, adaletin gereği mi?` sorusuna, `Ben devletçi hukukçuyum`, `Önce devlet gelir`, `Devletim olmadan benim bireysel özgürlüğüm hiçbir işe yaramaz` şeklinde cevap veriyor. Görüşmecilerin yüzde 63`ü adaletin gereklilikleri ile devletin çıkarının çatıştığını bildiriyor.

Her adliye binasında `Adalet mülkün temelidir` yazdığını hatırlatan Prof. Dr. Mithat Sancar , aslında yargı mensuplarının devlet yerine adalete öncelik vermeleri gerektiğini, tablonun sorunlu olduğunu aktarıyor. Araştırma kapsamına görüşülen savcıların çoğu `Ben rejimin savcısıyım`, `Bizler görevimizi yaparsak devlet zayıflamaz` derken, `Ben kamunun savcısıyım` diyenler ise azınlıkta kalıyor. Hakim ve savcılar, devlete karşı işlenmiş suçlar ile devlet görevlileri tarafından işlenmiş suçlara yaklaşımda farklılık olduğunu kabul ediyor. `Evet, maalesef var` diyenlerin oranı yüzde 45 iken, `Evet, olması da lazım` diyenlerin oranı yüzde 24. Büşra Erdem , İstanbul

2007-11-29 01:42:40 Zaman


 

Avukatlara hakimlik yolu açıldı
 
 
Avukatların, hakim-savcı olabilmesini sağlayan düzenleme kabul edildi. Muhalefet, mülakat uygulamasına, “İnsanlar, gümüş yüzüğe ve bıyığına göre değerlendirilecek” diyerek itiraz etti Avukatların ...
 
 
Avukatların, hakim-savcı olabilmesini sağlayan düzenleme kabul edildi. Muhalefet, mülakat uygulamasına, “İnsanlar, gümüş yüzüğe ve bıyığına göre değerlendirilecek” diyerek itiraz etti
 
 
Avukatların hakim ve savcılığa geçmesine ve hukuk fakültesi mezunu olmayanların idari hakim olarak görev yapmasına imkan sağlayan teklif TBMM Adalet Komisyonu ’nda kabul edildi. Ancak, hukuk fakültesi mezunu olmayanların oranı, yüzde 10’la sınırlandırıldı.
 
 
Görüşmelere, komisyon üyesi olmayan yaklaşık 50 CHP ’li milletvekili de katıldı. Bu nedenle TBMM Adalet Komisyonu salonu yetersiz kaldı ve çalışmalar KİT Komisyonu ’nda sürdürüldü. Kanun teklifinin Anayasa Mahkemesi ve AB Komisyonu raporlarına aykırı olduğunu öne süren CHP ’li milletvekilleri, Adalet Bakanlığı ’na, hakim ve savcı adaylarını seçmek için mülakat komisyonu oluşturma yetkisi verilmesinin, yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesini ortadan kaldıracağını iddia etti.
 
 
Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin ise; bölge adliye mahkemelerinin, hakim ve savcı ihtiyaçlarının 2010 yılına kadar karşılanması için böyle bir düzenlemeye ihtiyaç duyulduğunu anlatarak, yasal boşluklar nedeniyle 1995 yılından bu yana hiçbir avukatın, hakim ve savcılığa geçemediğini bildirdi.
 
 
ESKİLERE HAKSIZLIK
 
 
Adalet Bakanlığı ’nın, hakim ve savcı adaylarının kabulünde yetki kullanmasının anayasaya aykırı olmadığını kaydeden Şahin , ‘’Adalet Bakanlığı ’nın siyasi etkide bulanacağını söylemek, Cumhuriyet tarihi boyunca hakim ve savcılık mesleğine girmiş herkesi vebal altında bırakır. Hakim ve savcıların siyasi tercihle alındıklarını söylemek, bu arkadaşları töhmet altında bırakır’’ diye konuştu. Bakan Şahin , “Siyasi kaygılarla hareket etsek, bütün boş kadrolara atama yapardık. Bazı dönemlerde hakim ve savcıların atanmasında siyasi etki yapıldığı iddialarını külliyen reddediyorum. Eski bakanlara haksızlık yapmayalım’’ dedi.
 
 
Gümüş yüzük ve bıyık liyakatı
 
 
MHP Ordu Milletvekili Rıdvan Yalçın , “Hakimler kendilerini Bakanlık atadığı için memur olduklarını sanıyorlar’’ diye konuştu. Yalçın , mülakat yapılmasının, atamaları siyasi hale getirebileceğini savunarak, “Milletvekillerine şimdiden yardım talepleri gelmeye başlayacak. Sonra insanlar, taktıkları gümüş yüzüğe ve bıyık modeline göre değerlendirilecek’’ dedi.
 
 
CHP Grup Başkanvekili Kemal Anadol , kanun teklifiyle, yargı bağımsızlığının “katledileceğini’’ savunarak, “Burada yangından mal kaçırılıyor’’ diye konuştu.
 
 
HALT ETTİK: AKP Kastamonu Milletvekili Hakkı Köylü , avukatlıktan hakim ve savcılığa geçişle ilgili 22. dönemde yaptıkları düzenlemenin yanlış olduğunu ifade ederken, “Yanlış yaptık, halt ettik’’ dedi.
 
 
Dört aşamalı sistem
 
 
Düzenlemeye göre, avukatların hakim ve savcı adayı olarak alınmalarına ilişkin yazılı sınavı ÖSYM yapacak. Bu sınavda başarılı olanlar, mülakata alınacak. Mülakatta başarılı olanlar da Adalet Akademisi ’nde 6 ay eğitim görecek. Bu eğitim sonunda da bir sınava girecekler. Başarılı olanlar Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından mesleğe kabul edilecek.
 
 
2007-11-29 04:10:48 Akşam

 "Derin devlet, devletin ta kendisidir"

 

Ümraniye`de bulunan bombalar, gözaltına alınan emekli askerler ve "kaldırım" operasyonu... İki hafta içinde yaşanan gelişmeler "derin devlet" tartışmasını tekrar başlattı. Emekli askeri hakim Dr. Ümit Kardaş "derin devlet"i anlattı.

" Devleti ben kurdum diyen ordu , toplumu dizayn etmeye çalışıyor

" Gücünün devamı için şeriat, bölünme gibi tehlikelere ihtiyacı var

" Bugün, siyasi partilerdeki lider sultası da askeri vesayeti besliyor

" TSK , toplum mühendisliği için siyasilerle, STK "larla ittifaklar kuruyor

" Derin devlet, Osmanlı "dan devam ettirdiğimiz bir anlayıştır. Toplumu reşit saymaz

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan , geçen hafta bir gazeteye verdiği demeçte, derin devleti kastederek "Ümraniye "ye bakın" dedi. Bu adrese yapılan baskında 27 el bombası , TNT kalıpları ve fünye bulunmuştu. Soruşturma sonucu Kuvayi Milliye Derneği kurucularından emekli astsubay Oktay Yıldırım , Mustafa Öztürk ile emekli yüzbaşı Muzaffer Tekin tutuklandı. Muzaffer Tekin ismi, Alparslan Aslan "ın Danıştay üyelerine düzenlediği silahlı saldırıya da karışmış, azmettirici olduğu ileri sürülmüştü. Ayrıca, Susurluk davasının 12 Şubat 2001"deki duruşmasında eski Özel Harekat Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin , eski MİT görevlisi Korkut Eken , eski İstanbul Sheraton Oteli gazinosu ortaklarından Sami Hoştan gibi sanıkların arkasında otururken görüntülenmişti. Yine bu davanın kilit isimlerinden emekli Tuğgeneral Veli Küçük ile birçok kez telefon görüşmesi yaptığı belirlendi.

Gözlerin yeniden derin devlete döndüğü diğer bir gelişme ise Sedat Bucak ve aşireti oldu. Ankara "da, "Kaldırım Operasyonu" çerçevesinde çok sayıda tüfek, tabanca ve sahte belgeler ele geçirildi. Aralarında Sedat Bucak "ın şoförü ve danışmanın da bulunduğu 19 kişi gözaltına alındı. Bazılarının üzerinden sahte JİTEM kimliği çıktı. Susurluk Davası nedeniyle 1 yıl 15 gün hapis cezası alan Bucak Aşireti lideri Sedat Bucak , şimdi de suç örgütünü yönetmekle suçlanıyor.

Peki bu girift ilişkiler ağı neden çözülemiyor? Üzerinden 11 yıl geçmesine karşın Susurluk gerçeği tam olarak ortaya neden çıkarılamadı? Daha da önemlisi derin devletin amacı ne?.. Bu soruları Dr. Ümit Kardaş "a yönelttik.

Ümit Kardaş , emekli askeri hakim. 1980-1981 yılları arasında Diyarbakır "da, sıkıyönetimin uygulandığı günlerde görev yaptı. İşkence gibi bazı uygulamalara karşı çıktığı için Batı"ya tayin edildi. Emekli olduğu 1995"ten buyana avukatlık yapıyor. Bugüne kadar Cumhuriyet ve Milliyet gazetelerinde yazıları yayınlandı. Çeşitli TV programlarına katıldı. Beşinci kitabını hazırlıyor. Halen Radikal ve Radikal İki "ye yazıyor.

Susurluk , Şemdinli ve son olarak emekli astsubay Metin Tekin örnekleri göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye tanımıyla, derin devlet nedir?

Derin devlet, devletin ta kendisidir aslında. Osmanlı "dan devam ettirdiğimiz bir anlayıştır. Kolaylıkla hukuk dışına çıkabilen, halka güven duymayan, siyaset müeyyidesini yapan, askerin siyasete müdahalesinin olağan olduğu gelenekten geliyor. Osmanlı "nın belli bir döneminden sonra yönetime asker müdahaleleri yaşandı. Padişah tahtından indiriliyordu. Bazı siviller, asker üzerinden iktidara oynarlardı. Bu Osmanlı "nın son dönemlerinde, özellikle İttihat ve Terakki vasıtasıyla gerçekleştirildi. Teşkilatı Mahsusa , Fedailer Örgütü gibi; onların anlayışlarıyla hükmetme ve yönetme anlayışı, bugün yaşadıklarımızla birebir örtüşüyor. Cumhuriyetin ilanından sonraki kırılma noktası ise çok partili döneme geçiştir. Demokrat Parti seçimleri henüz kazanmıştı ki, generaller İsmet Paşa "ya "Ne yapalım" diye sordu. Daha işin başında yani.

Bizde devletin milleti vardır. Ordunun da bir devleti vardır. Her devletin bir ordusu ve milleti vardır, ama bizde tam tersidir. Bu elbette demokrasiye aykırı, bu durumu tersine çevirmemiz lazım.

Bu durum, Türklerin devleti tepeden aşağı kurma geleneğinden mi kaynaklanıyor? Türkiye Cumhuriyeti "ni ordunun kurduğu bir gerçek.

Evet. Kurduğu için de sahipleniyor. Osmanlı bir çok millet oluşuyordu. Yunan "ı olsun, Bulgar "ı olsun; alttan, halktan gelen bir hareketle kopup devletleşti. Bizimkiler bunun üzerine, "Ne yapacağız?" diye oturup düşündüler. Geriye kalanlardan "Bir Türk devleti kurmalıyız" kararına vardılar. Elbette Türkler var ama çok da ön planda değildi. Ulus devlet inşa etme çabasına girildi. Elbette ordu, "Devleti ben kurdum " diye sahipleniyor. Kurduğu devleti dizayn de edebiliyor, toplum mühendisliği de yapıyor. Toplumu reşit de görmüyor.

Derin devletin ülkeyi dizayn çalışması 2007"de de devam ediyor mu?

Ediyor.

Abdullah Gül "ün aday gösterildiği cumhurbaşkanını seçme sürecinde de derin devlet devrede miydi?

Devredeydi. Örneğin "e-muhtıra" için birileri uyarı diyor; hayır, darbedir. Bu Meclis "in işleyişine müdahaledir ve Anayasa "ya göre suçtur.

"e-muhtıra" suçsa kim soruşturma açacak?

Açabilecek kimse yok. Siyasi irade, Silahlı Kuvvetlerle bir uzlaşma zemini arıyor. Böyle bir rejim yok, bu demokrasi falan değil. Bizdeki nevi şahsına münhasır bir sistem. Parlamento var, organlar var ama bunların üstünde askeri vesayet var. Meclis "in iradesi bile değişebiliyor, iç güvenlik zaten askerileşmiştir. Polise girersek o ayrı tartışılacak bir konu. Doktor bile militarize edilmiş vaziyette, hemen her şey askerileştirilmiş. Bu milliyetçilik dalgası üzerinden oluşturulan bir şey. Halka korku salınıyor ve bunun üzerinden asker gücünü devam ettiriyor. Çünkü askerin böyle bir tehlikeye ihtiyacı var. Ben olmasam ülke bölünecek, ben olmasam şeriatçılar gelecek kıtır kıtır kesecek, idareyi alacak gibi& Bu korkular üzerine iktidarını sürdürmeye çalışıyor.

Türkiye "de derin devlet dendiğinde kapılar çoğunlukla orduya mı çıkıyor?

Sadece ordu değil. Mesela ordu artık direkt darbe yapma düşüncesinde değil. Zaten iktidarda. Darbe yapması gerekirse bunu e darbelerle oluşturuyor. Ayrıca ittifaklarını da kuruyor. CHP -ordu ittifakı biraz da tarihseldir. CHP siyasi partidir ama müttefik olarak gözükmektedir. Yargının bir bölümünü etkilemektedir. Yandaşı Sivil Toplum Kuruluşları (STK ) ve bürokratlar da mevcut. Ordu üzerinden siyaset yapan da var. İktidar olamıyor ama gücünü ordu üzerinden göstermeye çalışıyor. Bunlar birbiriyle girift.

