*****ATATÜRK BELGE VE FOTOGRAFLARI*****

39 views
Skip to first unread message

TÜRK GÜCÜ

unread,
Apr 2, 2008, 1:58:53 PM4/2/08
to Türk Gücü-Türk Milliyetçisi Grup
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Başbuğ Atatürk'e ait fotografların
ve
belgelerin yayınlanacağı konu başlığı tekrar düzenlenmiştir.
Paylaşımları bu konu altına yapmanızı rica ederim.
Saygılarımla.

T.G.


TÜRK GÜCÜ

unread,
Apr 5, 2008, 9:45:26 AM4/5/08
to Türk Gücü-Türk Milliyetçisi Grup
....ATATÜRK DİYOR Kİ;


_"Ey,Vatan toprağı,sana herşey feda,kutsal olan sensin,hepimiz senin
fedaileriniziz."


_1904 yılında Harp Akademisinde arkadaşlarına
sesleniyor."Yıkılmakta İmparatorluktan,yeni bir Türk Devleti
çıkarmalıyız.Köhnemiş olan bu çürük yönetimi yıkmak,milleti
hakim kılmak ve Vatanı kurtarmak için sizi göreve davet
ediyorum."(23 yaşında)


_Harp Okulunda sınıf arkadaşı Ali
Fuat(Cebesoy)"Düşüncelerimizi,sayıları binleri bulan Harp Okulu
öğrencilerine aşılamak için,daha kurmay sınıflarına geçmeden
gizli bir ögüt kurarak el yazısı bir dergi çıkardık.Lideriiz
Mustafa Kemal di.Gelecek tehlikeli sorumluluğun en büyük yükü onun
omuzlarındaydı."


_"Askerliğin herşeyden önce yaratıcılığını severim.Türk
Ordusu,vatan evlatlarını yetiştiren irfan ocağıdır.Ordunun
temelini oluşturan subaylar,vatan için ölümü göze alan
savaşçılardır.Fedakarlık sınıfının en önünde yer alan
şerefli insanlardır.Millet zarar görürse bunun sorumluluğu
subaylara ait olacaktır."


_"Aldığım sormluluk basit bir şey değildir.Ancak ben Vatanım yok
olduktan sonra yaşamamaya karar verdiğim için bu kutsal görevi
yüklendim."


_"Asil Milletime şunu öğütlerim kibağrında yetiştirerek
başının üstüne çıkaracağın adamların kanındaki,vicdanındaki
öz mayayı çok iyi incelemeye dikkat etmekten hiç bir zaman
vazgeçmemelidir."


_"Hür ölünecek,fakat asla esir ve zelil yaşanmıyacaktır."


_Bandırma Vapuru,düşman savaş gemilerinin arasından geçerken
işgalcileri kastederek;"Bunlar işte böyle yanlız
demire,çeliğe,silah gücüne dayanırlar.Bildikleri tekşey
maddedir.Bunlar Hürriyet uğruna ölmeye karar verenerin gücünü
anlamazlar.Biz Anadoluya,ne silah ne cephane götürüyoruz.Biz ideali
ve imanı götürüyoruz."


_ABD Mandacılığını isteyenlere 1919 yılında verdiği yanıt;
"Ahmaklar,Amerikan mandacılığına,İngiliz koruyuculuğuna
bırakmakla Vatan kurtulacak sanıyorlar.Oysa kendi rahatlarını
sağlamak için bütün bir Vatanı ve tarih boyunca devam eden TÜRK
bağımsızlığını feda ediyorlar.Oh ,ne ala.Mücadele yerine
mandayı kabul edeceğiz ve rahata kavuşacağız.Bu ne gaflet,ne
körlük ve budalalıktır.Öyle bir manda egemenlik haklarımıza
temsil haklarımıza,kültür bağımsızlığımıza,Vatan
bütünlüğümüze dokunayacakmış.Bu hiyanete değil
Amerikalılar,çocuklar bile güler.Amerikalılar,kendilerine çıkar
sağlamıyan böyle bir mandayı neden kabul etsin?Amerikalılar bizim
kara gözümüzemi aşıklar?Bu ne aymazlık,bu ne gaflettir?"


_"Hiç bir zaman baş eğmeyeceğiz.Tuutuğumuz yolda sonuna kadar
yürüyeceğiz.Hiç bir şartta teslim olmayacağız.Yerli yada
yabancı düşmanlar karşısında haklarımızı savunacağız.Son
varlığımız tehikede.Eğer yenme umudumuz kalmazsa,bir TÜRK
BAYRAĞININ altına sığınıp İSTİKLAL uğrunda can vereceğiz."


<http://www.mehmetcik.org.tr/onlinebagis/>
<http://www.stargundem.com/>


------
---------------------------------------------------------------------------­----------------------------
(BAZI GRUPLARDA MAİL ALIMIM YOK. LÜTFEN ÖZELDEN YAZINIZ )
---------------------------------------------------------------------------­----------------------------


*- Türk Milleti bağımsız yaşamış ve bağımsızlığı var olmalarının
Yegane
koşulu olarak kabul etmiş cesur insanların torunlarıdır. Bu millet
hiçbir
zaman hür olmadan yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır.


MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
*---------------------------------------------


(SANCAKBEY)
-------------------------
TOLGA KANDEMİR
-------------------------


DAHA FAZLASI ÇİN :
*http://groups.google.com/group/masal-diyari
*
Masal Diyari Radyo :
*http://masaldiyari35.blogspot.com/*

TÜRK GÜCÜ

unread,
Apr 5, 2008, 9:47:20 AM4/5/08
to Türk Gücü-Türk Milliyetçisi Grup
*Beşike Hadisesi*


*Gafil, hangi üç asır, hangi asır,
Tuna ezelden Türk diyarıdır.
Bilinen tarih söylememiş bunu,
Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak,
Dinleyin sesini doğan tarihin,
Aydınlıkta karaltı, karaltıda şafak.
Yaşanan tarihi gömüp doğru tarihe gidin.
Asya'nın ortasında Oğuz oğulları,
Avrupa' nın Alpler' inde Oğuz torunları,
Doğudan çıkan biz, batıda yine biz;
Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz.
Hep insanlar kendini bilseler,
Bilinir o zaman ki hep biriz.
Türk sadece bir milletin adı değil
Türk bütün adamların birliğidir.
Ey birbirine diş bileyen yığınlar!
Ey yığın yığın insan gafletleri!
Yırtılsın gökteki gafletten perde,
Hakikat nerede?*


*Mustafa Kemal Atatürk*


**


*(Çeşitli kaynaklarda Atatürk'ün 1905'te Sinop'ta yazdığı belirtilen
Beşike
Hadisesi başlıklı şiir, onun bilincinde henüz 24 yaşındayken yer
etmiş
Türklük duygularını gözler önüne seriyor) *


<http://www.mehmetcik.org.tr/onlinebagis/>
<http://www.stargundem.com/>


------
---------------------------------------------------------------------------­----------------------------
(BAZI GRUPLARDA MAİL ALIMIM YOK. LÜTFEN ÖZELDEN YAZINIZ )
---------------------------------------------------------------------------­----------------------------


*- Türk Milleti bağımsız yaşamış ve bağımsızlığı var olmalarının
Yegane
koşulu olarak kabul etmiş cesur insanların torunlarıdır. Bu millet
hiçbir
zaman hür olmadan yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır.


MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
*---------------------------------------------


(SANCAKBEY)
-------------------------
TOLGA KANDEMİR
-------------------------


DAHA FAZLASI ÇİN :
*http://groups.google.com/group/masal-diyari
*
Masal Diyari Radyo :
*http://masaldiyari35.blogspot.com/*
.com/*

TÜRK GÜCÜ

unread,
Apr 5, 2008, 9:50:08 AM4/5/08
to Türk Gücü-Türk Milliyetçisi Grup
Atatürk'ün Ortadoğu Vasiyeti


*Atatürk'ün Ortadoğu vasiyeti*


*'Filistin'in, Lübnan'ın emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade
etmeyiz' diyen Ata, Cumhuriyet yöneticilerini de tehlikeye karşı
uyardı.*


Şimdi kendimize kafi derecede güvenip ve kudretimizi bildiğimiz için
İslamiyet'in mukaddes yerlerinin Museviler'in ve Hristiyanlar'ın
nüfuzunun
altına girmesine mani olacağız. Buraların Avrupa emperyalizminin oyun
sahası
olmasına müsaade etmiyeceğiz.' Bu sözler Türkiye Cumhuriyeti'nin
kurucusu
Mustafa Kemal Atatürk'e ait...


*Ankara'da çatlak *


Güney Lübnan'a konuşlanması planlanan çokuluslu istikrar gücüne
katkıda
bulunmak isteyen BM üyesi ülkeler, bölgede çatışmanın sona ermesini
beklerken, İsrail Başbakanı Ehud Olmert ise barış gücü Lübnan'da
konuşlanmadan ateşkes olamayacağını belirtti. Türkiye'nin bölgeye
göndereceği barış gücünün fonksiyonunun ne olacağı konusunda da
Ankara'da
'fikir ayrılığı' bulunduğu iddia ediliyor. Edinilen bilgilere göre,
bazı
birimler, bölgeye gönderilecek gücün, Hizbullah'a karşı aktif görev
almasını
istiyor. Türk Silahlı Kuvvetleri, bugüne kadar, İsrail'le olan
ilişkilerini,
hükümetlerden bağımsız yürüttü. Peki Atatürk yaşasaydı, Filistin'de
devam
eden insanlık dramı karşısında acaba nasıl hareket ederdi? Türkiye
Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, şu anda İsrail'in
işgali
altında bulunan Filistin, bir diğer ifadeyle 'Kutsal Topraklar'
hakkında
acaba ne düşünüyordu? Atatürk halen yaşasaydı, İsrail'e, NATO, AB ve
ABD'ye
karşı acaba nasıl bir tavır takınırdı? Lübnan'da yaşanan insanlık
dramına
müdahale mi eder, yoksa seyreder miydi?


*'Emperyalist giremeyecek' *


İsrail'in Lübnan'a saldırısı nedeniyle dünyanın gündeminde olan
'Kutsal
Topraklar'ın Geleceği' konusunda, haftalık yayın yapan Dünya Gündemi
gazetesi, tarihi belgeyi geçen hafta yayımladı. Belgenin konusu
Kutsal
Topraklar ve Atatürk'ün 1937'de Meclis'te yaptığı bir konuşmaya
dayanıyor.
Belgedeki imza ise dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya'ya ait.
Aşağıdaki
sözler Türk Devleti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'e ait: 'Şimdi
kendimize kafi derecede güvenip ve kudretimizi bildiğimiz için
İslamiyet'in
mukaddes yerlerinin Museviler'in ve Hristiyanlar'ın nüfuzunun altına
girmesine mani olacağız. Buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası
olmasına müsaade etmiyeceğiz. Biz şimdiye kadar dinsiz ve İslamiyet'e
lakayt
olmakla ittiham edildik. Fakat bu ittihamlara rağmen Peygamber'in son
arzusunu yani, mukaddes toprakların daima İslam hakimiyetinde
kalmasını
temin için hemen bugün kanımızı dökmeye hazırız. Cedlerimizin,
Selahaddin'in
idaresi altında, uğrunda Hristiyanlar'la mücadele ettikleri
topraklarda
yabancı hakimiyet ve nüfuzunun tahtında bulunmasına müsaade
etmiyeceğimizi
beyan edecek kadar bugün, Allah'ın inayeti ile kuvvetliyiz.'


*İşte belgenin tam metni *


Bazı çevrelerin Atatürk'le ilgili iddialarına son verecek olan bu
belge,
İçişleri Bakanlığı Matbuat Umum Müdürlüğü antetini ve 20 Ağustos 1937
tarihini taşıyor. Dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya,
Cumhurbaşkanlığı'na
hitaben yazdığı ön sunuş yazısında 'Bombay Chronicle gazetesinin
27.8.1937
tarihli nushasında 'Filistin'e el sürülemez, Kemal Paşa Avrupa'ya
ihtar
ediyor' başlığı altında bir yazı intişar etmiştir. Bu yazının Türkçe
örneği
ilişik olarak sunulmuştur. Bu vesile ile saygılarımı tekrarlarım'
diyor.
Belgeden anlaşıldığına göre Mustafa Kemal Atatürk'ün, Meclis'te
yaptığı bu
konuşmayı, önce, Ankara'da Türkçe yayınlanan Hakimiyeti Milliye
Gazetesi
yayınlamış. Hindistan'da yayınlanan Bombay Chronicle Gazetesi de bu
açıklamayı Hakimiyeti Milliye Gazetesi'nden almış. Aslı Ankara'da
Milli
Arşiv'de 030 10 266 793 25 numaları dosyada saklı tutulan belgeye
göre,
Mustafa Kemal Atatürk'ün Kutsal Topraklar'la ilgili olarak Meclis'te
yaptığı
bu konuşmanın tam metni şöyledir: 'Araplar'ın Avrupa siyasetine nüfuz
edemeyip sözde istiklal kelimesine inandıkları ve bu uğurda Arap
memleketlerini Avrupa emperyalizmine esir kıldıkları çok şayanı
teessüftür.
Araplar'ın arasında mevcud olan karışıklığı ve hoşnutsuzluğu kimse
bizim
kadar bilemez. Biz vakıa birkaç sene Araplar'dan uzak kaldık. Fakat
şimdi
kendimize kafi derecede güvenip ve kudretimizi bildiğimiz için
İslamiyetin
mukaddes yerlerinin Museviler'in ve Hristiyanlar'ın nüfuzunun altına
girmesine mani olacağız. Binaenaleyh şunu söylemek istiyoruz ki;
buraların
Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmiyeceğiz. Biz
şimdiye
kadar dinsiz ve İslamiyet'e lakayt olmakla ittiham edildik. Fakat bu
ittihamlara rağmen peygamberin son arzusunu yani, mukaddes toprakların
daima
İslam hakimiyetinde kalmasını temin için hemen bugün kanımızı dökmeye
hazırız. Cedlerimizin, Selahaddin'in idaresi altında, uğrunda
Hristiyanlar'la mücadele ettikleri topraklarda yabancı hakimiyet ve
nüfuzunun tahtında (altında) bulunmasına müsaade etmiyeceğimizi beyan
edecek
kadar bugün, Allah'ın inayeti ile kuvvetliyiz. Avrupa bu mukaddes
yerlere
temellük etmek için yapacağı ilk adımda bütün İslam aleminin
ayaklanıp
icraata geçeceğine şüphemiz yoktur.'


Kaynak: H.O.TERCÜMAN

TÜRK GÜCÜ

unread,
Apr 5, 2008, 9:54:58 AM4/5/08
to Türk Gücü-Türk Milliyetçisi Grup
*Çeşit çeşit Atatürk'çüler ve gerçek Atatürk'çülük


Yurdumuzda çeşit çeşit Atatürkçüler vardır. Bunlardan bazılarını
şöyle
sıralayabiliriz:


# Papağan Atatürkçüleri:
Atatürk'ün söz, düşünce ve özdeyişlerini tıpkı bir papağan gibi
ezberleyip
yineleyenlere ( tekrarlayanlara ) papağan Atatürkçüsü denir.


# Tören Atatürkçüleri:
Bunlar, sadece ulusal ve resmi bayramlarda, törenlerde Atatürkçü olan
kişilerdir.


# Reklam Atatürkçüleri:
Atatürkçülüğü gerçekten benimsemedikleri halde, her fırsatta
Atatürkçülükten
söz ederek, Atatürkçülüğün reklamını yapanlara reklam Atatürkçüsü
denir.


# Korku Atatürkçüleri:
Korkularından Atatürkçü olanlara korku Atatürkçüleri veya zoraki
Atatürkçüler denir. Bunlar, korktuklarında, sıkıştıklarında, zor
durumda
kaldıklarında Atatürkçü olurlar.


# Moda Atatürkçüleri:
Atatürkçülük, yurdumuzda bazı dönemlerde moda olur. Sadece
Atatürkçülük
modasına uymak için Atatürkçü olanlara, Atatürkçü görünenlere moda
Atatürkçüsü denir.


# Söylev Atatürkçüleri:
Bunlar, Atatürk ve Atatürk inkılâpları üzerine söylev çekmeyi
Atatürkçülük
sayan kişilerdir.


# Ticaret Atatürkçüleri:
Atatürk'ün, Atatürk ilke ve inkılâplarının ticaretini, tüccarlığını
yapanlara ticaret Atatürkçüleri denir.


# Gardrop Atatürkçüleri:
Sadece kravat, papyon takmayı, Batılılar gibi giyinmeyi Atatürkçülük
sayan
kişilere gardrop Atatürkçüsü denir. Gardrop Atatürkçüleri,
Batılıların
giysilerine, yaşantılarına özenirler, ama Batıdaki gibi gerçek çok
partili,
çoğulcu özgürlükçü demokrasiye, söz, düşünce ve örgütlenme
özgürlüğüne,
bilime, tekniğe, çağdaş kurumlara karşıdırlar.


# Tekelci Atatürkçüler:
Tekelci sağ, tekelci sol, tekelci sermaye, tekelci memleketsever olur
da
tekelci Atatürkçüler olmaz mı hiç? Tekelci Atatürkçüler, Atatürk'ü,
Atatürkçülüğü, Atatürk ilke ve inkılâplarını kendi tekellerinde gören
kişilerdir. Bunlar, Atatürk'ü tabulaştırırlar, putlaştırırlar.
Atatürkçülüğün belli kalıplar içinde dondurulmasını,
şerbetlendirilmesini
isterler.


# Atatürk ve Atatürkçülük Düşmanı Atatürkçüler:
Atatürk'e ve Atatürkçülüğe düşman oldukları halde Atatürk'ü sever ve
Atatürkçü görünen kişilere Atatürk ve Atatürkçülük düşmanı
Atatürkçüler
denir. Bunlar, biri açık, diğeri gizli olmak üzere ikiye ayrılırlar.
Açık Atatürk ve Atatürkçülük düşmanı Atatürkçüler, Atatürk'e ve
Atatürkçülüğe karşı düşman olduklarını açıkça söylerler, yazarlar.
Ancak,
çok zor durumlarda, sıkıştıkları zamanlarda Atatürkçü görünürler.
Gizli Atatürk ve Atatürkçülük düşmanı Atatürkçüler, Atatürk'e ve
Atatürkçülüğe düşman oldukları halde, gerçek amaçlarına ulaşmak için
herkesten fazla Atatürkçü görünürler. Bunlar, ellerinden gelse
Atatürk'ü,
Atatürkçülüğü ve gerçek Atatürkçüleri bir kaşık suda boğarlar. Fakat
buna
güçleri yetmeyeceğini anladıkları için Atatürkçü geçinirler. Aslında
bunlar,
çok tehlikelidirler. Çalışmalarına sinsi sinsi devam ederler.
Amaçlarına
ulaşmak için Atatürk'ü ve Atatürkçülüğü bir kalkan, bir paravan
olarak
kullanırlar. Atatürk'ü ve Atatürkçülüğü hiç sevmezler, ama sever
görünürler.


# 10 Kasım Atatürkçüleri:
Sadece Atatürk'ün ölüm günü olan 10 Kasım günü Atatürkçü olanlara, 10
Kasım
gününü bir yas günü ilan edip o günü siyahlara bürünenlere, ağıtlar
düzenlere, yalancıktan ağlayanlara, timsah gözyaşları dökenlere 10
Kasım
Atatürkçüsü denir.


# 50. Yıl Atatürkçüleri:
Cumhuriyetin 50. kuruluş yıldönümü olan 1973 yılında, sadece bir yıl,
Atatürkçü olanlara 50. Yıl Atatürkçüsü denir.


# 100. Yıl Atatürkçüleri:
Atatürk'ün doğumunun 100. yılı olan 1981 yılında, yani Atatürk
yılında,
Atatürkçü olanlara 100. Yıl Atatürkçüsü, Atatürk yılı Atatürkçüsü
denir.


# 60. Yıl Atatürkçüleri:
Cumhuriyetin kuruluşunun 60. yılı olan 1983 yılında Atatürkçü olanlara
60.
yıl Atatürkçüsü denir.


# Olağanüstü Dönem Atatürkçüleri:
Olağanüstü dönemlerde Atatürkçü olup, olağanüstü dönemler bitince
Atatürkçülükleri biten kişilere olağanüstü dönem Atatürkçüleri denir.
Türkiye'de olağanüstü dönemlerde Atatürkçülerin sayısında olağanüstü
bir
artış olur. Olağanüstü dönemler sonra erince Atatürkçülerin sayısında
olağanüstü bir azalış görülür.


# Siyasal Dönem Atatürkçüleri:
Türkiye'de her siyasal dönemin kendine özgü bir Atatürkçülük anlayışı
vardır. Yurdumuzda hükümetler değiştikçe Atatürkçülük görüşleri de,
anlayışları da değişmektedir. ( .................... )


# Ruh Atatürkçüleri:
Bu âlemin Atatürkçüleri olur da öte âlemin, yani ruhlar âleminin
Atatürkçüleri olmaz mı hiç? Olur, olur, bal gibi olur... Ruh
Atatürkçüleri,
Atatürk'ün ruhuyla konuştuğunu ileri süren kişilerdir. (
.................... )


GERÇEK ATATÜRKÇÜLÜK...


Siz Türkiye'nin ve Türk ulusunun bütünlüğünü her türlü dış ve iç
tehlikelere
karşı koruyabiliyor musunuz? Her zaman bilimin gösterdiği yoldan
gidebiliyor
musunuz?


Ulusal gelirin adil dağılmasını sağlayacak demokratik devrimleri,
köklü bir
düzen değişikliğini gerçekleştirerek zenginlerle fakirler arasındaki
korkunç
uçurumu kapatabiliyor musunuz?


Ayrıcalıksız bir toplum yaratabiliyor musunuz?


Amerika'ya ikili anlaşmalarla verilen ayrıcalıkları geri alabiliyor
musunuz?


Bütün dünya uluslarıyla dostluğa dayanan ve hiçbir devletin dümen
suyunda
gitmeyen bağımsız bir dış politika izleyebiliyor musunuz?


"Yurtta barış, dünyada barış" ilkesine bağlı kalabiliyor musunuz?


Yurdumuzun ekonomisini IMF'nin ( Uluslararası Para Fonu ) ve diğer
uluslararası finans kuruluşlarının güdümünden kurtarabiliyor ve
ekonomik
bağımsızlığı gerçekleştirebiliyor musunuz?


Gerçek çok partili, çoğulcu, özgürlükçü, demokrasiyi benimsiyor ve onu
tüm
kurumlarıyla işler hale getirebiliyor musunuz?


Emekçi sınıfların da tıpkı kapitalist sınıflar gibi örgütlenmesine ve
demokratik yollarla iktidara gelmesine ve kendi düzenlerine
kurmalarına razı
olabiliyor musunuz?


Her çeşit fikrin açık ve seçik tartışılmasını istiyor, fikirlere
copla,
silahla, kelepçeyle, zindanla değil, fikirle cevap verebiliyor
musunuz?


Ekonominin kilit noktalarınıve yeraltı servetlerini
devletleştirebiliyor
musunuz?


Sosyal adalete en iyi şekilde gerçekleştirebiliyor musunuz?


Bu yurdun insanlarını insan gibi yaşayabilecekleri bir gelire
kavuşturabiliyor musunuz?


Mali güce göre vergi alma ilkesini, yani çok kazanandan çok, az
kazanandan
az vergi alma ilkesini uygulamaya geçirebiliyor musunuz?


Kırtasiyeciliği "Bugün git, yarın gel" i, tembelliği ortadan
kaldırarak
tıkır tıkır işleyen bir devlet mekanizması kurabiliyor musunuz?


Bütün yurttaşlarımızın geleceğini - doğumlarından ölümlerine dek -
güven
altına alabiliyor musunuz?


Herkese aynı fırsatı tanıyabiliyor, fırsat ve olanak eşitliğini ve
yasa
önünde eşitliği gerçekleştirebiliyor musunuz?


Tüketime ve ezberciliğe dayanan eskimiş eğitim sistemi yerine
çağımızın ve
yurdumuzun gerçeklerine uygun, yaratıcı ve üretici yepyeni bir eğitim
sistemi yaratabiliyor musunuz?


Köklü bir toprak reformu yaparak ortaçağ artığı feodaliteleri,
ağaları,
beyleri, şeyhleri tarihe karıştırabiliyor musunuz?


Doğu ve Güneydoğu Anadolu'yu "üvey evlat" olmaktan kurtarabiliyor
musunuz?


Cehalet ve sefalet isimli canavarları öldürebiliyor musunuz?


Kooperatifçiliği geliştirerek üretici ve tüketicilerin aracı ve
tefeciler
tarafından sömürülmesini önleyebiliyor musunuz?


Sanayileşmeye önem veriyor ve yurdun dört bir yanını fabrikalarla
donatabiliyor musunuz?


Kentleşme ve gecekondu sorunlarına bir çözüm yolu bulabiliyor
musunuz?


Her çeşit kaçakçılığı (silah, uyuşturucu, madde, gümrük, altın, vergi,
döviz
vb.), karaborsacılığı, vurgunu, soygunu, sömürüyü, torpili, rüşveti,
yiyiciliği, nemelâzımcılığı, vurdumduymazcılığı önleyebiliyor
musunuz?


İşsizleri işe, ekmeksizleri ekmeğe, evsizleri eve, yolsuzları yola,
susuzları suya, köprüsüzleri köprüye, okulsuzları okula,
öğretmensizleri
öğretmene, kitapsızları kitaba, deftersizleri deftere, kalemsizleri
kaleme,
kütüphanesizleri kütüphaneye, ışıksızları ışığa, ilaçsızları ilaca,
doktorsuzları doktara, hastanesizleri hastaneye, arabasızları
arabaya,
tiyatrosuzları tiyatroya, sinamasızları sinemaya, televizyonsuzları
televizyona, radyosuzları radyoya, telefonsuzları telefona
kavuşturabiliyor
musunuz?
Ağasız, beysiz, şeyhsiz, kompradorsuz, aracısız, tefecisiz,
vurguncusuz,
soyguncusuz, sömürücüsüz bir Türkiye yaratabiliyor musunuz?
İşte budur GERÇEK ATATÜRKÇÜLÜK... Gerisi masaldır, hikâyedir,
lafebeliğidir...


[ 1 ] Asım Aslan, Sömürülen Atatürk ve Atatürkçülük*

TÜRK GÜCÜ

unread,
Apr 5, 2008, 9:58:48 AM4/5/08
to Türk Gücü-Türk Milliyetçisi Grup


*Atatürk'ümüze saldıran ya da onun oluşturduğu düşünce sistemini
"gerici"
olarak nitelendiren sözde aydınlarımızın üzerinde en çok durdukları
husus, onların deyimiyle, "Kemalizmin dogmatik bir düşünce sistemi
olduğu ve


zamanımızın koşullarına ters düştüğüdür". Oysa, Atatürkümüzün
kendisi,
oluşturduğu düşünce sisteminin kesinlikle dogmalara dayanmadığını ve
düşüncelerinin sürekli devrime tabi tutulmasını her fırsatta
vurgulamıştır.
Bilmiyorum, farkında mısınız, AKP hükümeti döneminde, büyük Atatürk
'e
yapılan saldırıların hem sayısı arttı hem de bu saldırılar,
halkımızın
"hazmetme" sınırını çoktan aştı!!!
*


*"Profesör" unvanlı sözde bilim insanları, basın-yayın organlarında
kendilerinden söz ettirebilmek ve bu yolla "ün" kazanabilmek için,
Atatürk'e


ve Türklüğe hakaret etmeyi bir "marifet " saymaya başladı. Bu sözde
bilim
insanlarının, genellikle, isimlerinden söz edilmesine neden olabilecek
elle
tutulabilir bilimsel yapıtlarının olmadığını da göz önüne alırsak,
bunların
sırf "meşhur" olmak amacıyla, bu yola saptıkları çok daha iyi
anlaşılabilir.


*
*Artık öyle bir Türkiye'de yaşamaktayız ki, devletimizi hiçten yaratan
ve
ulusumuzu uygar ve çağdaş uluslar düzeyine getirmeyi amaçlayan ve bu
yolda
da dev adımlar atan büyük önderimiz Atatürk'e bile saldırmaktan
kendimizi
alamıyoruz; daha doğrusu, büyük Atatürk'e saldırmakla, bizleri
içlerine
almaya hiç niyetleri olmayan Batılılara hoş görünmeyi amaçlıyor;
Batılı
devletlere "yalakalık" yaparak, onların bizleri beğenmesini sağlamaya
çalışıyoruz!
*
*"Profesör" unvanına sahip olan bir "adam" ortaya çıktı ve "Kemalizm
gericiliktir" diyerek, hepimizin dikkatlerini üzerinde topladı. Bu
"profesör" unvanlı "adam", ülkemizin en saygın üniversitelerinden biri
olan
Gazi Üniversitesi'nde "Devrim Tarihi" dersini vermekte; bu "adam" ın
yetiştirdiği öğrencilerin "Atatürkçü" ve "ilerici' olmaları
beklenebilir
mi?..
*
*Genç beyinleri zehirleyenler
Gazi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kadri Yamaç , çok isabetli bir
karar
alarak "Yayla" isimli bu "adam" ın üniversitede ders vermesini askıya
aldı
ve bu kişi hakkında bir soruşturma başlattı. Benim görüşüme göre, bu
adamın
yalnızca ders vermesi engellenmemeli: bunun yanı sıra, profesörlük
unvanı da


elinden alınmalıdır, çünkü Atatürk Cumhuriyeti'nin Atatürkçülüğün daha
ne
demek olduğunu anlamak istemeyen ve kasıtlı olarak Atatürkçülüğü
yanlış
algılayarak ve anlatarak, genç beyinleri zehirlemeye çalışan
profesörlere
kesinlikle gereksinmesi yoktur!
*
*Üzülerek söylemeliyim ki, Yayla gibi azımsanamayacak sayıda sözde
öğretim
üyesi, en saygın üniversitelerimizde dahi gençlerimizi
Atatürkçülükten
uzaklaştırmakta ve Atatürkçülüğün, artık modası geçmiş bir düşünce
sistemi
olduğunu, içinde yaşadığımız çağın koşullarına uymadığını
gençlerimizin
beyinlerine kazımaktadır! Bu öğretim üyelerinin, bu denli yanlış ve
gerçekleri yansıtmayan saptamalarda bulunabilmeleri için; ben, bu
kişilerin
başta "Söylev" olmak üzere, Atatürk'ün yazmış oldukları ya da
başkaları
tarafından Atatürk hakkında yazılanları doğru dürüst okumadıkları ya
da
okuduklarını doğru biçimde anlayamadıkları görüşündeyim.
*
*Atatürk'ümüze saldıran ya da onun oluşturduğu düşünce sistemini
"gerici"
olarak nitelendiren sözde aydınlarımızın üzerinde en çok durdukları
husus,
onların deyimiyle, "Kemalizmin dogmatik bir düşünce sistemi olduğu ve
zamanımızın koşullarına ters düştüğüdür" . Oysa, Atatürkümüzün
kendisi,
oluşturduğu düşünce sisteminin kesinlikle dogmalara dayanmadığını ve
düşüncelerinin sürekli devrime tabi tutulmasını her fırsatta
vurgulamıştır.
*
*O zaman sözde aydınlarımız, o büyük insanın düşüncelerini
çarpıtarak,
kamuoyumuzu yanlış bilgilendirmekte ve halkımızın, maalesef,
çoğunluğunun
eğitimli olmamasından yararlanarak, istedikleri gibi davranacaklarını
ve
istediklerini söylemede özgür olduklarını düşünmektedir.
*
*Sözde aydınlar
Sözde aydınlarımızın, sözde öğretim üyelerimizin ve sözde bilim
insanlarımızın bilmedikleri ya da bilmek istemedikleri; Atatürk
Türkiyesi'nde onlara hadlerini bildirecek ve ülkemizi onun
ilkelerinden ve
devrimlerinden ayırarak, "çağdışı" ve "geri" bir devlet durumuna
dönüştürme
yolunda çaba harcayanların karşısına çıkacak gerçek Atatürkçülerin
sayılarının hiç de azımsanamayacak bir düzeyde olmasıdır!
*
*Gerçekten Atatürk'ün düşüncelerini özümsemiş olan ve bu düşünceler
doğrultusunda Türkiyemizi yönetmek isteyenler, bir gün mutlaka
iktidar
olacaklar ve işte o zaman, Atatürk'e "bu adam" diye hakaret edenler ve
onun
düşüncelerine saldıranlar hak ettikleri cezaları alacaktır!!!
*
*Doç. Dr. Hüner TUNCER
Cumhuriyet*

TÜRK GÜCÜ

unread,
Apr 5, 2008, 10:02:41 AM4/5/08
to Türk Gücü-Türk Milliyetçisi Grup


HİÇ BİLMEDİĞİNİZ ATATÜRKBunlar nasıl bunca sene anlatılmaz okullarda,
O
şaşalı gazate yazılarında neden çıkmadı. Ben bu yazılanları okuduktan
sonra
ATATÜRK ü hiç tanımamışım, anlayamamışım dedim. Sizde okuyun hak
vereceksiniz bana....


Hepimizin bildiği gibi Mustafa Kemal ATATÜRK dünya döneminin
liderleri
içerisinden 21 nci yüzyıla geçebilen tek liderdir. Üstelik diğer
liderler
kendi halkları tarafından yok edilmemin acısını yaşamışken, o hala
halkının
ve dünyanın nabzında en büyük canlılığıyla, sevgisiyle, saygısıyla
hala
yaşayabilen dünyadaki tek lider. Önemli olanda sanırım, yaşarken
ölmek
değil, öldükten sonra da bu kadar uzun süre canlı kalabilmeyi başarmak
değil
midir?


ATATÜRK'ü biz hep tarihe mal olmuş yönleriyle tanıdık: Asker ATATÜRK
ya da
devlet adamı ATATÜRK olarak.


Bu verdiğim örnek dünyada tek olan örnektir. Zaten herhalde bir
başkasına da
rastlamamız mümkün değil. En büyük düşmanı; hani şu ordularını denize
döktüğü düşmanı, Yunan başkomutanı Trikopis. Hiçbir zorlama olmadan,
hiçbir
baskı olmadan her Cumhuriyet bayramı Atina'daki Türk büyükelçiliğine
gidiyor
Trikopis, ATATÜRK'ün resminin önüne geçiyor ve saygı duruşunda
bulunuyor.
Böyle bir saygıyı en büyük düşmanında uyandırabilen bir Mustafa
Kemal.


Yıl 1938, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı
dönemi.
Birden çok sıkılır ve yanında duran yüz yirmiden fazla kişiye döner ve
aynen
şöyle der:
"Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek
için
neler vermezdim" dedirten o büyük özlemi ve onu oluşturabilen Mustafa
Kemal'i.


Yada, yıl 1938. Bir Iran'lı şair bir Tahran gazetesine ölümü üzerine
bir
şiir yazar. Işte o şiirin iki mısrasını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Diyor
ki;
"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse onun elinden tutmak isterse
başına
Mustafa Kemal gibi lider getirir." dizelerindeki bu kıskançlığı
oluşturabilen Mustafa Kemal.


Yıl 1976, UNESCO üyelerine bir öneriyle gelir. Öneri paketindeki bir
cümleyi
sizlere okumak istiyorum. Diyorki "Bu gün UNESCO'nun üzerinde
çalıştığı
bütün projelerin isim babası Mustafa Kemal'dir." Öneri nedir ? Öneri
ise
onun doğumunun yüzüncü yılında, 152 üyesi vardı UNESCO'nun 152
ülkenin
devletleri aynı anda kutlasın önerisidir. Birden Isveç delegesi ayağa
kalkar
ve şöyle söyler:


"Ne yani dünyada bu kadar devlet adamı var hepsinin doğum gününü
böyle
kutlayacak mıyız?" şeklindeki kinayeli sözlerine, Rus delegesi ayağa
fırlar
yumruğunu masaya vurur ve 152 ülkenin delegelerine aynen şöyle
söyler;
"Genç delege arkadaşım hatırlatmak isterimki ATATÜRK öyle dünyadaki
herhangi
bir lider değildir, bırakın onu bir yıl anmayı her ülke her
problemimizde
çare olarak aramalıyız" sözlerini döktürtebilen bir Mustafa Kemal.
Sonra
nemi olur? UNESCO tarihinde ilk ve tekdir hiç negatif oy yok, hiç
çekimser
oy yok 152 ülke şu metne imza atar; hani Isveç delegesi demişti ya "ne
yani"
diye. O Isveç delegesi bu imzanın atıldığı gün mikrofona gelir ve
aynen
şunları söyler;


"Ben ATATÜRK'ü inceledim bütün ülkelerden özür diliyor ilk imzayı ben
atıyorum" diyecektir.


Işte o muhteşem belge diyor ki;
*" ATATÜRK KIMDIR; ATATÜRK ULULARARASI ANLAYIŞ, IŞBIRLIĞI, BARIŞ
YOLUNDA
ÇABA GÖSTERMIŞ ÜSTÜN KIŞI, OLAĞANÜSTÜ DEVRIMLER GERÇEKLEŞTIRMIŞ BIR
INKILAPÇI, SÖMÜRGECILIK VE YAYILMACILIĞA KARŞI SAVAŞAN ILK ÖNDER,
INSAN
HAKLARINA SAYGILI, DÜNYA BARIŞININ ÖNCÜSÜ, BÜTÜN YAŞAMI BOYUNCA
INSANLAR
ARASINDA RENK, DIL, DIN, IRK AYIRIMI GÖSTERMEYEN, EŞI OLMAYAN DEVLET
ADAMI,
TÜRKIYE CUMHURIYETININ KURUCUSU" *


Var mı böyle bir metin! Bir filozof derki "bir ülke için kıstas
aradığınız
zaman o ülkenin en büyük liderini gözden geçirin" şu anda kıstas
arayan
ülkelere sanıyorum bundan daha iyi bir metin gösteremeyiz. Işte bu
metin 152
ülke tarafından imzalanmıştır. Eşi olmayan devlet adamı metni. Peki
daha
sonra ne olmuştur; 151 ülkede hemen, hemen bir yıl boyunca her yerde
bu
metni görebiliriz, soruyorsunuz bana o bir ülke kim? Işte o ülkenin
adını
vermeye benim dilim maalesef varmıyor.


Hadi gelin Haiti'ye gidelim. Yıl 1996, Haiti Cumhurbaşkanı ölür. Bir
vasiyet
bırakmıştır. Haiti'ye baktım haritada bir kutup kadar uzak ülke.
Haiti
Cumhurbaşkanı 1996 da öldüğünde vasiyeti açılır. Vasiyetinde mezar
taşına
yazılması için bir metin bırakmıştır.


Haiti Cumhurbaşkanının bugün mezar taşında yazan hitabeyi sizlere
okumak
istiyorum. Diyorki "Bütün ömrüm boyunca Türkiye'nin lideri Mustafa
Kemal
ATATÜRK'ü anlamış ve uygulamış olmaktan dolayı mutlu öldüm"


Peki yıllar bir şey değiştirir mi? Hayır. 2000 yılında bizim medyanın
kaçırdığı bir bilgi var, ABD Başkanı milenyum mesajını veriyor.
Mesajın bir
yerinde aynen şunları söyler; "Bugün milenyumun hiç şüphe yoktur ki
tek
devlet adamı Mustafa Kemal ATATÜRK'tür. Çünkü o yılın değil asrın
lideri
olabilmeyi başarmış tek liderdir." 2000 de ABD Başkanına işte bu
gerçeği de
ifade ettirebilen bir Mustafa Kemal var. Asker Mustafa Kemal'in,
Devlet
adamı Mustafa Kemal'in çok dışında bir Mustafa Kemal.


2003 de bir şey değişti mi?, 2004? Hayır. 2004 de bir konferans
veriyorum
birden bir hanımefendi ayağa fırladı. Dediki "Ben Norveçliyim ve şu
anda
Norveç'te çok sık kullandığımız bir deyim var, bu deyimin anlamını
anladım"
dedi. Hanımefendi "nedir o deyim" dedim. "Norveççe'de "ATATÜRK gibi
düşünmek" deyimi var. Çok sık kullanırız bu deyimi" "nerelerde
kullanırsınız" dediğimde "Hani bir problem veririz çöz diye o da
tembellik
eder çözmez. Deriz ki ona bu problemin mutlaka çözümü var. Birde
ATATÜRK
gibi düşün". O gün otelime geldim televizyonu açtım o kadar çok kişiye
bir
de ATATÜRK gibi düşün dediğimi hatırlıyorum ki galiba Norveççe'den çok
bizim
dilimizin bu deyime fazlasıyla ihtiyacı var diye düşünmeden de
edemedim.


Bir Ingiliz gazeteci ATATÜRK'le bir röportaj yapar. Röportajını
Amerikan
Büyük Kütüphanesinden bulup getirttim ve bir yerinde Mustafa Kemal'e
şöyle
sorar gazeteci; "Birleşmiş Milletlere üye olmayı düşünüyor musunuz?"
Mustafa
Kemal'in cevabı aynen şöyle


"Şartlarımızı koyarız. Kabullerine bağlı. Biz müracaat etmeyiz üye
olmak
için. Eğer davet gelirse düşünürüz". Evet, Birleşmiş Milletler sadece
Türkiye'yi davet edebilmek için yasasını değiştirir ve ilk davet
edilen ülke
olur Mustafa Kemal'in ülkesi, Türkiye'si Birleşmiş Milletlere.
Sanıyorum
ondan feyiz alacağımız çok şey var aslında Mustafa Kemal'den. Ama bu
arada
2005'de daha yeni iki üç gün önce yabancı gazeteyi okuyorum. Sürmanşet
büyük
puntolarla şu başlığı atmış "Bu gün Ortadoğu'ya düzinelerle ATATÜRK
lazım".
dedim yazara ATATÜRK 'ü hiç tanımıyor herhalde. Düzineye hiç gerek yok
tek
bir tanesi de yeterdi aslında.


Örnek vermeye devam edersem inanın konferans böyle biter.
Filipinlerden
Çin'e kadar o kadar çok örnek var ki. Ama gördük 1925'de 1938'de
1996'da
2000'de 2005'de her ülkeden, her cinsten, her statüden insanın
özlemle,
sevgiyle, saygıyla aradığı ama bizim olan bir Mustafa Kemal'den
bahsediyoruz. Bu gün Türkiye'nin en büyük sorunu nedir? dersem cevap
olarak
kulağıma gelenler şunlar; ekonomi diyorsunuz işsizlik diyorsunuz. Ama
bence
Türkiye'nin çok önemli bir problemi var o problemi çözersek Türkiye
ekonomiyi de çözer Türkiye işsizliği de çözer. Evet Türkiye'de lider
yetiştirme sorunu var.


Lider deyince de nedense hep siyasi lider anlıyoruz ben ondan
bahsetmiyorum,
benim lider dediğim çok kapsamlı bir kavram. Yoksa içersindeki tek
bir
terimdir siyasi lider veya sosyal lider. Ama lider dediğim zaman ben
asrın
lideri dünya liderinden bahsediyorum. Işte böyle liderlere ihtiyacımız
var.
Ben şimdi soracağım size şu anda karşımda pek çok genç arkadaşım
oturuyor.
Bunlardan bir tanesinin bir kaç dönem sonrasının Cumhurbaşkanı,
Genelkurmay
Başkanı yada Başbakanı, Maliye Bakanı yada evinin anne babası
olmadığını
bana iddia edebilir misiniz? Belki sizsiniz, ama biliniz ki işte
bugün
sizlerle paylaşacağım konu asrın lideri, dünya lideri yada lider
olmanın
küçük sırlarını ATATÜRK'le sizinle paylaşacağım.


Ilk sırrımız; ATATÜRK tamam arkadaşım ben topraklarınızı kurtardım
askeri
bir dehayım deyip yerine çekilmemiş hemen asker elbisesini çıkartıp
sivil
elbisesini giymiş ve inanırmısınız ? Sınırlarını hangi sınırın lideri
ise o
sınırların içerisinde ne var ise ama ne var ise taşından toprağına
hepsinin
ama hepsinin sorumluluğunu omuzlarında hissetmiştir de onun için
Mustafa
Kemal bugün dünya lideridir. Nasıl mı ?


ATATÜRK'ü ağlarken tarih çok ender tespit etmiştir. 25 yıllık
araştırmacıyım, 7 tespitim oldu. Ilki Çanakkale'de topçu atışımız
başladığı
sırada döktüğü gözyaşıdır, bir diğeri ise hepimizin bildiği bir hikaye
ama
ben yine de anlatacağım. O günün Ankara'sı kurak, çorak bir köy.
Çankaya'dan
meclise gelirken yol üzerinde sadece ama sadece bir tek iğde ağacı
varmış.
ATATÜRK o iğde ağacının önünden geçişlerinde arabasını durdururmuş,
inermiş
ve o iğde ağacına selam verirmiş. "Aman demişler paşam ne yapıyorsunuz
böyle
?", "Eee o demiş yediğim meyvenin, sığındığım gölgenin, soluduğum
havanın
bir neferi. En az diğer neferler kadar bunun da selama hakkı var".
Yani
"niye şaşırıyorsunuz ?" der gibiymiş. Ve bir gün yanında bulunan
arkadaşına
"Işte bu benim..." derken bide bakıyor ağaç yok ortada hemen iniyor
"Ne
yaptınız bu ağaca" diyor. "Paşam" diyorlar "yolu genişletmek için
mecburduk
kestik o ağacı". "Yahu diyor bitek bana soraydınız bu ağacı kurtaracak
bir
yolu mutlaka bulurdum" diyor.


Daha fazla dayanamıyor, arabasına biniyor, şoförünün ve arkadaşının
gözü
önünde hüngür, hüngür ağlamaya başlıyor. Bir tek iğde ağacı için mi
dersiniz? Hayır. Çok zor şartlarda kurtardığı bu topraklarda yetişen
bir
canlıdır ve lideri olduğu için de bu toprakların da o iğde ağacının
da
sorumluluğu Mustafa Kemal'in omuzlarındadır da onun için.


Galiba şimdi anlatacağım inanılmaz projeyi de o gün düşünmeye başladı.
Hani
"Bir daha böyle bir şeyle karşılaşabilirsem nasıl müdahale edebilirim"
diye.
Çok değil doğa katliamı, en kolay yaptığımız katliam.


Yıl 1930 ATATÜRK Yalova köşküne doğru çıkmakta. Bir de bakar bir
bahçıvan
koca bir çınar ağacını kesmek üzeredir. "Yahu" der "sen hayatında hiç
böyle
bir ağaç yetişdirdinmiki ? Kesmeye muktedir görüyorsun kendini ve
niye ? "
der. Bahçıvan derki; "Paşam çınar ağacının kökleri köşkün temelini
kaldırdı,
yaprakları da köşkün pencerelerine müdahale ediyor. Ya köşkü
kaybedeceğiz ya
ağacı keseceğiz. Onun için de kusura bakmayın ama biz ağacı
kesiyoruz". Bir
an düşünür; "Hayır gerekirse köşkü ağaçtan uzaklaştırırız" der. Derler
ki bu
gün Mustafa Kemal bir hoş. Ne demek köşkü tutup ta ağaçtan
uzaklaştırmak ?
Ama inanır mısınız mühendis değil, mimar değil, ziraatçı değil ama ne
yapar
biliyor musunuz ? Istanbul'daki köprü altındaki tramvay raylarını
Yalova'ya
taşıtır. Köşkü hiç yıkmadan olduğu gibi tutarak kendisi de kazma
kürek
temelini kazar ve köşkün altına tramvay raylarını döşeyerek köşkü
ağaçtan 4
metre 80 santim kenara çekerek hala Cumhuriyetimiz gibi ayakta
durmakta olan
çınar ağacının kurtuluşunu temin eder.


Yıl 1930. Dünya çevre lafını ne zaman etmeye başladı? 1980 den sonra.
1980
den önce, 1930 yılında dünyaya somut bir çevre dersi vermektedir
Mustafa
Kemal aslında. Ama, biraz acı parantezlerim olacak bu konferansımda.
Ilk acı
parantezimi ATATÜRK kimdir belgesiyle açmıştım, ikinci acı parantezim
burada
olacak. Hadi gelin 5 Mart 1996 ya gidelim yani günümüze yakın bir
gün.
"ATATÜRK ve Türk kadını" konulu tiyatrolu konferansımı 25 gençle
sunuyorum.
25 gençle birlikte prova yaptık, yorulduk, oturduk, televizyonu
açtık.
ikinci haber olarak 6 dakika müddetle ve 5 kere görüntü zumlanmak
üzere
önemli bir haber verildi televizyonda. Haberi aynen aktarıyorum,
diyordi ki
"Amerika da eski bir ünlü bir müzikhal hiç yıkılmadan dünyada ilk kez
uygulanan bir yöntemle raylar üzerinde iki metre kenara çekilerek
yerine
yeni bir binanın yapıldığı" haberiydi. Dünyada ilk kez lafı da beş
kere
edildi. gençlerden biri kalktı bana ne dedi biliyor musunuz? "Ya
öğretmenim
biz tarihe pek bir daldık.


Bakın el alem neler yapıyor? Teknik, medeniyet biraz da onlara
baksak"
diyince arşivimde 1930'da ATATÜRK'ün bu işi yaparken çekilmiş
resimleri,
raylar üzerindeki çekilen resimleri gösterdim kendilerine ve dedim ki
"şu
anda ne söyleyeceksiniz bana ?". Bir genç kalktı ne dedi biliyor
musunuz?
"Ya öğretmenim suç bizde mi? Biz bu konuyu ilk defa sizden duyuyoruz,
sizden
görüyoruz bu resimleri". Ama o haberi bugün milyonlarca Türk genci
izledi ve
oturdular 25 genç, bu haberi veren televizyona bir faks çektiler.
Faksta
aynen şu yazıyordu "Ikinci haber olarak 6 dakika müddetle ama beş kez
şu
resimleri göstermek suretiyle bu arada da mutlak suretle mesajı
iletin
dediler "Bu gün 1996, Amerika çekiyor raylar üzerinde iki metre,
yerine yeni
bir bina yapıyor, 1930 ATATÜRK çekiyor 4 metre 80 santim, bir ağaç
kurtarmak
için" bu mesajı da çok iyi verin dediler. Yıl 1996 idi. Yıl 2005
hiçbir
televizyonda izlediniz mi? Izlemediniz.


Ya hocam siz bize bir tek çınar ağacı ve iğde ağacı anlattınız bunlar
ATATÜRK'ün hayatında tek tek örnekler olabilir. Hadi gelin
Söğütözü'ne
gidelim, hani şu Ankara yakınlarındaki, o zaman için 80 tane söğüt
ağacının
olduğu yere. Söğütözüne ATATÜRK hep dinlenmek için gelirmiş. Bir
geldiğinde
galiba düşündüğünü sesli olarak aktarmış; "Ah ! burada bi kulübem
olsaydı
keşke". "Ya paşam istediğin bir kulübe olsun hemen yaparız şuraya"
demişler.
"Buradaki ağaçlara ne olacak peki". "Paşam burdakiler söğüt ağacı;
gönülsüz
ağaçtır. Sökeriz başka bir yere dikeriz, mutlaka tutar" demişler. Bir
an
durur, "Bir tek şartla kabul ederim" der. "Buarda yetecek kadar söğüt
ağacını kendi ellerimle sökeceğim, kendi ellerimle dikeceğim, önce
tuttuklarını göreceğim, sonra kulübe yapımına izin vereceğim". Yani
bugün
betonu yeşile tercih eden zihniyete bence en güzel örnek teşkil eder
bu. Ne
yapar biliyor musunuz? Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı Mustafa
Kemal
ATATÜRK makamını Çankaya'dan Söğütözü'ne taşıtır hasırlar üzerine.
Kabullerini orda yapar, imzalarını orda atar, çadırda kalır ama söğüt
ağacını söker, kendi elleriyle diker, tuttuklarını görür, ondan sonra
bugün
çok küçücük ama verdiği mesaj olağanüstü büyük olan bu Söğütözü'ndeki
küçük
ATATÜRK kulübesinin yapılmasına izin verir.


25 yıllık araştırmacıyım. Benim elimde 130 belge var bizzat çevre
hareketine
bedenen katıldığına dair. Sade bende 130 belge, kim bilir kaç belge
var.
Keşke diyorum, keşke bu belgeler, bazı günler bizi okullar da bu
kulübeye
götürüp te burada anlatılsaydı. sanıyorum bugün betonu yeşile tercih
eden
hiçbir belediye başkanı yetişmezdi.


Işte bu anlamda sahneye şimdi Tahsin ÇOŞKAN'u davet edelim. Tahsin
COŞKAN o
zamanın genç bir ziraat mühendisi. "Gel Tahsin seni bir yere
götüreceğim
fikrini almak istiyorum" diyor. Giderler, gösterdiği yere bakar Tahsin
Bey.
Bataklık, sivrisinek salgını, hayvan leşlerinin olduğu berbat bir
arazidir.
"Ya paşam hayrola" der. Atatürk, "Buraya bütün masrafı cebimden olmak
üzere
bir orman çiftliği yapmak istiyorum" der. "Ya paşam buranın ıslahı ya
sizin
paranızı tüketir ya da zamanınızı, neden bu kadar mümbit topraklar
varken
gelip de burayı tercih ettiniz ?" der.


ATATÜRK'ün cevabı ATATÜRK'çedir. Derki "Ben en zor olanı yapayımda
siz
arkamdan kolayları nasıl olsa yaparsınız." Ne bilsin ki en kolayları
bile
çabuk yıkabildiğimizi ama, bu aradaTahsin ÇOŞKAN "Paşam burda hiçbir
şey
yetişmez, pek uğraşmayın" der. Ama dinleyen kim. Derki "Tahsin buraya
ziraatçileri getir ve incele bana resmi bir yazı getir burasıyla
ilgili".
Biraz sonra Tahsin COŞKAN çok mutlu, kendi dediği çıktı, üzerinde
"Burada
hiçbir şey yetişmez"yazılı, altında da ziraatçilerin imzasının olduğu
bir
belgeyi Mustafa Kemal'in önüne koyar. ATATÜRK biraz mütebbessim okur
bu
yazıyı. Kaleme alır, bu kağıdın yanına aynen şunları yazar "BURASI
VATAN
TOPRAĞIDIR, KADERINE TERK EDEMEYIZ". Etmez de. Aynı Sakarya savunması
gibi
akasya savunmasını ele alır, çam ve köknarı oraya 30 Ağustos olarak
tamamlar
ve hiç unutmayacağımız bir gün, lütfen hiç unutmayın, tarihte atladık
bu
günü, 25 Mayıs 1933. Ne yapar biliyor musunuz? Hani 5 Haziranlarda
kutladığımız bir gün var, çevre günü değil mi? Çevre günü ne zaman
kutlanmaya başladı? 1980 den sonra. Peki 25 Mayıs 1933, ATATÜRK ne
yaptı?
Ilk Çevre günü kutlamasını yaptı. Hem de bugün okullara soruyorum
diyosunuz
ki ne yaptınız diye "ya ağaç diktik diyorsunuz ya çöp topladık" öyle
falan
değil. Bütün Ankara halkını bedava trenlerle buraya getirtiyor,
ağaçlar boy
vermişler, altında dinlenmektedirler, havuz yapılmıştır, çocuklar
yüzmektedirler. Hatta bütün masrafı cebinden ödemiştir ama karı da
almamıştır, buraya bir fabrika yaptırmıştır, süt ürünleri
üretilmektedir,
herkes yemektedir. Herkes çok mutlu ama en mutlusu Mustafa Kemal
ATATÜRK.


Nebizade diye bir arkadaşı var, Nebizade'nin kafa çok karışık. "Yahu
paşam
senden başka bir tek kişi burada bir ağaç yetişeceğine inanmadı. Peki
sen
nasıl anladın burda orman olacağını?" der. "Gel Nebizade gel, şimdi
anlatayım sana. Hani Tahsin ÇOŞKAN'ın burda birşey yetişmez dediği
günün
akşamı tebdili kıyafetle Çankaya'dan kaçtım, burdaki köylülere
geldim.
Köylüler beni tanımadılar. Köylülere, ağalar dedim burda ağaç yetişip
yetişmeyeceğini bana en kolay yoldan nasıl ispat edersiniz dedim. "Al
dediler", bana bir testi su verdiler, bir de kazma kürek. "Kaz orayı
iki gün
sonra gel biz sana ne olacağını söyleriz" dediler. Ah o iki gün
Çankaya'da
nasıl geçti bir Allah bilir bir de ben. Iki gün sonra gittim testiyi
çıkardım, testinin içinde su bitmişti, köylülere uzattım. Dediler ki
bana
"ağa testide su kalmamış, toprak su emiyor, bakma bunun üstünün kurak
olduğuna, biraz uğraş burda ne ekersen biçersin". Ve hani Tahsin
COŞKAN'ın o
raporu bana getirdiği gün ben çoktan projeye başlamış epey de
ilerlemiştim"
diyecektir.


Dünya lideri olmak öyle kolay değil biliyor musunuz. Hani ATATÜRK'e
kimdi en
çok karşı çıkan, evet Tahsin COŞKAN'dı. Onu da ATATÜRK buraya müdür
tayin
eder. Evet lider olmak hakikaten kolay iş değil. Bu arada biz bu 130
belgeye
hiç çalışmamışız. Çalışmadığımızın en acı örneğini Türkiye yaşadı
zaten.
Neydi o örnek "17 Ağustos depremi". Evet deprem bir kaderdir ama
kader
olmanın ötesinde dolgu alan çöktü, dolgu binalar çöktü. Oysa 1930'dan
beri
bize "lütfen tabiatla oynamayın, tek bir ağaçla bile oynamayın" diye
bize
örnek olan bir liderimiz varken yaşadık bu acıyı.


Bizler iyi değerlendirmemişiz onun çevre hareketini ama bakın dünya ne
güzel
değerlendirmiş hareketini. Ben size bu bilgileri vermek için 1919 da
başladım ve bugüne kadar çıkan bütün gazete ve dergileri tarıyorum.
Taramam
sırasında 28 Temmuz 1933 günün Cumhuriyet gazetesinde bir haber
okudum.
Inanılmaz bir haberdi. Hani bir çiçek alıyoruz, kırmızı renkte,
hediye
götürüyoruz ve adına da "ATATÜRK Çiçeği" diyoruz. O ATATÜRK çiçeğinin
adını
biz koyduk zannediyorduk ama bakın gazeteyi aynen okuyorum. Gazete
haberi şu
"Chicago özel, geçenlerde Wanderbit Üniversitesi profesörlerinden
doktor
Kirk Landın laboratuarlarında muhtelif ameliyeler neticesinde kırmızı
renkte
yeni bir çiçek elde edilmiştir Profesör bu yeni çiçeğe isim ararken
yanında
duran ama Tarsus Kolejinde ATATÜRK'le tanışmış, ondaki tabiat bilgi
ve
ilgisine hayran olan bir diğer profesör bu çiçeğe ATATÜRK isminin
verilmesini önermiştir. Ve bu öneri dünya nebatat dairesine iletilmiş
ve
ATATÜRK'ün yaptığı çalışmaların anlatıldığı toplantıda oy birliğiyle
kabul
edilmiştir". Yani dünyadaki her ülkede bu çiçek Gazi ATATÜRK adıyla
üretiliyor ve satılıyor.


Peki başka bir lider var mı diye araştırdım bir çiçeğe adını veren,
başka
hiçbir lider yok. Çünkü tabiatıyla bu kadar bütünleşebilen bir lideri
dünya
tarihi yazmamıştır. Diyorki Mustafa Kemal "çevre hareketi dışında eğer
lider
olacaksanız eğer lider olmaya kalkıştıysanız ki içinizde öğrenci
arkadaşlar
var mutlaka sınıf başkanları vardır eğer sınıf başkanı olacaksan bu
bi
liderliktir, sınırın nedir? sınıftır sınıfın içerisindeki tek bir
tebeşir
tanesi tek bir sıra tek arkadaşının problemiyle ilgilenemeyeceksen o
liderliği kabul etmeyeceksin demektedir Mustafa Kemal.


Peki ikinci sırrımız ne? Ikinci Sırrımız; dünya tarihi sadece bir
sıfatı
Mustafa Kemal'e vermiştir. Başka dünyada hiçbir liderin alamadığı bir
sıfattır bu hangi sıfat mı? Ne dersiniz? Evet Başöğretmen diyen var
aranızda, hoşgörülü evet biliyorum hepsi gönlünüzden geçen sıfatları
ATATÜRK'ün ama soruyorum sizlere bir insan doğumundan ölümüne kadar ya
bir
askerdir, ya bir devlet adamıdır ya çevrecidir ya tiyatrocudur ya
sanatçıdır
ya arkeologdur bir şeydir. Ama bunların hepsi birden olabilen
dünyadaki tek
lider Mustafa Kemal ATATÜRK olduğu için dünyada "kültür antropoloğu"
sıfatı
verilebilen tek lider Mustafa Kemal'dir.


"Kültür Antropoloğu" nedir ne değildir uzun uzun başınızı
ağrıtmayacağım.
Hadi gelin 5 Mayıs 1935, Ahlatlıbel'e gidelim. Ahlatlıbel Ankara
yakınlarındaki kazıların başladığı yer biliyorsunuz. Bütün arkeoloji
kazılarının yapılma emrini veren Mustafa Kemal, müzelerin açılma
emrini
veren de Mustafa Kemal. Ama bugünkülerde olduğu gibi açın, kazın,
imza; öyle
değil. Nasıl yetişmiş inanın, 25 yıllık araştırmacıyım hiç anlamadım.
Bakıyorsunuz Efes kazıları başlıyor iki kere gidiyor, Konya'da Asar
kazıları
başlıyor başında, birde bakıyorsunuz Ahlatlıbel kazıları başlamış
başında,
toprak alıyor, ölçüyor, biçiyor. "Ya ne yapıyor Mustafa Kemal"
diyorlar.
Çankaya'ya gidiyor, Çankaya'da üç gün üç gece hiç uyumadan; uyumamak
için
alnına ıslak bezler koydurmuş, birilerini çağırıyor, telefonlar ediyor
bir
heyecan bir telaş. Üç gün sonra "gelin diyor Ahlatlıbel'e gidiyoruz".
Hemen
geliyor diyorki "arkeologlar toplanın". Biliyorsunuz başlarında en
büyük
arkeoloğumuz Zübeyir KOŞAR var.


Bu Zübeyir KOŞAR'ın bir e bir anısıdır. Toplanıyor ve diyorki Mustafa
Kemal
heyecanla; "kazdığınız yer yanlış, şurayı kazmanız gerekir". Yabancı
arkeologlar "el insaf paşam, anladık iyi askersin iyi devlet adamısın
ama
yani bu işte bizim işimiz niye karışıyorsun" der gibi aralarında
birkaç şey
oluyor ama emir büyük yerden. Başlıyorlar Mustafa Kemal'in gösterdiği
yeri
kazmaya. Sonuç mu? Bütün bulgular oradan çıkacaktır. Inat uğruna,
kendi
ceplerinden öder ve kendi dedikleri yeri kazarlar hiçbir bulguya
rastlamayacaklardır.


Bunun üç gün sonrası, ATATÜRK Galip ARCAN'ın yazdığı "Sırat Köprüsü"
adlı
piyese davetlidir. Davetiyede böyle yazar piyesin başında mutludur
biraz
sonra sinirlenmeye başlar bir müddet sonra bitince "bana Galip
ARCAN'ı
çağırın!" der. Galip ARCAN gelince "bu piyesi siz mi yazdınız ? "der.
"Evet
paşam ben yazdım". "Hayır, bu bir Bolunun Flor Doranj adlı
Boldvilin'in
aynen çevirisi neden bunu belirtmediniz hakkınızda soruşturma
açtırıyorum"
diyecektir. Buna benzer pek çok anıyı da okuyunca ne dedim
biliyormusunuz.
Samimi konuşacağım inanın sizlerle. Dedim ki "a be Atam Boldvilin'e
varıncaya kadar ne zaman okursun? ne zaman kafanda tutarsın". Ve o
sırada ne
yaptım biliyor musunuz? Yirmi yıllık araştırmacıydım, ATATÜRK'le
iddiaya
girmek gibi, dedim "senin başında durmadığın ilerletmeye çalışmadığın
bir
alan bulmak benim boynumun borcu olsun".


O sırada da "Sanat ve ATATÜRK" adlı araştırmamı yapıyorum baktım
resimde
Türk tarihinde ilk resim sergisini o açıyor, heykelde dinin etkisini
kaldırıyor ama karşıma yedinci sanat dalı geldi. Ne? Sinema. dedim
"herhalde
burda iddiayı kazandım". Hey hat, baş yönetmen Cezmi AR, başrolde
Mustafa
Kemal, film çekiyorlar. Ve Cezmi Ar Mustafa Kemal'e tabi Cumhurbaşkanı
ya
diyemiyor şöyle dur böyle dur diye diğer oyunculara şiddetle
bağırıyor.
Atatürk "Gel Cezmi gel, burda başkomutan sensin. ben bu işi bilmem.
Önemli
olan işin iyi çıkması. Bana da aynı şiddet ve hiddetle bağıracaksın"
der.
Cezmi AR hayatının son günlerinde "ben bir daha asla öyle bir
oyuncuyla
çalışmadım" diyecektir.


Yıl 1937, Münir Hayri EGELIYLE odalarına çekilirler. Çankaya' da ne
mi
yaparlar? ATATÜRK bir film senaryosu yazmıştır, adını da koymuştur;
"Ben bir
Inkilap Çocuğuyum" dur adı. Kendi yazdığı film senaryosunu Münir Hayri
EGELI
çekecektir, ATATÜRK oynayacaktır. Ama yıl 1937 dir, ömrü vefa
etmemiştir.
Derim ki haydi filmciler bulun bu senaryoyu filme çekin pokemondan çok
daha
faydalı olacağına ben kesin gözüyle bakıyorum.


Bu arada ATATÜRK'ün her şeyi iyide ben iddiadan vazgeçtim, tamam
dedim.
Kesinlikle iddia falan yok artık, iddiayı Mustafa Kemal kazandı ama
merak
ediyorum nasıl yaptı diye. Asıl sır nerde? O sırada en büyük lider
eleştirmeninin sözü geldi elime. Liderleri çok sıkı eleştiren bir
eleştirmen
diyorki ATATÜRK için "Liderler içerisinde eleştiri acizliği yaşadığım
tek
lider Mustafa Kemal'dir. Çünkü bütün Rönesans, bütün reform, bütün
aydınlanma çağı etkinlikleri bir adamın kafasında toplanmış, bir çağa
sıran
etkinlikler on yılda başarılmış, bu büyük bir mucizedir en büyük
radikal
Mustafa Kemal'dir" bunu biz demiyoruz dünyanın en büyük lider
eleştirmeni
diyor.


Peki, tamam laf iyi de diyorsunuz ki laflar karın doyurmuyor, Esas sır
nerde
çok merak ediyorum. On yılda bir bakıyorsunuz kara tahtanın başında
harf
öğretiyor, bir bakıyorsunuz şapka giyiyor, bir bakıyorsunuz tiyatro
eseri
oynatıyor, yok efendim arkeolojik kazılara gidiyor, tren raylarının
genleşme
hesabını yapıyor, Ankara'daki caddelerin ne kadar mesafede olacağı
konusunda
şehirleşme planları yapıyor, E on yılda bunların hepsi peki nasıl? Ben
esas
sırrı nerde buldum biliyor musunuz? Onun bir sözünde. Ama bu bence,
ve
dedimki bu sözü okuyunca keşke şu karga kovalamasını kafalarımıza
yerleştireceklerine şu sözünü yerleştirselerdi herhalde Türkiye çok
farklı
biyerde olurdu şu anda. ATATÜRK diyor ki "Çocukluğumda elime geçen
iki
kuruştan birini eğer kitaplara vermeseydim bu gün yapabildiğim
işlerin
hiçbirini yapamazdım". Esas sır bence burada. Çocukluğunda eline geçen
iki
kuruştan birini kitaplara verdiği için 35 yaşında general, 40 yaşında
başkomutan, 42 yaşında cumhurbaşkanı, 46 yaşında dünyada pek çok
reformist
var ama hiç biri dile dokunabilmeyi cesaret edememiştir; dile
dokunabilen
tek reformist Mustafa Kemal'dir. Işte bunu yapabilen ve 53 yaşında
nutku
yazan genç olarak tarihimize geçecektir Mustafa Kemal.


Okumayla, ama nasıl okuma biliyor musunuz? Bildiğimiz gibi bir okuma
değil.
Sizi 1914 Anafartalar'a götürüyorum. Anafartalar'da savaşın bir
dinlenme
yerinde çadırınıza gelirsiniz postalları çıkarır rahatça dinlenmek
istersiniz. Öyle bir şey yok. Macar Türkoloğu Nemetin, Fransız
Türkoloğu
Devinin Türkoloji albümleri duruyormuş. Açıyor onları okuyor Mustafa
Kemal.
Diyorlarki "niye bunları okuma gereği duyuyorsun" verdiği cevaba
bakın.
onlara diyor ki "Savaştan sonra bu dilin değişme ihtiyacı var onu
tespite
çalışıyorum". Yıl 1914, gelelim 1916'ya. Bitlis cephesi komutanı
Mustafa
Kemal Bitlis cephesinde çökmekte olan bir cepheyi kurtarıyor ve
çadırına
geliyor, yaveri Izzettin ÇALIŞLAR'ı çağırıyor ve eline bir not
veriyor.
Notta ne yazıyor biliyor musunuz? "Savaştan sonra ilk işimiz Türk
kadınına
serbestisini vermek, onu erkeğinin yanında eşit haklara sahip kılmak".
Yıl
1916, Türk kadının değil adı, değil kimliği, hiçbir şeysi yok. Sokağa
çıkma
hakkı olmayan bir Türk kadını. Peki sizce tam savaşın en hararetli
zamanında
neden Türk kadını geldi Mustafa Kemal'in aklına. Ha, Kurtuluş
Savaşında
gördüğümüz kadın manzarası, değil ATATÜRK'ü, dünyayı şaşırtan bir
manzaradır. Ülkelerin savaşları olmuştur ama top yekun savaş örneği
ilk defa
Kurtuluş Savaşında görülmektedir.


Atatürk bu savaşta Ayşe Hatunu tanımıştır Ayşe Hatunu hepimiz
tanıyoruz.
Bilmeyen var mı içinizde? Onun yapabildiğini acaba hangi ülkenin
kadını
yapabilir? yada zamanımızda hangi kadın yapabilir? Benim bir kızım bir
oğlum
var inanın bu kadar araştırmacıyım düşünüyorum. Biliyorsunuz sekiz
aylık
kızı kucağında omuzunda mermi ve cepheye cephane götürüyor. Sekiz
aylık kız
dinler mi düşmanı, ağlamaya başlıyor. Ve bu sırada ölmesi falan
problem
değil Hatunun, ama düşman eğer onları fark ederse çok kısıtlı olan
cephane
cepheye gidemeyecek, bütün düşüncesi o Ayşe Hatun'un. Ve bu arada
çocuğunu
göğsüne yaslar, düşman biraz geç gider, indirdiği zaman kendi
elleriyle
çocuğunu şehit ettiğini görecektir Ayşe Hatun yada diğer adıyla
Tayyibe
Hatun. Peki ne yapar? çocuğunu koyar üzerini bayrakla örter ve aynen
şunları
söylemiştir. Kafile başkanı komutanımız aktarıyor bunu. *"Sen
yüzlerce
binlerce yıl sonra doğacak Türk çocukları için şehit oldun" (yani
şurada
oturan bizler için şehit olan) "bu benim içinde senin içinde bir
şereftir.
Yeterki vatan sağolsun" diyor, omuzuna alıyor cephanesini ve yola
koyuluyor.
Hanımefendiler içinizde anne olanlar var. *Lütfen bir an için
düşünün,
çocuğunuzu göz önüne getirin. El bebek gül bebek büyütüyoruz, gözünün
içine
bakıyoruz, tercih yapın sizden sonraki kuşak mı? çocuğunuz mu? Işte bu
Ayşe
yada diğer adıyla Tayyibe Hatunu tanıdı Mustafa Kemal.


Kurtuluş Savaşında Kütahya sırtları, eksi 30, eksi 40. Ve 75-80
yaşlarında
bir nine. Gerisini gelin kafile komutanı Mustafa Necati'den
dinleyelim.
Mustafa Necati neyi görür? Bütün yorgan battaniye ne varsa cephanenin
üstüne
örtmüş kendisi pazen elbiseyle. Aynen şunları söyler "nine kar
sepeliyor
hava çok soğuk bari şu yorganı alsan sırtına" dediğinde aldığı cevap
*"dokunma
ona, o millet malıdır, nem kapmasın. Ben bir ölürüm ama onunla binler
doğacak binler. hayır oğlum hayır hiç üşümüyorum, soğuğu hiç
duymuyorumki.
Düşman bu topraklara girdi gireli benim içim yanıyor içim a oğul"
*diyen bir
nineyi tanıdı Mustafa Kemal.


Albay Hulusi ATAĞ'ın kafilesinde olan genç bir kadınımız hastadır ve
cephane
taşırken yere düşmüştür, ölmek üzeredir. Hulusi ATAK sorar "bacım bana
adını
söyle seni tarihe yazdıracağım" dediğinde aldığı cevap "adımı ne
yapacaksın
a oğul yaz benim adım Anadolu" cevabındaki adımın ne önemi var önemli
olan
ülkemin adı ve gururu düşünüşü keşke, keşke uygarlık savaşımızda aynı
şiddetiyle sürebilseydi bugün. Üzerinde ATATÜRK yazılı kapsülü
inanın,
inanın hiç mübalağa etmiyorum ilk uzaya fırlatan ülke mutlaka ama
mutlaka
biz olurduk.


Evet bu savaşta ATATÜRK dünyaya tek geçen Zekiye Hanımı tanıdı. Zekiye
Hanım
ne yaptı biliyor musunuz? Dünyaya ilk ve tek geçen kadınımızdır. 10
Aralık
1919 öğretmen okulu bahçesine 3000 kadını toplamış, dedim herhalde
sıfırları
fazla okuyorum. Hayır 3000 kadın, yapımcısı, dinleyicisi, konuşmacısı.
Kadın
olan dünyada ilk mitingdir bu, onun için dünyaya ilk geçmiştir. Peki
Zekiye
Hanım nasıl toplamıştır, cep telefonu yok faks yok, hiçbir araç yok.
Hadi
bunlar oldu farz edelim. Kadının sokağa çıkma hakkı yokken 3000 kadın
nasıl
organize oldu dersiniz? Evet bunu incelediğimde inanılmaz bir hem
hayranlık
hem de üzüntü duydum neden biliyor musunuz?


Cep telefonunuz var, faksımız var. Pek çok kulübün, pek çok derneğin
davetlisi olarak gidiyorum. Hanımlar 50 kişi geldimi aman diyorlar bu
gün
çok kalabalığız. 3000 kadından bahsediyorum ama projesinin adını da
söylemek
istiyorum Zekiye Hanımın "MUTFAK PROJESI", inanılmaz bir proje. Daha
sonra
bir yerde tekrar geçecek bu proje.


ATATÜRK Zekiye Hanımı, Nakiye Hanımı tanıdı bu savaşta. ATATÜRK Melek
REŞIT'i tanıdı, Atatürtk Şuküfe Nihal'i tanıdı ve ATATÜRK ekmek
pişirerek
askere götüren ama bu düşmanlar tarafından tespit edilip askerimizin
yerini
öğrenmek için çok işkence gören ama söylemediği için ekmek pişirdiği
fırına
atılarak yakılan Nazife Kadını tanıdı bu savaşta. Bu savaşta ATATÜRK
Taccülcalala hanımı tanıdı ATATÜRK üsteğmenlerimizi, binbaşı
hanımlarımızı
tanıdı, bu savaşta Tuğgeneral rütbesi verilmesi öngörülen 8 yaşındaki,
evet
yanlış duymadınız 8 yaşındaki Nezahat kızımızı tanıdı. Işte Nezahat
kızımızın yanında şehit olan bir erimizin cebinden çıkan bir
mektubunda
annesine şöyle yazmış "anne Nezahatle babasının arasındaki konuşmayı
duyaydın benim burada niye olduğumu anlardın" demiş ve bu arada şöyle
yazmış" biz Mehmetçik Nezahat'e Türklerin Jan Darkı diyoruz" demiş. Bu
bana
acı geldi. Ben Jan Darkı ortaokuldan beri tanıyordum ama Nezahat'i
ancak bu
araştırmam da tanıdım. Bunun acısını da o mektupla birlikte yaşamış
oldum.
Bu kadınlarımızı ben ATATÜRK ve Türk Kadını konulu konferansımda
anlattığım
için burada sadece adlarını anmadan geçemeyeceğimi gördüm.


Bu arada ATATÜRK okumuş ta yazmaya da vakit bulabilmiş. Evet bizler
için bir
geometri kitabı yazmış. Üçgen, açı, dikdörtgen gibi ve 48 tane
geometri
teriminin isim babası bu yazdığı kitapla bizzat Mustafa Kemal'dir.


*Prof. Dr. İlknur Güntürkün KALIPÇI*
------------------------------

TÜRK GÜCÜ

unread,
Apr 5, 2008, 10:04:18 AM4/5/08
to Türk Gücü-Türk Milliyetçisi Grup


*Biz, Kemalistiz
Biz, Cumhuriyetçiyiz
Biz, Milliyetçiyiz
Biz, Devletçiyiz
Biz, Halkçiyiz
Biz, Laikiz
Biz, Anti-Emperyalistiz
Biz, Özgürlükçüyüz
Biz,Bagimsiz Türkiye'den yanayiz
Biz, insan haklari savunucusuyuz
Biz, terörün karsisindayiz
Biz, yobazlarin, hirsizlarin, vurguncularin,
çikarcilarin karsisindayiz
Biz, Kubilaylariz
Biz, Muammer Aksoylariz
Biz, Bahriye Üçoklariz
Biz Ugur Mumculariz


BIZ MUSTAFA KEMALLERIZ *

TÜRK GÜCÜ

unread,
Apr 5, 2008, 10:08:42 AM4/5/08
to Türk Gücü-Türk Milliyetçisi Grup
*


ATATÜRK'E GÖRE ATATÜRK


İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa
Kemal...
İkinci Mustafa Kemal, onu "ben" kelimesiyle ifade edemem; o, ben
değil,
bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük
ülkü
için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını
temsil
ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri
tatmin
içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan,
yaşaması ve
başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!


***


Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim
fikirlerimi,
benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir.


***


Büyük ölülere matem gerekmez, fikirlerine bağlılık gerekir.


***


Ben, manevî miras olarak hiçbir nass-ı katı, hiçbir dogma, hiçbir
donmuş
ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım, ilim ve
akıldır.
Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü
müşkülât
önünde, belki gâyelere tamamen eremediğimizi, fakat asla taviz
vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir.
Zaman
süratle dönüyor, milletlerin, cemiyetlerin, fertlerin saadet ve
bedbahtlık
telâkkileri bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek
hükümler
getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur.


***


Benim, Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya
çalıştıklarım
ortadadır. Benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver
üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini Kabul ederlerse, manevî
mirasçılarım
olurlar.


***


Bir zamanlar gelir, beni unutmak veya unutturmak isteyen gayretler
belirebilir. Fikirlerini inkâr edenler ve beni yerenler çıkabilir.
Hatta
bunlar, benim yakın bildiğim ve inandıklarım arasından bile olabilir.
Fakat,
ektiğimiz tohumlar o kadar özlü ve kuvvetlidirler ki bu fikirler,
Hint'ten,
Mısır'dan döner dolaşır gene gelir, verimli neticeleri kalpleri
doldurur.


***


Hayatımın bütün devrelerinde olduğu gibi, son zamanların buhranları
ve
felâketleri arasında DA bir dakika geçmemiştir ki, her türlü huzur ve
istirahatimi, her nevi şahsî duygularımı milletin kurtuluşu ve
mutluluğu
adına feda etmekten zevk duymayayım. Gerek askerî hayatımın ve gerek
siyasî
hayatımın bütün devir ve bölümlerini işgal Eden mücadelelerimde daima
hareket kuralım, millî iradeye dayanarak milletin ve vatanın muhtaç
olduğu
gayelere yürümek olmuştur.


***


Pekâlâ bilirsiniz ki benim bütün hayatımda bu Ana kadar güttüğüm
gaye,
hiçbir vakit kişisel olmamıştır. Her NE düşünmüş ve her neye girişmiş
isem,
daima memleketin, milletin ve ordunun adına ve menfaatine olmuştur.
Hiçbir
zaman şahsımın üstünlüğünü ve sivrilmemi göz önüne almamışımdır.


***


Memleket ve milletin kurtuluşu ve mutluluğu için çalışmaktan başka
bir
maksadım yoktur. Bu, bir insan için kâfi bir sevinç ve haz temin
eder.
Benimle beraber olan arkadaşlarım, bütün vatandaşlarım DA aynı maksadı
takip
etmektedirler. Şahsî ve ailevî huzur ve mutluluğun, milletin huzur ve
mutluluğuyla ayakta durduğunu, memleketin güvenlik ve
dokunulmazlığıyla
mümkün olduğunu gerçek ve ciddî bir surette anlamışlardır. Ben ve
benimle
beraber olanlar, hedefimizin yüceliğine, yolumuzun doğruluğuna eminiz.
Bunda
asla şüphe ve tereddüdümüz yoktur. Milletimizin, Türk milletinin
yakın, uzak
tarihine lüzumu kadar bilgimiz vardır, Mazinin derslerini, bugünün ve
geleceğin hayatı için göz önünde tutmak dikkatinden mahrum değiliz.
Yaptığımız hizmetlerle övünmüyoruz. Yapacağımız hizmetlerin, iftihar
sebebi
olabileceği ümidiyle avunuyoruz.


***


(Çevresindekilere söylediği bir söz) :
Beni övme sözlerini bırakınız; gelecek için neler yapacağız,
onları
söyleyin!


***


Benim ihtiraslarım var, hem de pek büyükleri; fakat bu ihtiraslar,
yüksek
mevkiler işgal etmek veya büyük paralar elde etmek gibi maddî
emellerin
tatminiyle ilgili bulunmuyor. Ben bu ihtiraslarımın gerçekleşmesini,
vatanıma büyük faydaları dokunacak, bana DA gerektiği gibi yapılmış
bir
vazifenin canlı iç rahatlığını verecek büyük bir fikrin başarısında
arıyorum. Bütün hayatımın ilkesi, bu olmuştur. Ona çok genç yaşımda
sahip
oldum ve son nefesime kadar DA onu koruyacağım.


***


Allah bilir, hayatımda bugüne kadar orduya faydalı bir üye
olabilmekten
başka vicdanî bir emel edinmedim. Çünkü vatanın korunması, milletin
mutluluğu için her şeyden evvel ordumuzun, eski Türk ordusu olduğunu
dünyaya
bir daha ispat lüzumuna çoktan inanmış idim. Bu inanca ait
emellerimin
şiddeti, ihtimal beni pek ziyade aşırı davranışlı göstermişti. Fakat
zaman,
saf ve temiz dimağlardan doğan fikrî gerçekleri -kabulünden çekinilse
dahi-
uygulattırır.


***


Bütün vazifelerin üstünde bizim de bir vicdanî vazifemiz vardı; o
DA,
herkesin Sudan bir takım vazifeler yaptığı sırada hayatımızı,
varlığımızı bu
milletin bağrına sokarak, onlarla beraber düşman karşısında uğraşmak
olmuştur!


***


Ben vazifemin bitmediğini, yüklendiğim sorumluluğun DA yüksek ve
çetin
olduğunu anlıyorum. Arkadaşlar, bu vazife bitmeyecektir; ben toprak
olduktan
sonra DA devam edecektir! Ben seve seve, sevine sevine bütün varlığımı
bu
kutsal vazifeye vereceğim ve onun yüksek sorumluluğunu yüklenmekle
mesut
olacağım. Vazifeme başarı ile devam edebileceğim. Çünkü büyük
milletimizin
kalp ve vicdanında bana karşı sarsılmaz bir güven ve itimat taşımakta
olduğunu görüyorum. Bu benim için büyük kuvvettir, büyük yetkidir.


***


Biz, eğer millet ve tarih önünde herhangi bir hata işliyorsak,
bunun
sorumluluğunu vicdan ve sağduyumuzda hissetmekten ve ödemekten, hiçbir
zaman
çekinecek insanlar değiliz.


***


Millet ve memleketin sayesinde kazanılan rütbe ve refahın bir
ehemmiyeti,
bir kutsallığı vardır. Biz bunlardan, ancak yine bu aziz millet ve
memlekete
borçlu olduğumuz son bir namus vazifesini yapmak içîn ayrıldık.
Milletin
kendi hayatını kurtarmak, kendi meşru hakkını müdafaa etmek için
çıkardığı
sese iştirak etmek, her kendini bilen vatandaşın vazifesidir. Eğer bu
millet, bu memleket parçalanacak olursa umumî şerefsizliğin yıkıntısı
altında, şunun bunun kişisel şerefi de parça parça olur. Biz, o umumî
şerefi
kurtarabilmek için harekete gelen millete ruhumuzla iştirak ettik,
iştirakimize mâni olabilecek şahsî rütbeleri, mevkileri de umumî
şerefi
kurtarmaya yönelik bir gaye uğruna feda ettik.


***


Ben, gerektiği zaman, en büyük hediyem olmak üzere Türk milletine
canımı
vereceğim.


***


(Mallarını millete bağışlaması nedeniyle söylemiştir) :
Mal ve mülk, bana ağırlık veriyor. Bunları, soylu milletime geri
vermekle
büyük ferahlık duyuyorum. Zenginlikten ne çıkar; insanın serveti,
kendi
manevî şahsiyetinde olmalıdır!


***


Hürriyet ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben, milletimin ve
büyük
ecdadımın en kıymetli mirasından olan bağımsızlık aşkı ile yaratılmış
bir
adamım! Çocukluğumdan bugüne kadar ailevî, hususî ve resmî hayatımın
her
safhasını yakından tanıyanlarca bu aşkım bilinir. Bence bir millette
şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın yerleşmesi ve yaşaması,
mutlaka o
milletin hürriyet ve bağımsızlığına sahip olmasına bağlıdır. Ben
şahsen, bu
saydığım özelliklere çok ehemmiyet veririm ve bu özelliklerin
kendimde
varlığını iddia edebilmek için milletimin de aynı özellikleri
taşımasını
şart ve esas bilirim. Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir
milletin
evlâdı
kalmalıyım! Bu sebeple millî bağımsızlık, bence bir hayat
meselesidir.
Millet ve memleketin menfaatleri gerektirdiği takdirde insanlığı
teşkil eden
milletlerden her biriyle medeniyet gereğinden olan dostluk ve siyaset
münasebetlerini, büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak, benim
milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin de bu arzusundan
vazgeçinceye kadar amansız düşmanıyım!


***


(Savarona yatında kabul ettiği Romanya Kralı Karol 'un, görüşme
sırasında
Almanya ile Çekoslovakya arasındaki Südet meselesine temas etmesi ve
Atatürk'ten Çekoslovakya Cumhurbaşkanı Beneş 'e bazı telkinlerde
bulunmasını
rica etmesi üzerine, görüşmeyi dinlemekte olan zamanın Dışişleri
Bakam
Tevfık Rüştü Aras 'a söyledikleri):
Majeste Kral'm söylediklerini dikkatle dinledim. Benden, bir
devlet
reisine kendi ülkesinden bir parçayı Almanlar'a terk etmesini tavsiye
etmekliğimi mi istiyorlar? Benim gibi, bütün ömrü boyunca yurdunun
bağımsızlığı ve bîr karış toprağım başkasına vermemek için savaşan bir
adam,
inançlarına aykırı bir şeye nasıl aracı olur? Görüyorum ki Majeste
Kral,
beni ve karakterimi iyi tanımıyorlar.


***


Ölüme doğru en çok atılanlardan biriyim. Kurşun ve gülle yağmuru
altında
birçok muharebelere iştirak ettim. Hattâ ölüm bir defa, kalbimin
yanından
sıyırarak geçti. Kalbimin üzerinde bir saat vardı ve bu saat, mermi
parçasının şiddetini kırdı.


***


Her zaman tekrar mecburiyetinde kalıyor ve tekrarı da faydalı
görüyorum
ki, eğer ben milletime herhangi bir hizmette bulunmuşsam, eğer ben
herhangi
bir teşebbüste ön ayak olmuşsam, bu hizmet ve teşebbüsün temel
kaynağı,
saygılar ve sevgilerle bağlı olduğum, bundan sonra da saygı ve
sevgiyle
mutluluk ve refahına varlığımı, hayatımı vereceğim aziz milletime,
sizlere
dayanmaktadır. Bir millette güzel şeyler düşünen insanlar, fevkalâde
işler
yapmaya kabiliyetli kahramanlar bulunabilir. Ama öyle kimseler yalnız
başına
hiçbir şey olamazlar; meğer ki bir umumî hissin ifadesi, temsilcisi
olsunlar! Ben milletimin düşünce ve duygularını yakından tanımaktan,
aziz
milletimde gördüğüm kabiliyet ve ihtiyacı belirtmekten başka bir şey
yapmadım. Onun bu kabiliyet ve duygularını sezip tanımakla
övünüyorum.
Milletimdeki, bugünkü zaferleri doğurabilecek özelliği görmüş olmak...
Bütün
bahtiyarlığım işte bundan ibarettir.


***


Arkadaşlarımız ve milletin bütün fertleri gibi, millî davamızda
benim de
emeğim geçmiş ise, bu çalışmada iş yapma kuvveti ve başarı varsa,
bunu
şahsıma atfetmeyiniz. Ancak ve ancak bütün milletin manevî
şahsiyetine
atfediniz. Ben, milletin bu yüksek, manevî şahsiyeti içinde bir naçiz
fert
olmakla bahtiyarım. Efendiler, millet bütünüyle manevî bir şahıs
halinde ve
bir birleşmiş kitle şeklinde belirdi ve bu yüce birliği koruyarak ona
düşman
olanları ortadan kaldırdı.


***


Milletimle yakından ve gösterişten uzak karşılıklı görüşmenin
zevkini,
bahtiyarlığını anlatamam. Her ne vakit milletimin karşısında kendimi
görsem,
her ne vakit milletimin fertlerinden birkaçının yüzüne baksam, oradan
ruh
ve vicdanıma gelen ışık, benim için en kıymetli bir ilham ve verim
alevi
oluyor!


***


30 Ağustos'ta sevk ve idare ettiğim muharebe, Türk Milleti'nin
yanımda
bulunduğu halde, idare ettiğim ilk ve son muharebedir. Bir insan
kendini,
milletle beraber hissettiği zaman, ne kadar kuvvetli buluyor bilir
misiniz?
Bunu tarif müşküldür.


***


Hayatımda en büyük dayanak ve kuvvetim, vatandaşlarımdan gördüğüm
itimat
ve destekdir. Bütün vazifelerimde manevî, vicdanî olan en büyük
endişem,
emanetinizin hürmet ve kutsallığına devamlı olarak dikkat etmektir.


***


Samimî olarak bu memleketin, bu milletin menfaatine yapılacak bir

olsun, ben onu göz önüne almayayım; bu, mümkün değildir. Yalnız, işin
gerçekten millete menfaati olmalı ve teklifin samimî olarak
yapıldığına ben
inanmalıyım.


***


Benim için dünyada en büyük mevki ve mükâfat, milletin bir ferdi
olarak
yaşamaktır. Eğer Cenab-ı Hak beni bunda muvaffak etmiş ise,
şükrederim.
Bugün olduğu gibi ömrümün nihayetine kadar milletin hizmetinde
olmakla
iftihar edeceğim.


***


Şimdiye kadar millete yapamayacağım bir şeyi vaat etmedim. Ben
yapacağım
dediğim zaman, buna inanmayanlar vardı. Buna rağmen hareket ettim.
Görüyorsunuz ki başardık. Benim ve benimle çalışanların güveni vardır
ki,
yeni hedeflerimize de başarıyla varacağız. Şimdiye kadar
söylediklerimin
gerçekleşmiş olması, bütün tasavvurlarımın beni yalanlamaması,
milletin
ciddî ve samimî olarak bana yardımcı ve destek olmasıyla mümkün
olmuştur.
Onun için yeni gayelere erişmek için de bu yardım ve desteğe
ihtiyacım
vardır; onu benden esirgemeyiniz!


***


Benim şan ve şerefimden bahsetmek de hatadır. İyi dinleyiniz öğüdüm
budur
ki, içinizden herhangi bir adam çıkar, şan, şeref davası güder ve
benzersiz
olmak isterse, başınızın belasıdır; ilk önce kafası kırılacak adam
budur!
Mensup olduğum Türk milletinin şan ve şerefi varsa, benim de bir ferdi
olmak
sıfatıyla şanım şerefim vardır, asla başka değilim.


***


Ben zannediyorum ki, millet fertlerinin hiç birinden fazla
yüksekliğe
sahip değilim. Bende fazla girişim görüldüyse bu benden değil,
milletin
bileşkesinden çıkan bir girişimdir. Sizler olmasaydınız, sizlerin
vicdanî
eğilimleriniz bana dayanak noktası teşkil etmemiş olsaydı; bendeki
girişimlerin hiçbiri olmazdı. Millete ait meziyetleri yalnız
şahıslara
bırakan anlayış, eski idarelerin sistem ve usul meselesinden
doğuyordu.
Vaktiyle mevcut devlet ve devletlerin kuruluş şekli, sadece bir
şahsın
menfaatlerini ve arzularını tatmine yönelmiş idi. Şahısların bu arzu
ve
emellerine hizmet eden millet, gösterilen büyüklüklerin şerefinden
asla
payını alamaz, ancak hata ve beceriksizlik olursa onlar millete
yüklenirdi.
Bugün bu hâl mevcut değilse, millet kendi büyüklüğünü olduğu gibi
dünyaya
göstermişse, fazlalık bende değil, bugünkü idarenin niteliğindedir. Bu
şekil
mevcut oldukça, bu mevkie çıkacak herkesin yapacağı şey bundan başka
türlü
olamaz.


***


Sizden olan bir şahsa, sizden fazla ehemmiyet vermek, her şeyi
milletin
bir ferdinin şahsiyetinde odaklaştırmak, geçmişe, bugüne, geleceğe,
bütün bu
zamanlara ait bir toplumun meselelerinin aydınlatılması ve
belirtilmesini
yüksek bir topluluğun tek bir şahsiyetinden beklemek elbette ki lâyık
değildir, elbette ki lâzım değildir.


***


Ben düşündüklerimi, sevdiklerime olduğu gibi söylerim. Aynı
zamanda
gerekli olmayan bir sırrı kalbimde taşımak kudretinde olmayan bir
adamım.
Çünkü ben, bir halk adamıyım. Ben düşündüklerimi daima halkın önünde
söylemeliyim. Yanlışım varsa halk beni yalanlar. Fakat şimdiye kadar
bu açık
konuşmada halkın beni yalanladığını görmedim.


***


Ben, ancak daha iyisini yapabildiğim şeyi tahrip edebilirim;
yapamayacağım şeyi de tahrip edemem.


***


Ben o adamım ki ordunun memleketi, milleti muhakkak bir neticeye
götürebileceği noktalarda emir veririm. Fakat ilim ve bilhassa sosyal
ilim
sahasına dahil işlerde ben emir vermem. Bu alanda, isterim ki bana
bilginler
doğru yolu göstersinler. Onun için, siz kendi ilminize, kültürünüze
güveniyorsanız, bana söyleyiniz. Sosyal ilmin güzel yönlerini
gösteriniz,
ben takip edeyim.


***


Ben, sadece evlenmek için evlenmek istemiyorum. Vatanımızda yeni
bir aile
hayatı yaratmak için önce kendim örnek olmalıyım. Kadın böyle umacı
gibi
kalır mı?


***


Hayat kısadır. Bunu kutlama ve taçlandırma için, insanların
genellikle
makul gördükleri vasıta evliliktir. Bu umumî kurala uymayanlar, pek
sınırlı
ve müstesnadırlar. Bu istisnaları oluşturanlar da, esas kuralın
fenalığından
değil ve fakat tersine bu güzel kurala inanmadan kendilerini meneden
sebeplerin mahkûmu olduklarından, belki evlenmiş olmaktan
korktuklarından
fazla bedbaht olanlardır, inkâr edilmez bir gerçektir ki insanlar,
hayat,
kadınsız olamaz. Evli olanlar, hayatın vazgeçilmezini temin etmiş ve
bütün
düşünce ve isteklerini bir maksat, bir meslek, bir amaca yöneltmiş
olur.
Ancak talih, eşlerin ruh ve kalplerini iyi geçindirsin!


***


Eşini mesut edebilecek herkes evlenmelidir, çoluk-çocuk sahibi
olmalıdır.
Bana bakmayınız; bu meselede örnek İsmet Paşa'dır. Benim hayatım başka
türlü
düzenlenmiştir. Buna rağmen tecrübesini yaptım. Sonradan anladım ki bu

benim başarabileceğim iş değilmiş...


***


(Bursa'da kendisini karşılayan çocuklara söylemiştir):
Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler hepiniz geleceğin bir gülü,
yıldızı,
bir mutluluk parıltısısınız! Memleketi asıl aydınlığa boğacak
sizsiniz.
Kendinizin ne kadar mühim, kıymetli olduğunuzu düşünerek ona göre
çalışınız.
Sizlerden çok şeyler bekliyoruz; kızlar, çocuklar!


***


(Bir alay karargâhının temel atma töreni esnasında bir koyunun temel
için
açılan çukura doğru, yere yatırılıp boğazından kesilmek üzere
olduğunu
gördüğü zaman, İran Şahı Rıza Pehlevi ile aralarında geçen konuşma):
Atatürk -Ben kana bakamam! Bir tavuğun dahi boğazlandığını görmeye
tahammülüm yoktur.
Şahinşah -Ya bu kadar çok bulunduğunuz büyük ve kanlı muharebe
meydanları?...
Atatürk -Ha, o başka meseledir; öyle yerlerde cesetlerin üzerinden
atlayarak
yürürüm. O bambaşka bir iştir.


***


Birçok zaferler kazandım. Fakat, bunların en büyüğünden sonra bile
her
akşam, savaş alanlarında ölen bütün askerleri düşünerek içimde derin
bir
keder duyuyorum.


***


Ben, muharebelerde dahi düşmanın üzerinde bir kin duymam; yalnız
askerlik
kurallarının tatbikini düşünürüm.


***


Ben başkalarının yaptığı ilkelere değil, ancak kendi ilkelerime
uyarım.


***


Benim gözümde hiçbir şey yoktur; ben yalnız liyakat âşığıyım.


***


Hiçbir zaman şahsî gücenikliklerimi, birtakım olumsuz girişimlerle
tatmine kalkmak adîliğine tenezzül etmem


***


Benim müstesna olduğuma dair bir kanım yoktur.


***


Ben ölürsem soylu milletimizin beraber yürüdüğümüz yoldan asla
ayrılmayacağına eminim; bununla gönlüm rahat!

TÜRK GÜCÜ

unread,
Apr 5, 2008, 10:11:46 AM4/5/08
to Türk Gücü-Türk Milliyetçisi Grup
Atatürk'ün aziz naaş'ı, Mozole'nin zemin katında doğrudan doğruya
toprağa
kazılmış bir mezarda bulunmaktadır. Mozole'nin birinci katı olan
Şeref
Holü'ndeki sembolik lahit taşının tam altında bulunan mezar odası
Selçuklu
ve Osmanlı türbe mimarisi tarzında sekizgen planlı olup, piramidal
külahlı
tavanı geometrik motifli mozaiklerle süslenmiştir. Zemin ve duvarlar
siyah,
beyaz, kırmızı, mermerlerle kaplanmıştır. Mezar odasının ortasında
kıble
yönünde kırmızı mermer sandukanın çevresinde bütün illerden ve Kuzey
Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti ile Azerbaycan'dan gönderilen toprakların konulduğu
pirinç
vazolar bulunmaktadır. Atatürk 10 Kasım 1938'de hayata gözlerini
yummuştur.
Anıtkabir'in inşaatı 1953'de tamamlanmıştır. Bu dönemde Ata'nın Aziz
naaş'ı
geçici olarak Etnoğrafya Müzesi'nde muhafaza edilmiştir. Muhafaza
işlemi
için Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Profesörleri tarafından "tahnit"
işlemine
tabi tutulmuştur. Bu işlemle bir çeşit kimyasal sıvı naaş'ın
bozulmaması
için Ata'nın vücuduna zerk edilmiştir. İşlemin hemen ardından naaş
kurşundan
bir tabuta konularak gül ağacından yapılmış özel bir tabuta
yerleştirilmiştir. Tam 15 yıl sonra, 9 Kasım 1953'de Prof. Dr. Kamile
Şevki
Mutlu başkanlığındaki bir heyet tarafından tabut açılmış ve naaş'ın
hiçbir
şekilde bozulmadığı görülmüştür. Atatürk'ün Aziz naaş'ı İslami
usullere
uygun olarak Anıtkabir'deki bu mezar odasına defnedilmiştir. Mustafa
Kemal'in 1926'da İzmir'deki suikast girişiminin ardından "Benim naçiz
vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti
ilelebet
payidar kalacaktır" sözü vasiyeti olarak kabul edilmiştir. Buna uygun
olarak, o dönemin 67 vilayeti ile Selanik'teki Atatürk evi, Kore'deki
Türk
şehitliği, Kıbrıs ve Süleyman Şah'ın Mezarı'ndan gelen toprakların
harmanlandığı mezara konulmuştur. Gerçekte yattığı yer İsmet
İnönü'nünde
söylediği gibi: "Türk milletinin Onun için aşk ve iftiharla dolu olan
kahraman ve vefalı göğsüdür".

TÜRK GÜCÜ

unread,
Apr 9, 2008, 4:56:13 PM4/9/08
to Türk Gücü-Türk Milliyetçisi Grup


<http://www.yenidenergenekon.com/wp-content/uploads/2008/04/
image0027.jpg><http://www.yenidenergenekon.com/wp-content/uploads/
2008/04/image0041.jpg><http://www.yenidenergenekon.com/wp-content/
uploads/2008/04/image0051.jpg><http://www.yenidenergenekon.com/wp-
content/uploads/2008/04/image00121...>


*ATATÜRK'ÜN **SOY KÜTÜĞÜ*


*[image: image00121.jpg]<http://www.yenidenergenekon.com/wp-content/
uploads/2008/04/image00121...>
*


*ATATÜRK'ÜN KENDİSİNİ TANIMLAMASI:**


*


*(1**)"Benim hayatta yegane fahrim (onurum), servetim, Türklükten
başka bir
şey değildir."
"Bana, insanlar üstünde bir doğuş atfetmeye kalkışmayınız. Doğuşumdaki
tek
fevkaladelik, Türk olarak dünyaya gelmemdir."**
(Bozkurt, Mahmut Esat; Yakınlarından Hatıralar, Sel Yayınları, İst.,
1955,
s.95)*


**


*(2) **Bir İngiliz'in "siz hangi asil ailedensiniz?" sorusuna verdiği
yanıt:
"Anasının ve babasının asilliğiyle iftihar eden Teodoz, İtalya
Yarımadasına
inmek isteyen Türk Atilla'ya barış görüşmesinden önce sormuş: 'Siz
hangi
asil ailedensiniz?' Atilla'da ona cevap vermiş: 'Ben asil bir
milletin
evladıyım!' işte benim cevabımda size budur!"*


*(Egeli, Münir Hayri; Atatürk'ten Bilinmeyen Hatıralar, İst., 1959, s.
15)*


**


*(3**)" Türk, Türk olduğu için asildir… çoğumuz, büyük babamızın
babasını
hatırlamayız. Bütün soy gururumuzu, Türk olmanın içinde buluruz."*


*(Ünaydın, Ruşen Eşref; Atatürk Tarih ve Dil Kurumları (Hatıralar),
TDK.
Yayını. Ank., 1954, s.549)*


**


*(4)**"… Türklük, benim en derin güven kaynağım, en engin övünç
dayanağım
(dır)" ** (Egeli, Münir Hayri, s.699*


**


*
(5)**"Millî mevcudiyetimize düşman olanlarla dost olmayalım.
Böylelerine
karşı…'Türk'üm ve düşmanım sana, kalsam da bir kişi!' diyelim"**
( Faik Reşit Unat'ın "Ne Mutlu Türk'üm Diyene" Türk Dili Dergisi, Sayı
146,
1963 makalesinden aktaran Utkan Kocatürk, Atatürk'ün Fikir ve
Düşünceleri,
Ank., 1984, s.171-173)*


**


*(6)**" Mensup olduğum Türk milletinin şan ve şerefi varsa, benim de
bir
ferdi olmak sıfatıyla şanım ve şerefim vardır…"
(**Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, C. II. derleyen Nimet Unan, Türk
İnk.
Tarihi Ens.yayını, Ank.,1959,s.143)*


*


(7) **Zübeyde Hanım'ın soyu Yörük'tür. Fatih döneminde Karamanoğlu
Beyliği'nin yıkılmasından sonra (1466), Balkanlar'da fethedilen
yerlerin
Türkleştirilmesi için göç ettirilen ailelerdendir. Konya bölgesinden
geldikleri için bunlar, "Konyarlar" ismi ile resmi kayıtlara geçmiş ve
böyle
anılmıştır.


Aile, Vodina sancağının Sarıgöl nahiyesine yerleştirilir. Zübeyde'nin
babası
Sofi-zade Seyfullah Ağa, Selanik yakınlarındaki Lankaza'ya göçer ve
bir
çiftlik sahibi olur. Ve Zübeyde Hanım 1857′de burada doğar. Annesi,
babasının üçüncü eşi Ayşe Hanım'dır**.*


*(Güler, Ali; Atatürk Soyu, Ailesi ve Öğrenim Hayatı, Ank.1999, s.
40-46 -
Göksel, Burhan; Atatürk'ün Soykütüğü Üzerine Bir Çalışma, Kültür Bak.
Yay.,
Ank.1994, s.7)


*


*(8) **M. Kemal'in kız kardeşi Makbule Hanım (1885-1956):**
**"Annemden sık sık şunları dinlemişimdir. Bizim esas soyumuz
Yörük'tür.
Buralara Konya-Karaman çevrelerinden gelmişiz" diyor ve atalarından
bazılarının da sonradan tekrar Konya'ya geri döndüğünü de şöyle
açıklıyor:
"Dedem Feyzullah Efendi'nin büyük amcası Konya'ya gitmiş, Mevlevi
dergahına
girmiş, orada kalmış. Yörüklüğü tutmuş olacak."*


* (Güler, Ali; Atatürk Soyu, Ailesi ve Öğrenim Hayatı, Ank.1999, s.
46)*


**


*(9) **Makbule Hanım Yörüklük için şunları söylüyor:**
**"…Annem her zaman Yörük olmakla iftihar ederdi. Bir gün Atatürk'e
"Yörük
nedir?" diye sordum. Ağabeyim de bana 'Yürüyen Türkler' dedi."*


*(Şapolyo, Enver Behnan, Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, İst.,
1958,
s.33,23- aktaran Güler, Ali s.45)*


**


*
**(10)**Yörük ile Türkmen eş anlamlıdır. Atatürk, soyunu açıklarken
bunu da
vurgular:
**"…. Benim atalarım Anadolu'dan Rumeli'ye gelmiş Yörük
Türkmenler'dendir."*


*(E.B.Şapolyo, a.g.e.den aktaran Güler, Ali a.g.e. s.27, 28)
**


*


[image: image0027.jpg]<http://www.yenidenergenekon.com/wp-content/
uploads/2008/04/image0027.jpg>


**


[image: image0031.jpg]<http://www.yenidenergenekon.com/wp-content/
uploads/2008/04/image0031.jpg>


Mustafa Kemal Atatürk'ün Babası Ali Rıza Efendi (1841-1888).


Ali Rıza Efendi 1841 yılında Selanik'te doğdu. Söke'den Selanik'e
yerleşmiş
Türkmenlerden "Kırmızı Hafız" lakaplı Ahmet Efendinin oğludur.
İlkokulu Abdi
Hafız Mahalle Mektebinde okudu. Selanik'te Evkaf İdaresinde katiplik,
sonrada Gümrük Muhafaza Teşkilatında memurluk yaptı. Memurluğu
sırasında,
Hacı Sofi ailesinden Feyzullah Ağa'nın kızı Zübeyde Hanımla evlendi.


1876 yılında da Selanik Asakir-i Milliye taburunda subay olarak görev
alan
Ali Rıza Efendi, daha sonra da kereste ticareti yapmaya başladı.
Zübeyde
Hanım'dan beş çocuğu oldu. Çocuklarından Naciye, Ömer ve Fatma fazla
yaşamadı. Sadece Mustafa ve Makbule hayatlarına devam edebildi. Ali
Rıza
Efendi, 1888 yılında, tek oğlu Mustafa Kemal ilkokulda okuduğu
sırada,
rahatsızlandı ve öldü.


[image: image0041.jpg]<http://www.yenidenergenekon.com/wp-content/
uploads/2008/04/image0041.jpg>


Atatürk ve Ailesi


Zübeyde Hanım 1857 yılında Selanik'te doğdu. Orta Anadolu'dan göç
ederek,
Selanik'in batısında Arnavutluk sınırına yerleştirilen yörüklerden,
Hacı
Sofi ailesinden Feyzullah Ağanın kızıdır. Selanik'te Gümrük Muhafaza
Teşkilatında memur olan Ali Rıza Efendi ile evliliğinden beş çocuk
sahibi
oldu. Fatma ve Ömer'i daha küçükken kaybetti. 1888 yılında Mustafa
ilkokuldayken kocasını da kaybeden Zübeyde Hanım, zaman zaman
çocukları ile
birlikte kardeşi Hüseyin Ağa'nın çiftliğine giderdi. Bu sırada,
Atatürk'ün
ifadesiyle; iyi kalpli bir insan olan Ragıp Bey'le evlendi.
Kızlarından
Naciye de çok yaşamadı.


Balkan harbinden sonra, birçok Türk ailesi gibi, kızı Makbule ile
birlikte
Selanik'ten göç etti ve İstanbul'a gelerek Beşiktaş-Akaretler'de bir
eve
yerleşti. Milli Mücadele yıllarında Ankara'ya gelen Zübeyde Hanım,
1919′da
ayrılmak zorunda kaldığı oğlunu, yıllar sonra Ankara'da Devlet
Başkanı
olarak gördü. 14 Ocak 1923′te tedavi amacıyla gittiği İzmir'de 66
yaşında
vefat etti.


Kızkardeşi Makbule Atadan


Mustafa Kemal Atatürk'ün kız kardeşi olan Makbule Atadan, 1887
yılında
Selanik'te doğdu. Balkan Savaşlarından sonra, annesi Zübeyde Hanım'la
birlikte Selanik'ten ayrılarak İstanbul'a yerleşti. Cumhuriyet'in
ilanından
sonra ağabeyinin isteği üzerine, annesiyle birlikte Ankara'ya geldi.
Bir
süre Atatürk'ün yanında kalan Makbule Atadan, daha sonra Çankaya
Köşkü
arazisi içinde kendisi için yaptırılan Çamlı Köşke yerleşti.


1930′da Atatürk'ün isteğiyle Fethi Okyar'ın kurduğu Serbest
Cumhuriyet
Fırkasına giren Makbule Hanım birkaç ay sonra parti kapatılınca
siyasetten
çekildi ve 1935′de milletvekili Mecdi Boysan ile evlendi. Makbule
Atadan'ın
ağabeyi Atatürk ile ilgili anıları "Büyük Kardeşim Atatürk (1952)" ve
"Ağabeyim Mustafa Kemal (1952)" adlarıyla yayımlandı. 1956 yılında 69
yaşında öldü.


[image: image0051.jpg]<http://www.yenidenergenekon.com/wp-content/
uploads/2008/04/image0051.jpg>


[image: image006.jpg]<http://www.yenidenergenekon.com/wp-content/
uploads/2008/04/image006.jpg>


[image: image007.jpg]<http://www.yenidenergenekon.com/wp-content/
uploads/2008/04/image007.jpg>
[image: image008.jpg]<http://www.yenidenergenekon.com/wp-content/
uploads/2008/04/image008.jpg>


http://www.yenidenergenekon.com/27-ataturkun-soy-kutugu/


Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages