İşte, o
bataklık ise, gafletkârâne ve dalâlet-pîşe olan sefîhâne hayat-ı
içtimaiye-i beşeriyedir. O sarhoşlar, dalâletle telezzüz eden
mütemerridlerdir. O mütehayyir mütehayyir olanlar, dalâletten nefret
edenlerdir, fakat çıkamıyorlar; kurtulmak istiyorlar, yol bulamıyorlar,
mütehayyir insanlardır. O topuzlar ise siyaset cereyanlarıdır. O nurlar
ise hakaik-i Kur’âniyedir. Nura karşı kavga edilmez, ona karşı adâvet
edilmez. Sırf şeytan-ı racîmden başka ondan nefret eden
olmaz.
İşte, ben de, nur-u Kur’ân’ı elde tutmak için, 1
اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ
وَالسِّيَاسَةِ deyip, siyaset
topuzunu atarak, iki elimle nura sarıldım. Gördüm ki, siyaset
cereyanlarında, hem muvafıkta, hem muhalifte o nurların âşıkları var.
Bütün siyaset cereyanlarının ve tarafgirliklerin çok fevkinde ve onların
garazkârâne telâkkiyatlarından müberrâ ve sâfi olan bir makamda verilen
ders-i Kur’ân ve gösterilen envâr-ı Kur’âniyeden hiçbir taraf ve hiçbir
kısım çekinmemek ve ittiham etmemek gerektir—meğer dinsizliği ve zındıkayı
siyaset zannedip ona tarafgirlik eden insan suretinde şeytanlar ola veya
beşer kıyafetinde hayvanlar ola!…
Elhamdü lillâh, siyasetten
tecerrüd sebebiyle, Kur’ân’ın elmas gibi hakikatlerini propaganda-i
siyaset ittihamı altında cam parçalarının kıymetine indirmedim. Belki,
gittikçe o elmaslar kıymetlerini her taifenin nazarında parlak bir tarzda
ziyadeleştiriyor.
وَقَالوُا
الْحَمْدُ ِللهِ الَّذِى هَدٰينَا لِهٰذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِىَ لَوْ
لاَۤ اَنْ هَدٰينَا اللهُ لَقَدْ جَاۤءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا
بِالْحَقِّ
3اَلْبَاقِى هُوَ
الْبَاقِى Said
Nursi
Dipnotlar - Arapça
İbareler - Haşiyeler:
1 : Şeytanın ve siyasetin şerrinden
Allah’a sığınırım. 2 : “Dediler: Bizi buna eriştiren
Allah’a hamd olsun; yoksa Allah hidayet etmeseydi, biz kendiliğimizden
buna erişemezdik. Gerçekten Rabbimizin peygamberleri bize hakkı
getirdiler.” A’râf Sûresi, 7:43. 3 : Bâkî olan
sadece Odur.
|
Lügatler
:
adavet : düşmanlık beşer :
insan cereyan : hareket, akım
dalâlet : hak yoldan ayrılma,
sapkınlık
dalâlet-pîşe : sapıklık ve inançsızlığı meslek
haline getiren ders-i Kur’ân : Kur’ân’ın verdiği
ders elhamdü lillâh : “ezelden ebede her türlü hamd ve övgü
Allah’a mahsustur” envâr-ı Kur’âniye : Kur’ân’ın
nurları fevkinde : üstünde
gafletkârâne : umursamaz ve duyarsız bir
şekilde garazkârâne : kötü bir niyet ve kinle
yaklaşarak hakaik-i Kur’âniye : Kur’ân’ın hakikatleri,
gerçekleri hakikat : gerçek, esas, doğru
hayat-ı içtimaiye-i
beşeriye :
insanlığın sosyal hayatı hayat-ı içtimaiye-i siyasiye-i beşeriye
: insanlığın sosyal ve siyasî hayatı ittiham etme :
suçlama muhalif : karşı taraf muvafık : aynı
taraf müberrâ : arınmış, temiz mütehayyir : hayrette
kalan, şaşkın
mütemerrid : inatçı, inanmamakta
direnen nazar : bakış, görüş nur-u Kur’ân : Kur’ân’ın
nuru propaganda-i siyaset : siyaset propagandası sâfi
: saf, duru, arınmış
sefîhâne : dinen yasaklanmış zevk ve
eğlencelere düşkün olarak suret : biçim, şekil şeytan-ı
racîm : kovulmuş, lanetlenmiş şeytan taife : topluluk,
grup tarafgirlik : taraftarlık, taraf tutma tecerrüd :
sıyrılma, soyutlanma telâkkiyat : düşünceler,
anlayışlar
telezzüz : lezzet alma,
lezzetlenme telif : yazma zındıka : dinsizlik,
inançsızlık ziyadeleştirme : artırma,
fazlalaştırma
|