Ordu direkt müdahalelerden artık vazgeçti galiba, kendince yeni bir yapılanmaya mı başladı?

Yeniden yapılanma 28 Şubat sonrasında başladı. 28 Şubat post modern bir darbedir. Nokta"da yayınlanan günlüklere göre o sıralar zaten yeni bir darbe düşüncesi var, ama Hilmi Özkök "ün de çabasıyla yapamadılar, sonuçlarını göze alamadılar. STK "larla topluma yönelik mesajlar vererek, kendi görüşlerini topluma yansıttı. Bu değişik bir tarz tabi.

Bugünkü seçim sürecinde derin devletin CHP -MHP koalisyonunda bir hükümet istediği iddiaları ileri sürüyor. Bunun toplumu dizayn etme çalışmalarıyla bir ilgisi var mı?

Milliyetçi bir hükümet isteniyor gibi, ama samimi gözükmüyor. Bir iktidar sıkıntısı var. Hiç kimse iktidarı kendi isteğiyle teslim etmez. Bir güç düşünün, hem de silahlı ve 1960"dan buyana iktidarda, elbette iktidarı bırakmak istemiyor.

Bugün demokrasiyi koruyup, güçlendirme safında AKP mi var?

Hayır, burada tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan ona bakmak gerekiyor. Ama maalesef öyle görünüyor. AKP "nin geçmişi ve bir mağdur görünümü var. Halkımız da mağduru çok sever . Ancak AKP "nin bu mağdur görünümünden dolayı bir bilinçlenme de var. Hukuk, demokrasi gibi. AB sürecinde ilerlemeler var ama ben AKP "nin hukuk ve demokrasi bilincinin olduğuna inanmıyorum. Polis ve salahiyeti yasasını gözle kaş arasında çıkardılar. Çok korkunç bir düzenleme ve bunu AKP yaptı. Biz demokrasi mücadelesini, askeri vesayeti eleştirerek yapıyoruz. Askeri vesayet olmasaydı bizim eleştireceğimiz iktidarın uygulamaları olacaktı. Ancak, bu durum AKP "yi yapmadıklarından, yapamadıklarından muaf tutuyor. Sonuçta siyasi partiler tarafında da demokrasi bilinci yok; monarşik bir yapı, liderin isteğine göre milletvekili olabilme buna örnek. Askeri vesayeti bu da güçlendiriyor. Birbirini besleyen bir durum var.

Sözünü ettiğiniz iktidar mücadelesi seçim sürecine nasıl yansıyor?

Bir CHP -MHP koalisyonunu arzuluyor. Onun seçebileceği bir cumhurbaşkanını istiyor. O zaman rahatlayacak.

Demokratik bir seçim yapabiliyor muyuz?

Hayır, seçim zaten demokratik değil. Müdahaleler var, vesayet var, parti liderlerinin kendilerine göre oluşturdukları bir yapı var& Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir diyor Anayasa . Kağıtta böyle yazıyor ama bu gerçek değil. Ama varmış da bunu koruyormuşuz gibi yapıyoruz . Kandırmaca var. Kimse demokratik bir ülke diyemez. Laik mi? Hayır, Diyanet İşleri Başkanlığı "nın olduğu bir ülkede laiklik olamaz. Bu sayede Sünni vatandaşlar üzerinde denetleme ihtiyacı hissediyor. Bu kuruma onun için devasa bir bütçe veriliyor. Hukuk devleti mi? Hiç değil. Sosyal mi? Hayır, Avrupa kriterlerine göre yoksulluğa ne kadar para ayırıyorsunuz? Sosyal politikalarınız var mı? Yok, IMF ne kadar verirse. Hiçbirisi yok, o zaman bu klişe yanlış.

Türkiye "nin en büyük meselesi Kürt sorunu. Burada da görülmeyen bir şey var mı?

Tarihsel bir sorun. Osmanlı "nın bir döneminde görmüyorsunuz çünkü özerklik verilmiş. Ama sorun cumhuriyetle birlikte başlıyor, çünkü tek kimlik üzerine devlet kuruyorsunuz. Sadece Türk diyorsunuz, başka hiçbir unsuru barındırmıyorsunuz. Atatürk tarafından Kürtlere verilen sözler olduğu da ileri sürülüyor. Ayrıca Türk milliyetçiliği asimilasyoncu. Cumhuriyet sonrası bir asimilasyon başlıyor. Balkanlar "dan gelenleri asimle ediyorsunuz ama Kürtleri edemiyorsunuz ve baskı politikası oluşturuyorsunuz. Cumhuriyetin baskı modelleri vardır. Kürtlerde zaten yarı feodal bir yapı var. Zamanında emirlikle yaşamış, merkezi devletin uygulamalarıyla 2. Mahmut "tan itibaren aşiret konfederasyonuna dönüşüyor, sonra yeniden aşiretlere dönüşüyor. Kürtler ters bir evrim yaşıyor yani. Asimle de olmuyorlar. İsyanlar çıkıyor. Modernleşememişler de. Cumhuriyet dönemindeki isyanların hepsi birbirine benzer şekilde bastırılmıştır. Bu politika aynen devam ediyor. Kürtler her zaman dolaylı yönden yönetilmiştir, aşiretler aracılığıyla.

Devlet neden doğrudan yönetmez?

Devletin işine geldi. Aşiretlerin bazılarıyla ilişki kurarak diğerlerinin üzerine gitmiş. Bugün de öyle. 1980"de işkenceler kurumsallaşmıştı. İnsanlar 90 gün gözaltında kalıyordu. Benim de o dönemde savcı olarak mücadelelerim oldu, ama tek başına bir yerine kadar. Nitekim iade edildim. Benim orada gözlemlerim var. Neyin ne olduğunu gayet iyi biliyorum. Devletin bu yaklaşımı milliyetçiliği azdırdı. Bu tutuma karşın siyasi partiler de sorunu çözecek bir alt yapı oluşturamıyor. "Düz ovada siyaset" diye bir ses geldi, uyarılar üzerine anında susuldu. Vesayet olduğu sürece siz hiçbir sorununuzu tartışamazsınız. Hadi Kürt sorunu her şeyi ile tartışılsın, yapamazsınız. Türkiye ne kadar boş şeylerle meşgul oluyor. 24 defa yaptığı bir şeyi (sınır ötesi harekatı kastediyor) 25"inci defa yapmayı tartışıyor. Aylardır bu konu bizi meşgul ediyor. Sosyal psikolojiyi de ilgilendiren, tarihsel, ekonomik boyutları var oysa. İnsanların kendi psikolojileri var, yaşananlar var& Bir de sorunu taşırıyorsun, uluslar arası boyuta getiriyorsun. Sana ne orada Kürt devleti kuruluyorsa. Senin adamların orada ticaret yapıyor, kalkındırıyor, Türkmen milletvekilin "Biz memnunuz" diyor. Buna karşın, "sen benimle birlikte hareket etmiyorsun" diyorsun. Adamlar, "Daha önceki operasyonda 3 bin Peşmergemi kaybettim diyor. Gerçekçi olmak lazım. Çözüm, soruna çare olacak paketini açıklayan bir siyasi iradenin, vesayetinin önüne geçip, "ben gerekirse senden öneri alırım" demesidir.

Derin devlet nasıl yok edilebilir?

Bunun yolu siyasi partilerden geçiyor. İktidara gelen hükümetlerin irade göstermesi lazım. Mesela Şemdinli "yi yargılayamıyorsunuz. Çünkü bunu askeri mahkeme yargılar diyor, böyle bir şey olur mu? Bunu tartışmak lazım; askeri yargı alanı çok geniş. Adeta koruma getiriyor. Genelkurmay Başkanı"nı yargılayamıyorsunuz mesela. Çünkü yargılayabilecek iki kıdemli üye olması lazım. Genelkurmay Başkanı"ndan daha kıdemli iki tane üye. Daha kıdemli kimse yok ki. Yani teknik olarak yargılanamıyor. Gerçekten demokrasiye inanmış bir hükümet bunun değişliğini yapmaz mıydı? Anayasaya göre askerin siyasi beyanı, telkini suçtur.

Tempo

2007-11-29 00:17:51 iyibilgi.com


 Yargıtay`dan açıklama var

 

Cinsel ilişkiyi reddeden eşini öldüren kocaya ceza indirimi yapılmasıyla ilgili eleştirilere Yargıtay`ın yanıtı: Kocasını itmiş ve hakaret etmiş. Kadınlar: İlişkiye zorlanan kadın ne yapacaktı?

RADİKAL - İSTANBUL - Yargıtay , eşini cinsel ilişki istediğini reddettiği için öldüren kocaya verilen cezada `haksız tahrik` indirim yapılmasıyla ilgili kararı `Kocasını itmiş, hakaret etmiş` diyerek savundu. Yargıtay , kararı eşin cinsel ilişkiye zorlanamayacağını vurgulayarak haberleştiren gazetecileri de `olayı magazinleştirmekle` suçladı. Kararı, Yeni Türk Ceza Kanunu `nda eş tecavüzüne suç olarak yer verildiğini hatırlatarak eleştiren kadın örgütleri ve hukukçular ise, Yargıtay `ın savunmasın da tepkili: "Cinsel ilişkiye zorlanan kadın ne yapsın?"

Eşinin cinsel ilişki teklifini kabul etmeyen Ö.Y., kocasının ruhsatsız silahından çıkan kurşunlarla yaşamını yitirdi. Kocaeli 1. Ağır Ceza Mahkemesi , koca Ü.Y.`yi `haksız tahrik indirimi` uygulanarak 24 yıl hapis cezasına çarptırdı. Yargıtay Başsavcılığı , `evlilik hayatında bir eşin her zaman diğer eşin cinsel talebini yerine getirme yükümlülüğü bulunmadığı`nı belirterek, indirim kararının bozulmasını istedi. Yargıtay 1. Ceza Dairesi `yse başsavcılığın talebine rağmen kocaya verilen `indirimli` kararı onadı.

Bu karar, hemen hemen tüm gazetelerde haber olarak yer aldı. Radikal Gazetesi `ne konuşan kadın hakları savunucuları ve hukukçular kararı eleştirirken, yeni ceza kanununda eşe tecavüzün suç olarak tanımlandığını anımsattı. Yargıtay Basın Bürosu , dün bir açıklama gönderdi. Yargıtay geniş bir medya eleştirisi yapıyordu. Yargıtay `a göre karar çarpıtılmış, ciddi ve üzücü bir olay magazin boyutuna indirgenmiş, yargı hafife alınmıştı. "Duyarlı insanların infiale kapılmasına sebebiyet verecek boyuttaki sarsıcı manşet ne olayla ne de verilen kararla örtüşmemektedir" diyen Yargıtay , şu düzeltmeyi yaptı:

"Haberin konusu eşini öldüren sanığın cezasından yapılan indirimdir. Oysa manşete taşınan gerekçeyle sanık lehine indirim yapılmamıştır. Söz konusu olayda, eşin cinsel birleşme talebini reddetmesinin indirim nedeni olmadığı net bir şekilde vurgulanmıştır. Sanığa hakaret etmesi, iteklemesi, yataktan atması lehine haksız tahrik kabul edilmiştir. Uygulamadaki indirim, dosya kapsamına göre, yasal ve farklı gerekçeler taşımaktadır."

Kadın karşı çıkarsa ne yapacak?

Ancak Yargıtay `ın öne sürdüğü `yataktan atma, itekleme, hakaret` gibi hareketlerin indirim nedeni yapılması da eleştirildi. Kadının İnsan Hakları Vakfı Koordinatörü Liz Erçelik Amado "Cinsel ilişkiye zorlanan bir kadın ne yapsın? Yargıtay `ın söylemeye çalıştığı, eşiniz tecavüz etmeye kalkarsa karşılık vermeyin" diye konuştu.

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof . Dr. Süheyl Donay , Yargıtay `ın yazılı açıklama yaptığını ilk kez duyduğunu belirtti: "Hâkimler cezada indirim için `haksız tahriki` takdire göre kullanıyor. Kişisel olarak indirim yapılması fikrine katılmıyorum. Ancak Yargıtay , açıklama yaparak çok etkin bir gazete olduğunuzu teyits etmiş oldu, bundan mutluluk duydum."

2007-11-29 04:59:44 Radikal


 YÖK"ten "Vakıf Üniversiteleri Raporu": Öğrencilerin yüzde 40"ı 4 okuld...

ANKARA - YÖK, vakıf üniversitelerinin en önemli sorunlarından birini "üniversitelerinin bir bölümünün kurumsallaşamamış olması" olarak görüyor. Yükseköğretim Kurulu (YÖK), 25 vakıf üniversitesini kapsayan "Vakıf Üniversiteleri Raporu" hazırladı. Rapor, ...

ANKARA - YÖK, vakıf üniversitelerinin en önemli sorunlarından birini "üniversitelerinin bir bölümünün kurumsallaşamamış olması" olarak görüyor.

Yükseköğretim Kurulu (YÖK), 25 vakıf üniversitesini kapsayan "Vakıf Üniversiteleri Raporu" hazırladı. Rapor, yaklaşık 96 bin öğrencisi ve 8 bin öğretim üyesi olan 25 vakıf üniversitesini içeriyor.

Raporda özel yükseköğretim kurumlarında okuyan öğrencilerin oranının yüzde 30`a yaklaştığı belirtilirken, vakıf üniversitelerinin, sayıca tüm üniversitelerin üçte birine yakınını oluşturduğu kaydedildi.

Vakıf üniversitelerinin, gelirlerini harcamada, devlet üniversitelerine göre büyük bir esnekliğe sahip olduğu ifade edilen raporda, üniversitelerin bir bölümünün bu esnekliği, eğitim öğretim harcamaları lehine kullanırken bir bölümünün ise alt yapı lehine kullandığı belirtildi. Bazı vakıf üniversitelerinde, öğrenci başına yapılan eğitim-öğretim harcamasının, öğrenciden alınan öğretim giderinin çok altında olduğu ifade edildi.

Rapora göre, devlet üniversitelerinde 74 bin 307 öğretim elemanı varken, vakıf üniversitelerinde 7 bin 943 öğretim elemanı bulunuyor. Devlet üniversitelerinin 556 fakültesi, vakıf üniversitelerinin ise 132 fakültesi var.

Vakıf üniversitelerinin her birinin, öğretim elemanı ve öğrenci sayısının incelendiği raporda öğrenci sayısı bakımından vakıf üniversiteleri arasında büyük farklılık olduğu, tüm vakıf üniversitelerinde okuyan öğrencilerin yüzde 40`ının dört vakıf üniversitesinde (Yeditepe , Bilkent , Başkent , İstanbul Bilgi ) toplandığı, 16 vakıf üniversitesinin lisans öğrenci sayısının 3 binin altında olduğunun dikkati çektiği kaydedildi.

Öncelik, `iş imkanı`

Raporda, vakıf üniversitelerinde açılan gerek lisans gerekse önlisans programlarının türlerine bakıldığında, mezuniyet sonrası iş bulma olasılığının yüksek olduğu programlara öncelik verildiğinin görüldüğü belirtildi.

Eğitimde niteliği etkileyen en önemli faktörlerden birinin, öğretim elemanı başına düşen öğrenci sayısı olduğu belirtilerek, bu sayının, vakıf üniversiteleri arasında farklılıklar gösterdiği, genel olarak devlet üniversiteleri ortalamasından küçük olduğu kaydedildi.

Vakıf üniversitelerinin, lisansüstü eğitimde gelişme içinde olduğu belirtilen rapora göre, 2005-2006 eğitim-öğretim yılı itibariyle, vakıf üniversitelerinin 23`ünde yüksek lisans, 10`unda doktora programları bulunuyor. Yüksek lisansta toplam öğrenci sayısı 11 bin 86 iken, doktora öğrencisi sayısı 1.125.

Harcamalar değişiyor

Vakıf üniversitelerinin en azından bir bölümünün, araştırma faaliyetleri bakımından bugün oldukça iyi bir konumda olduğu belirtilen raporda, 2006 verilerine göre, değişik atıf endekslerinde yayınlanan Türkiye kaynaklı yayın sayısı sıralamasında, vakıf üniversitelerinin, tüm üniversiteler arasında, öğretim elemanı başına düşen yayın sayısı sıralamasında, ilk dört sırayı aldıkları ifade edildi.

Vakıf üniversitelerinin, öğrenci başına harcamaları bakımından çok önemli bir farklılaşma içinde olduğu kaydedilen raporda, üniversiteler arasında öğrenci başına yapılan harcamalarda 12 kata varan bir farklılık bulunduğu, bu farklılığın öğretim kalitesinde de bir farklılık yarattığı vurgulandı.

Bazılarında `kurumsallaşma` yetersiz

Vakıf üniversitelerinin yükseköğretim yükünü kısmen de olsa devletin üstünden alarak paylaştığı, bir rekabet ortamı içerisinde, öğrencilerine nitelikli bir eğitim vermeyi hedeflediği belirtilen raporda, bu amaçla bir bölümünün önemli denilebilecek yatırımlar yaptığı ve yapmaya devam ettiği ifade edildi. Vakıf üniversitelerinin bazı sorunları henüz aşamadığının altı çizilen raporda, vakıf üniversitelerinin sorunlarıyla ilgili olarak şunlar kaydedildi:

Vakıf üniversitelerinin hukuksal statüleri ile ilgili sorunlar bulunmaktadır. Rektörün seçimi ve görev süresinin, Devlet üniversitelerindeki rektörlerden farklılık göstermesi bu sorunlar arasında yer almaktadır.

Vakıf üniversitelerinin en önemli sorunlarından biri, önemli bir bölümünün henüz kurumsallaşamamış olmasıdır. Yönetim kademesindeki akademik kadrosunun devlet deneyimi bulunması ve üniversite geleneğinden gelmiş olması, kurumsallaşmada pozitif etken olmakla birlikte, kurucuların bu üniversiteleri, bir kamu kurumundan çok kendi `şirketleri` gibi görme eğilimi, kurumsallaşma sürecini olumsuz etkilemektedir.

Vakıf üniversitelerinde mütevelli heyetlerinin kompozisyonları ve mütevelli heyeti başkanlarının yönetime aşırı karışması eleştiri konusu olmaktadır.

Arkalarında, kaynak yönünden güçlü bir vakıf bulunmayan vakıf üniversiteleri, büyük ölçüde öğrenciden aldıkları ücretlerle yaşamaktadırlar.

Vakıf üniversitelerinin önemli bir bölümü, büyük kentler yakınında, kendilerine ait bir kampüse sahiptirler. Ancak sayıları az da olsa bir bölümü, kent merkezlerinde kira karşılığı tutulan mekanlarda eğitim yapmaktadırlar. Bu üniversitelerde yüksek meblağı bulan kira giderleri, kurucu vakıf yerine öğrencilerden alınan eğitim ücretlerinden karşılanmaktadır. Vakıf üniversitelerinin kuruluş amacı ile çelişen bu duruma, daha uzun yıllar seyirci kalınamaz.

Henüz kurumsallaşma aşamasındaki vakıf üniversitelerinin en büyük eksikliklerinden biri de, üst ve alt birimlerinin gereksinmelerini planlayabilecekleri bir bütçe düzenlerinin olmamasıdır.

Vakıf üniversitelerinin, düşük puanlı öğrenci almaları nedeniyle, iyi yetiştirilmemiş mezunlar verme olasılığı ortak kaygılar arasında yer almaktadır.

Vakıf üniversitelerine yönelik bir eleştiri de bu üniversitelerin, düşük puanla öğrenci almaları ve Devlet üniversitelerine giremeyen bu öğrencilerin yüksek ücretle üniversitede okuma fırsatı bulmaları nedeniyle, bu üniversitelerin eğitimde fırsat eşitliğini zedelediği yönündedir.

Vakıf üniversitelerinin Türk yükseköğretimindeki konumlarına yapılan en büyük eleştirilerden biri, bu üniversitelerin, devlet üniversiteleri kadrolarında yetişen öğretim üyelerini bünyelerine alarak, devlet üniversitelerini zor durumda bıraktıklarıdır."

Sorumluluk `kurucu`da

Raporda, sorunların yakın gelecekte çözülmemesinin, vakıf üniversitelerinin önemli bir bölümünü, 1970`li yıllarda yaşanan özel üniversitelerin akıbeti ile karşı karşıya getirebileceği belirtildi.

Böyle bir durumla karşılaşılmaması için sorumluluğun üniversitelerin kurucularına ve öteki yetkililerine düştüğü vurgulanan raporda, Yükseköğretim Kurulu `nun, "kendine verilen yasal yetkiler çerçevesinde, olumsuz bir gidişe meydan vermemek ve vakıf üniversitelerinin kuruluş amaçları doğrultusunda gelişmelerini ve kurumsallaşmalarını hızlandırmak için bu kurumlar üzerindeki denetimini sürdürdürmeye devam ettiği ve vakıf üniversitesi açma başvurularının değerlendirilmesinde, program açma ve kontenjan vermede olabildiğince titiz davrandığı" kaydedildi.

2007-11-29 23:15:54 Dünya


 Türk avukat Inter"i şikayet etti

 

İzmirli avukat Barış Kaşka, Fenerbahçe maçında haç işaretli forma giyen Inter"i, UEFA"ya şikayet etti. Kaşka ayrıca Inter"in 3 puanını silinmesi gerektiğini belirtti.

İSTANBUL - İzmir Barosu avukatlarından Barış Kaşka , Avrupa Şampiyonlar Ligi "nde yapılan FC Inter -Fenerbahçe karşılaşmasında Milano ekibinin giydiği formada yer alan haç işaretinin, Haçlı Seferlerinde Hristiyanların kullandığı haçlarla aynı olduğunu öne sürerek, FC Inter "in 3 puanının silinmesi gerektiğini söyledi.

Haberin devamı www .ntvspor.net

2007-11-29 15:08:20 NTV-MSNBC


 Pembe Hayat` hukuk savaşı

 

PEMBE Hayat Derneği `ne üye kişilerin kendilerine şiddet uygulayanlara karşı başlattıkları hukuk mücadelesi devam ediyor. Saldırganlar hakkında dava açıldı ve tutuklu yargılanıyorlar. Önceki günkü duruşma tanıkların dinlenmesi için 31 Ocak 2008 tarihine ertelendi.

Sanıkların "Suç örgütü oluşturmak ve suç örgütünün eylemleri çerçevesinde yağma, hırsızlık, yaralama, tehdit ve şantaj" suçlarını işledikleri iddiasıyla yargılandıkları duruşmada tanıklardan S.T uğradığı saldırılara dair ifade verdi. Makasla 3 yerinden yaralanmış olan S. T. mahkemede tutuklu sanıkları teşhis etti. Sanık Şammas Taşdemir `in ise, "Transseksü-ellerin kurdukları derneklerin çete haline geldiği herkes tarafından bilinmektedir. Kendilerine saldırdığımı iddia eden transseksüeller ve onlara tanıklık edenler söz konusu çete derneklere üyedir" diyerek kendisini savunması duruşmayı izleyenler tarafından ilginç bulundu.

Konuyu Birgün`e değerlendiren Pembe Hayat Derneği avukatı Senem Doğanoğlu, "Erya-man `daki saldırıların başlangıcından beri ifade ettiğimiz üzere söz konusu saldırılar transsek-süelleri hedef alan ve politik bir motivasyonla da işlendiği açık olan suçlardır" dedi.

ÖZLEM ZORCAN ANKARA

2007-11-29 10:02:22 Birgün


 İşkenceye tanıklık...

Karakolda işkenceye tanık olan milletvekili gördüklerini şöyle anlatıyordu: Büyük bir kapıdan geçtim, zaten o anda mehter müziği başlamıştı. Asıl çığlık seslerinin geldiği odaya daldım. Kapıyı açtım. Gözleri bağlı iki kız ve iki erkek çırılçıplak durumdaydı. İçerideki iki-üç kişi kapıyı kapamaya çalıştı

HÜSEYİN KORKUT (Arşivi )

Sabri bey arabasından çıkar çıkmaz, Manisa Emniyet Müdürlüğü kapısına doğru ilerledi. Hiçbir şey söylemedi. Kapının önüne geldiğinde elindeki çantadan `BU İŞYERİNDE İŞKENCE VARDIR!` yazılı bir döviz çıkardı ve Emniyet Müdürlüğü `nün kapısına astı. Bir süre kapının önünde durdu. Nöbet tutan polisler Sabri beyin yanında dövizi indiremedi.

`Sorguda elimizde kalıyorlar`

Sabri Ergül , Manisa Cumhuriyet Başsavcılığı Hazırlık Bürosu `ndaki ifadesinde yaşadığı olayları şöyle anlattı: "Aileler çocuklarına bir kötü muamele olmasından endişe duyuyorlar. Bu tutumunuzdan dolayı ben de aynı endişeyi duyabilirim. Bunun için lütfen çocukları yakınlarıyla ve avukatlarıyla görüştürünüz` dedim.

Nazmi Aydoğan bana hitaben;

`Beyefendi bizim bu çocuklara fazla bir şey yapmamıza gerek yok; zaten bunlar konuşuyorlar, her şeyi anlatıyorlar, biz sorgulama konusunda tecrübeliyiz. Bunlar bizim için kolay iş, biz esas Hizbullahçıları sorgularken sıkıntı çekiyoruz. Ben doğuda, Bingöl `de görev yaptım. Hizbullahçılar suçlarını itiraf ederlerse; örgütleri hakkında bilgi verirlerse doğrudan cehenneme gideceklerine inandıkları için konuşmuyorlar ve asıl onlar sorguda elimizde kalıyorlar` dedi.

Bir çığlık sesi

Çok kısa bir süre, belki birkaç dakika Nazmi Aydoğan `ın odasında bekliyorduk ki karşıdan bir çığlık sesi ardından ve derinden peşi sıra çığlık sesleri geldi. Koridora açılan büyük bir kapıdan geçtim, zaten o anda mehter müziğini andıran bir müzik yayını başlamıştı.

O kapıdan girdikten sonra uzun bir koridor , içinde sağlı sollu banklar, banklarda oturan gözleri bağlı çocuklar ve çocukların önünde yerde yatan çıplak ve gözleri bağlı bir erkek çocuğunu bir an gördüm.

Bu koridor üzerinde solda ikinci kapı olan; asıl çığlık seslerinin geldiği odaya daldım ve kapıyı tam açtım; o anda odada gözleri bağlı ikisi kız ikisi erkek olan kişileri çırılçıplak vaziyette gördüm.

Kızların yaşları genç kız düzeyindeydi ve ikisinin saçları uzundu. Erkeklerden birisi oturuyor birisi ayaktaydı. Yerde olan kızın başında üç-dört kişi, diğerlerinin yanında da iki üç kişi olmak üzere o odada beş altı sivil giyimli kişi gördüm.

Odaya girdiğim anda gördüğüm bu manzara karşısında şok olmuştum.

Bir anda kapıda hayretle durduktan sonra tam çocukların yanına ; odanın içine girecektim ki içeridekilerden iki-üç tanesi kapıya hızla geldiler; önüme geçtiler.

O anda kapıyı kapatmaya çalıştılar. Kısa bir süre kapıda içeridekilerle aramızda kapıyı açma-kapama, içeri girme-sokmama konusunda karşılıklı kapıyı zorlama oldu!

`Sırtta yeşil leke`

Saat 19.00`a geliyordu, hava kararmıştı. Ben süratle yanımda avukat Safiye Atmaca , CHP Merkezi ilçe ve il örgütünden görevli partililer ve Tabip Odası Başkanı ile birlikte Manisa Devlet Hastanesi `ne gittik.

Ben doktora hitaben kendimi tanıttım ve `Bakınız muayeneyi polisin bulunduğu bir ortamda yapıyorsunuz. Sağlık Bakanlığı Genelgeleri ve mevzuat gereğince bu tür vakalarda, gözaltındaki sanığın yalnız başına, yanında polis olmaksızın ve soyulup vücudu incelenerek muayenesinin yapılması gerekir.

Bunların hiçbirinin olmadığını görüyoruz. Şimdi lütfen ben dışarıya çıkıyorum, buradaki polis de dışarıya çıksın ve siz görevinizi usulüne uygun yapınız ve çocuğu yalnız başına; soyarak, gereği şekilde muayene ediniz ve raporunuzu veriniz` dedim ve odadan çıktım.

Tabip Odası Başkanı Osman bey ve diğerleri de tanıktır.

Hatta Osman bey meslektaşları olan doktorlardan dışarıda bulunan ve uzman olduğunu sandığım birkaç kişiye; `Bakanlık ve biz bunları tamim ettik, muayenelerin polis olmadan soyularak yapılması lazım hatta gerekli bulunursa sanığı uzman hekimin de görmesi Bakanlık mevzuatında var. Ayrıca, muayenelerin Adli Tabip Formlarına muhakkak işlenmesi gerekiyor` dedi.

Sonradan, dosyada raporlarını tetkik ettiğimde gördüm ki doktor; Mehmet Kaya `yla ilgili raporunu, polisin sevk kâğıdının altına şerh düşerek vermiş ancak uyarımız üzerine soyarak yaptığı ikinci muayeneden sonra raporuna ek olarak Mehmet Kaya `ya da 78 cm. ebadında, sırtta yeşil renkli ekimotik leke bulgusu yazmış.

Hepsinde hastalıklar

Binada ve savcılıkta gördüklerim şunlardı; Şimdi görsem tanıyabileceğim ve Terörle Mücadele Şubesi `nde işkence yapılan odada gördüğüm polisler ve diğer sivil polisler, çocukların her birini bir salonda ayrı-ayrı oturtmuşlardı ve konuşmalarına imkân vermeden başlarına polis dikilmişti.

Savcı beyin oda kapısının dışında; içeridekileri duyma gayreti içerisinde ve kulaklarını aralık duran prefabrik ahşap savcılık kapısına dayamış olan iki sivil polis vardı.

Bir hukukçu olarak polislerin adliyede, ifade aşamasında bile sanıklara baskı yaptıkları ve yönlendirdikleri izlenimini edindim.

Daha önce sayın başkana verdiğim ve kamuoyuna açıkladığım, ayrıca sayın savcılığınıza da gönderdiğim; gözaltındaki sanıkların yazılı anlatımlarına, ifadelerine, hayatın akışına uygun olan; sanıkların gözaltında kötü muamele ve işkence sonucu fenalaşarak hastane sevklerine ve orada tedavi olduklarına dair polisçe `gizlenen` hastane kayıtlarını ve belgelerini kamuoyuna açıkladım.

Bu yapılan işkenceler sonucu; hemen hepsinde hastalıklar meydana geldiğini; kulak deformasyonu, kulak zarı delikliği, ciğerler ve böbreklerde iltihaplanma, kas ağrıları ve kasılmalar, tüberküloz olduklarını, bu hastalıklara yakalandıklarını ilaç ve hastane tedavisi gördüklerini olayı bugüne kadar izlemem sonucunda tespit ettim."

* * * * *

`Sakla gözyaşını, sakın akmasın`

Tahliye kararından sonre cezaevine geldiğinde bir ses yükseldi:

"Yoldaşlar! Bugün bizim için çok önemli ve güzel bir gün. İki yoldaşımızın daha zindanlardan çıkışını ateş yakıp etrafında halay çekerek kutlayacağız."

Ateş bir anda kocaman oldu. Biri Ertuğrul `un eline bir mendil vererek halayın başını çekmesini söyledi.

Kara günler dert açanda gönlüne

Derde derman zor bulunur ellerde

Sakla gözyaşın, sakın akmasın

Dost bağında bir gül ol ki düşman ağlasın

...

Halaylar kur dağlar boyu

Kondular sokaklar boyu

Eller katılsın coşkuna

Haydi kol kola hey!

Haydi kol kola.

...

Çifte mutluluk

Ertuğrul , Mükerrem ablasına gittikleri o gece mutluluğun en büyüğünü yaşıyordu. Annesinin yanında ve özgür olmak ona çifte mutluluk yaşatıyordu. Utanmasa, annesinin koynunda uyuyacaktı o gece. Defalarca annesini öptü, kokusunu içine çekti. Uykusu gelmiyordu bir türlü. Gözlerini kapatmaya da korkuyordu... İşte yine başlıyordu içindeki Ertuğrul konuşmaya!

"Ne olursa olsun gözlerimi kapadım, açmayacağım. Kendimden kaçmayacağım. Yarını değil bu anı yaşayacağım!..."

Ne kadar zaman geçti bilmiyor, yarın ne olacak kestiremiyordu... İçindeki `ben`i itirazsız dinliyordu... Gözkapakları ağırlaştı artık, istese de açamayacaktı... Uykusu mu derindi?... Yattığı yer mi serindi?... Önemi kalmadı uykuya dalınca... Başından fikirlerini salınca... İşte böylece daldı uykuya.

`Neşeli olmayı başarabilir miyim? Kendim mi olsam daha iyi yoksa maskelesem mi yüzümü? Umarım işkence hakkında bir şey sormaz kimse... Ya cop olayını duydularsa? Nasıl bakacağım yüzlerine? Benim aslında `ben` olmadığımı öğrenecekler mi?`

Ertuğrul TİHV `ye sık-sık gitmeye başladı. Vakfın çalışanlarıyla arasında ağabey, abla, kardeş ilişkisi olmuştu. Yalnız Alp Bey ile görüşmelerinde her zaman araya mesafe koyuyordu. Onu bir psikiyatrist olarak değil bir ağabey gibi gördüğü için gözaltında yaşadıklarının hepsini anlatamıyor, sıkılıyordu.

Üç ay cezaevinde, üç ay da dışarıda geçmişti. Yani işkenceye maruz kalışlarının altıncı ayı dolmuş, ama hâlâ polisler hakkında işkence yaptıkları `iddiası `yla bir dava açılamamıştı!

Bu gerçek her aklına geldiğinde `bu ülkede yargının bağımsızlığına inancı` zedeleniyor, ama yine de basına ya da herhangi bir yere bu fikrini söylemek istemiyordu.

İsyan

`Dosya güvenlik nedeniyle nakil incelemesi için Adalet Bakanlığı `nda bulunduğundan, ilk duruşma 21 Ağustos 1996 tarihine ertelenmiştir.`

Bu, avukatların beklemedikleri bir durumdu. Ertuğrul içinse tam bir şok... İsyanını basının önünde yapmaya kalkıştı, ancak avukatlar ve Sabri bey ona engel oldu. Öfkesini içine akıtan Ertuğrul , CHP il binasına koştu ve tuvalette dakikalarca ağladı...

* * * * *

Tahliye sonrası feryat: Götürmeyin kızımı

Manisa davasında duruşma günüydü. Duruşma salonunun önünde pek çok sanatçı destek için toplanmıştı. Yılmaz Erdoğan `ın bir yanında Demet Akbağ , bir yanında Türkan Şoray vardı. Katılan sanatçılardan görülebilen şunlardı:

Edip Akbayram , Mahsun Kırmızıgül , Ferhat Tunç , Menderes Samancılar , Settar Tanrıöğen , Sinan Bengier , Serhat Özcan , Onur Akın , Bican Günalan , Cem Akgün , Suavi , Olgun Şimşek , Cahit Taş, Deniz Erdoğan , Caner Akkaya , Emine Şans, Umar, Deniz Özermen, Binnur Kaya , Devin Özgür Çınar , Necati Akpınar , Celal Tak , Engin Günaydın , Can Kahraman ...

Yılmaz Erdoğan diğer sanatçı arkadaşları adına da okuduğu açıklamasında şöyle dedi:

"Manisa davası olarak kamuya yansımış olan gençlerimize, çocuklarımıza yapılan işkence uygulamasına ve yüklenmeye çalışılan suça karşı bütün parti ve siyasi gruplardan bağımsız olarak duruşmaya geldik.

Hiçbir organize grubun, suçu ne olursa olsun bir insana insanlık dışı muamele uygulamasına, işkence yapılmasına; onların bedenlerinde, sosyal yaşamlarında, ruhsal yapısında onarılmaz tahribatlar açmasına izin vermeyeceğiz."

Sanatçıların duyarlılıklarının ifadesi olan bu konuşmayı Yılmaz Erdoğan okurken gençlerin aileleri ağlıyorlardı.

`Darısı başımıza`

Ertuğrul `un beyni zonkluyordu, bu zonklamanın ardından girdiği sarmalın içinden çıkıyordu. Duruşma salonundan çıktıklarının ayrımına şimdi-şimdi varıyordu. Duruşmanın bittiğinin farkında bile değildi. Hızlı adımlarla cezaevi aracına bindirildiler. Arabanın içindeki gençlerden biri; "Tebrikler Ertuğrul , tahliye oldun, darısı bizim de başımıza" dedi.

DGM `nin batı kapısına yanaşan cezaevi aracı ağır-ağır uzaklaşırken Manisalı gençlerin anneleri feryatlar koparıyorlardı.

Bir annenin cezaevi aracının arka kapısına tutunarak ve kendini yerlere atıp saçlarını yolarak söylediği şu sözler daha sonra bir ulusal televizyon kanalının ana haber bültenlerinin jeneriği olacak ve tüm zihinlerde yer edecekti: "Götürmeyin kızımı... ne olur götürmeyin,

o daha çok küçük!"

YARIN: Buna adil yargılama demek mümkün mü?

2007-11-29 04:59:44 Radikal


 Otelde adam öldüren polise 15 yıl hapis

 

Beşiktaş’taki bir otelde, arkadaşını silahla yaralayan bir kişiyi öldürdüğü iddiasıyla yargılanan polis memuru, 15 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi, Çağatay Lök’ün ölümüne ilişkin davada, sanık polis memuru Ümit Soydaner’i, “adam öldürmek” suçundan müebbet hapis cezasına mahkum etti

Beşiktaş ’taki bir otelde, arkadaşını silahla yaralayan bir kişiyi öldürdüğü iddiasıyla yargılanan polis memuru, 15 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi , Çağatay Lök ’ün ölümüne ilişkin davada, sanık polis memuru Ümit Soydaner ’i, “adam öldürmek” suçundan müebbet hapis cezasına mahkum etti. Sanığın eylemi, “haksız tahrik” altında işlemesi ve duruşmadaki iyi hali nedeniyle bu cezayı 15 yıl hapse dönüştüren mahkeme heyeti, Soydaner ’i, “ruhsatsız silah kullanmak” suçundan da 10 ay hapis cezasına çarptırdı. 10 Kasım 2006 tarihinde, sanık polis memuru Ümit Soydaner ’in, arkadaşı Ali Ocak ve iş adamı Caner Kaya ile ilçedeki bir otelde öldürülen Çağatay Lök ’le tartışmıştı. Lök ’ün, daha sonra tartıştığı Kaya ’yı, tabancayla yaralamasının üzerine Soydaner ’e Lök ’ü vurarak öldürmüştü.

5 yıla kadar hapis isteniyor

Öte yandan Fatih ’te, “dur” ihtarına uymadığı gerekçesiyle bir genci tabancayla vurarak öldürdüğü için yargılanan polis memurunun, 1 yıl 4 ay ile 5 yıl arasında hapis cezasına çarptırılması istendi. İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen duruşmada, tutuksuz sanık Bayram Ergin hazır bulundu. Duruşmaya, ölen Aytekin Arnavutoğlu ’nun yakınları da katıldı. Duruşmada Esas hakkındaki görüşünü açıklayan Cumhuriyet Savcısı Orhan Erbay , İstanbul Emniyet Müdürlüğü Bomba İmha Bürosunda görevli polis memuru Bayram Ergin ’in, “ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlere ilişkin sınırın kast olmaksızın aşılması suretiyle adam öldürmek” suçundan cezalandırılması gerektiğini kaydetti. Sanık Bayram Ergin ’in, 1 yıl 4 ay ile 5 yıl arasında hapis cezası ile cezalandırılmasını isteyen savcı Erbay , sanığın bu aşamada tutuklanmasına da yer olmadığını bildirdi.

Sanık avukatlarının savunma hazırlamak için süre istemesi üzerine duruşmayı erteledi.

11 Mayıs 2006 günü saat 23.00 sıralarında, polis memuru arkadaşının yönetimindeki araçla Unkapanı ’ndan Fatih ’e doğru giderken Aytekin Arnavutoğlu ’nun, kullandığı plakalı aracı takip etmiş. Takibin ardından Arnavutoğlu ’nun aracına doğru ateş etmişti. Polisisin silahından çıkan kurşunla yaralanan Arnavutoğlu ’nun kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetmişti. (İstanbul /EVRENSEL )

2007-11-29 11:58:44 Evrensel


 

 

Canım Babam Hasan ÖZDERIN ’in Aziz Hatırasına,

( 13 Aralık 2004 – Söz Eylemini Yitirdi...)

 

OZDERIN, M.

 

Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages