Hedefteki Ülke: Suriye-AYDIN BOLAT-SDE

0 views
Skip to first unread message

Erkan Sozen

unread,
Sep 4, 2013, 6:54:26 AM9/4/13
to

Suriye’de Durum

Mağrip’ten esen Arap Baharı rüzgârlarının etkisiyle Suriye halkı; 40 yıllık despot Baas rejimine karşı özgürlük, onur, demokrasi ve hak talepleriyle ayağa kalktı. Şiddet içermeyen gösterilere rejimin silahla, şiddetle tepki vermesi ülkeyi bir iç savaş ortamına taşıdı. Üç yıla yakın zamandan beri devam eden iç savaşlar rejimle muhalifleri, radikal gruplarla diğer muhalifleri ve bazı etnik gruplarla diğerlerini karşı karşıya getiren kaos ortamına taşındı. Onlarca muhalif grubun birbirleriyle ve rejim güçleri ile destekçileriyle savaştığı bir çatışma süreci yaşanıyor. Aynı zamanda bölgesel güçler ve küresel aktörler arasında güç mücadelesine sahne olan bir Suriye tablosu var.
Başta kuzeyi ve doğusu olmak üzere neredeyse ülkenin 2/3’ü muhalif grupların kontrolünde. 23 Milyon olan ülke nüfusunun 1/3 yerinden yurdundan olmuş bir halde. 2,5 Milyona yakın ülke dışına çıkmış mülteci var. 5 Milyona yakın iç mülteci var. 100.000’inin üzerinde Suriyeli 3 sene içinde öldürüldü. Bir bu kadar hapiste, bir o kadar da yaralı insan var şehirler harap edildi ülkenin altyapısı çöktü. En son Şam’ın kenar semtinde kimyasal silahlar ve zehirli gazlarla 1500 insan katledildi. Değişik bombalama ve saldırılarla öldürülen yüz bin insanı görmeyen Batılı küresel güçler; kimyasal katliamı uluslar arası hukuk açısından suç görerek, kırmızı çizgilerin aşıldığını söyleyerek hareketlendi. Başta ABD, Fransa, İngiltere olmak üzere BM’re rağmen meşruiyet arayışlarıyla birlikte askeri müdahale seçeneğini gündeme aldılar.
Bugünkü tabloda Suriye krizi artık dışarıdan bir müdahale olmadan çözümlenemeyecek bir durumdadır. Rejim tarafından sivillerin hunharca katledilmelerine karşı keşke başka bir çözüm seçeneği bulunabilseydi!

 

Askeri Müdahale Tartışmaları

BM gözlemcilerinin raporları henüz açıklanmasa da Kimyasal silah kullanıldığından emin olduğu Esad rejimini “sınırlı ve cezalandırıcı” bir hava saldırısı ile vurmayı tasarlayan Obama, son aşamada bunun için kongrenin onayını almaya karar verdi. Nedeni; maksimum tutarlılık ve meşruiyet onayının yanında %80’i savaş istemeyen Amerikan kamuoyunu böyle bir operasyona hazırlamak olabilir. Beki de daha ağır bir cezalandırma operasyonu için kongre desteğine ihtiyaç duyuyordur. Zira çok sınırlı ve dar olacak bir operasyon Başkan’ın yetkisi dahilinde yapılabilirdi! Suriye’deki bu vahim tablo karşısında ABD’nin süper güç olarak bölgesel liderlik imajı zaten sarsılmıştır. Eğer kongreden karar çıkartamaz ise askeri ve stratejik inandırıcılığı, prestij ve caydırıcılığı tamamen biter. İngiliz parlamentosunun hükümetine operasyona katılma izni vermemesi Obama’yı ABD’nin kadim müttefikinin desteğinden yoksun bırakmıştı. Fransa ise önce müdahale için çok hevesliyken sonra geri adım attı. İngiltere’nin olumsuz tavrından sonra ise yeniden müdahale için hazır olduğunu deklare etti. İsrail Başbakanı Netenyahu operasyona desteğini açıkladı ancak sessiz kalmayı tercih eden bir tutum sergiliyor. Arap Birliği uluslar arası toplumu, kimyasal silah kullanan Esad rejimine karşı caydırıcı ve cezalandırıcı tedbir almaya çağırdı ancak bunun nasıl yapılması gerektiğini açıklamadı. Afganistan ve Irak örneklerine bakarak yabancı müdahale ilke olarak kötüdür ve tasvip edilemez. Ancak Bosna ve Kosova örneklerine bakarakta kendi halkını katleden ve insanlık suçu işleyen zalim diktatörlere seyirci kalmak ve çaresiz beklemek daha da kötü değil midir? ABD’nin Suriye’ye askeri müdahaleyi geciktirmesi, belki içeride Suriye silahlı kuvvetlerinin bu ağır baskıya dayanamayarak bir “darbe” yapması içindir!
Böylece rejim değişmez ancak el değiştirmiş olabilir. Beklenen ya da tercih edilen çözüm beklide böyle bir sonuçtur. Hedefteki ülke Suriye’nin krizi; her şeyin masada olduğu, bütün risklerin ve ihtimallerin hesapta olduğu; dünyanın ve bölgenin başını döndürebilecek nitelikte bir kriz olduğu su götürmez. Esad rejimini ve bütün güç merkezlerini yerle bir edecek bir ABD operasyonu (söylenenlerin aksine) bile sürpriz olmaz...!

 

Batı’nın Çıkmazı ve İronisi

Yüz binin üzerinde kendi halkını katleden, ülkesini iç savaşa sürükleyen, bölgesel ve küresel istikrar ve güvenliği tehdit eden, uluslar arası hukuk ve anlaşmalara aykırı olarak kimyasal silahlar ve zehirli gazlarla sivilleri bebek, çocuk, kız, kadın demeden yok eden bir diktatörü cezalandırmayı düşüneceksiniz. Ancak o diktatörün rejimini devirmeyi istemeyeceksiniz! Bu ne yaman paradokstur. Trajik olduğu kadar ironik bir tutum değil midir? O zaman siz tarafların birbirlerine askeri bir üstünlük kuramadan sonsuza kadar bu şekilde savaşmalarını istemiş olmuyor musunuz? “Suriyeliler yani Müslümanlar birbirini kırsın” Batı’nın tercih ettiği senaryo belki de budur.

Batı hala Baas rejiminin yerine geçebilecek Batı dostu bir muhalif bloğu bulabilmiş değil. Esad sonrası onlar için bir kâbus. Mısır’daki, Tunus’taki bir tablo onların istemediği durum. İslami hareketlerin Suriye’de güçlenmesini ve iktidar olmasını istemeyen Batı, “Esad ölmesin muhaliflerde onmasın yani birbirlerini yesinler” için bir denge ve zaman politikası izliyor. ‘Laik Esad’ ile ‘İslamcı Muhalifler’ ikilemi Batı’nın çıkmazıdır. Onlar Suriye devrimine, özgürlük savaşına destek olmayı ve Suriye halkının lehine bir girişimde bulunmayı düşünmüyorlar. Onların değerleri yok, çıkarları var. Birde “İsrail’in güvenliği.” 
ABD, İngiltere, Fransa ekseni yani Batı; ellerini attıkları her yere savaş, ölüm, yoksulluk götürdüler. Haiti’den Şili’ye, Mısır’dan Suudi Arabistan’a, vahşi darbeleri, eli kanlı diktatörleri destekledir. 20. yüzyılda yol açtıkları savaşlarla on milyonlarca insan öldü. Havuç sloganları: insani yardım, demokrasi götürme, katliamları engellme, diktatörleri devirme, sivilleri koruma, terörizmle savaş, kitle imha silahlarını önleme oldu. Arkadaki ellerinde tuttukları sopayla ise işgal, savaş, ölüm, bombalama, vahşet, işkence, tecavüz, istikrarsızlık, kriz, kaos, çatışma, talan, sömürü, soygun ve hegemonya oldu. Özellikle İslam coğrafyasını on yıllardır yangın yerine çevirdiler yukarıdaki ikiyüzlü politikalarını acımasızca uyguladılar.

Arap Baharı’nın, Ortadoğu halklarının özgürlük ve onur mücadelesinin de dostu olmadılar. Fansa Tunus’ta diktatörü son ana kadar savundu. ABD Mısır’da Mübarek’in sonuna kadar yanında durdu. Şimdi de Mübarek rejimini geri getirmeye çalışan orduyu, darbeyi destekliyorlar.
Özelde ABD; aşırı saldırgan neocon Bush ile Irak ve Afganistan’dan askerlerini çeken İslam Dünyası’yla ılımlı ve olumlu ilişkiler kurmaya çabalayan aşırı ihtiyatlı Obama arasında stratejik dengeyi bir türlü bulamıyor.


Esad Baas Rejimi ve Destekçileri


Suriye’de her katliam sonrasında Esad ve onu destekleyenler önce katliamı reddediyorlar, anlaşılınca muhaliflere atıyorlar sonra da Emperyalist dış müdahale kışkırtılıyor diyorlar. İran devrim muhafızları, Lübnan menşeli Hizbullah unsurları rejim güçleriyle birlikte muhaliflere karşı savaşıyorlar. İran, ırak ve Rusya’dan silah, para, lojistik destek alıyorlar. BM’de Rusya ile birlikte Çin’in vetosu rejimi ayakta tutan en önemli dinamiklerden. Suriye’ye askeri müdahaleye de karşı çıkıyorlar. Ancak olası bir müdahaleye de yapabilecekleri fazla bir şey de yok gibi gözüküyor.


Türkiye Ne Yapmalı?


Suriye’de yaşananların, belki bütün ülkelerden çok 920 km.lik sınırıyla Türkiye’yi etkilediği ve ilgilendirdiği muhakkaktır. Krizin hem insanı, ahlaki boyutları hem de güvenlik ve istikrar için milli çıkarları açısından bir an önce çözülmesini istemektedir.
Faturası Türkiye’ye giderek ağırlaşan krizde bu güne kadar bir uçağımız düşürüldü, 100’e yakın vatandaşımız öldü, sınır yerleşim yerlerindeki vatandaşlarımızın sıkıntıları artıyor, evlere havan topları düşüyor, okullar, köyler belki ilçeler boşaltılma aşamasında, 500 bine yakın mülteci içimizde barınıyor, 2 Milyar Doların üzerinde bir kaynak mültecilere harcanmış durumda. Sonuç olarak cari durum Türkiye’ye siyasi, sosyal ve ekonomik olarak zarar veriyor, tehdit ve risk oluşturuyor.

Türkiye, bu süreçte mevcut durumu iyileştirmek ve Suriye’nin başka aktörler tarafından dizayn edilmesine müsaade etmemek için mutlaka kendi oyununu kurmalı ve uygulamalıdır. Ülke olarak Suriye’de ya kazanacağız ya da bu saatten sonra büyük bir risk listesiyle karşı karşıya kalacağız. Parolamız ‘günü kurtaralım’ değil ‘geleceği inşa edelim’ olmalıdır.
Suriye’ye dışarıdan askeri müdahale başından beri Türkiye’nin Suriye konusundaki tutarlı, insani, haklı ve vicdanlı duruşunun doğruluğunu ispatlar. Her şeye rağmen Türkiye bu müdahalenin ne kadar az bir parçası olursa o kadar iyi olur. Tıpkı Irak ve Afganistan’da olduğu gibi. O kadar içinde ve o kadar dışında olmalıyız.

Aynen oradaki gerekçeler için böyle davranmalıyız. Suriye’deki katliamları önlemek için yapılsa da duruşumuz, Mısır’da karşı karşıya geldiğimiz Batılı güçlerle aynı koalisyon içinde olmamalıdır. Zaten Türkiye olarak Suriye için üzerimize düşeni bu güne kadar fazlasıyla yaptık, yapıyoruz ve daha da yapmamız gerekiyor. Aksi hal Türkiye’nin bölge ve İslam Dünyası vizyonu açısından telafisi mümkün olmayan zararlar verir.

 

Sonuç
Suriye ve Mısır Krizi, Ortadoğu’daki diğer gelişmeler birbirinden ayrı mütalaa edilemez. Mısır’da halkın devrimine karşı yapılan darbeye Rabia direnişi kanla, katliamla engellenmeye çalışılırken daha önce defalarca yapıldığı halde birden Suriye’deki kimyasal saldırının gündeme girmesi Mısır’ın gözden kaçırılması ve perdelenmesine hizmet ettiğini göz ardı edemeyiz. Mısır, Suriye, Filistin’deki gelişmeler küresel Batılı güçlerin ve İsrail’in kısa vadedeki kazançları olarak görülebilir. Batı yüzyıllık oyununu yine sahneliyor. İslam Dünyası’nı ve Müslümanları birbirine kırdırmayı sürdürüyor. Altı aylık periyotlarla ayrılabilecek kısa, orta ve uzun vadeler dikkate alınırsa Türkiye orta ve uzun vadede mutlaka kazanan taraf olacaktır.

Dışişleri Bakanı Davutoğlu diyor ki; “Türkiye’nin yüksek profilli dış politikasından rahatsızlık duyanlar var ancak bu Türkiye’yi belli risklerden koruyor. Türkiye’nin elinde pazarlık gücünü arttıran çok kartı var. Türkiye’nin Suriye’de, Mısır’da ve bölgede moral üstünlüğü var. Türkiye’nin kontrolü dışında gelişen konjonktürün faturasını Türkiye’ye çıkaranlar var. “sıfır sorun” bir ilkedir ama zulmün karşısında sessiz kalmamakta bir adalet ilkesidir. Bizim Ortadoğu’daki çıkarımız istikrardır.” Davutoğlu Ortadoğu’daki iki yolu da şöyle açıklıyor: “ya güvenlik uğruna özgürlükler feda edilecek ve kaos büyüyecek ya da ilkeli politika izlenerek uzun vadede demokrasi temelli istikrar kurulacak.” Geçici yönetimlere, diktatörlere değil halklara, haklara, değerlere, ilkelere yatırım yapan Türkiye bu “Değerli Duruş”yla orta ve uzun vadede mutlaka kazanacaktır. Esad’da, Baas rejimi de artık yaşayan bir ölüdür. Müslümanlar yapmazlarsa, yapamazlarsa “Allah zalimleri başka zalimlerin elleriyle de mahv-u perişan eder.” Herkes çekilip gittiğinde yanı başımızdaki Suriye’ye düzen ve istikrarı getirmek yine bize kalır.

Suriye ve Mısır’da ne olursa olsun Dünya yeniden kuruluyor, bölge yeniden dizayn edilecek. Türkiye bu büyük değişime kendini hazırlamalıdır. Türkiye’nin bu güç potansiyeli vardır. “Değerli Duruş”unu değerli başarılarla taçlandıracak fırsatları basiretle yönetebilmelidir.

Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages