ATATURK HAKKINDA

37 views
Skip to first unread message

Grup Yönetici

unread,
Aug 26, 2014, 5:11:25 AM8/26/14
to Turkiye-i...@googlegroups.com


---------- Yönlendirilmiş ileti ----------
Kimden: <gti...@aol.com>
Tarih: 25 Ağustos 2014 22:36
Konu:  ATATURK HAKKINDA
Kime:

Ingiliz sefiri Percey Lorraine ile Ataturk arasindaki dostlukla Kemalistler gurur duyar; Lorraine'nin Ataturk'e ovgulerini Internet
te surekli dagitirlar...

Lakin, Percey Lorraine herseyden once kendi Ulkesine sadik bir devlet adamidir.
Ataturk'e danismanlik yaptigi, yanindan ayrilmadigi bes sene muddetinde kimbilir ne tur Turkiye'nin sirlarini telgraflariyla Ingiltere'ye gondermistir.

Percey Lorraine'in kendi dis isleri bakanina gonderdigi bir telgrafta Ataturk'un son gunlerinde kendisini cagirip Turkiye'nin idaresini kendisine vermek istedigini bildirmisti.

Percey'nin bu telgrafi 30 sene Ingiliz gizli arsivlerinde kaldiktan sonra serbest birakildiginda tarihci Martin Gilbert'in gozune carpar ve 1968'de Sunday Times gazetesinde Ingiltere'nin firsati kacirdigini soyleyen bir makale yazar. Makale Internet'te bol bol bulunabilir.

Uzun seneler Turk halki bundan haberdar olmaz. Cunku, Ataturk'u kotu gosteren hic bir sey Turkiye'de yazilmazdi; yazanin hayati kayardi. Bu yuzden sahte bir tarih ortaya cikarilmistir.

Ama, telgraf arsivlerde mevcuttur; Sunday Times makalesi de aynen o gazetenin arsivlerinde mevcuttur.

Gilbert'in olumunden sonra karisinin bu bir sakaydi demesi (eger dogruysa tabi; Kemalisteler surekli yalan soyler, cunku)  korkusundandir. Boyle saka olmaz. Ciddi bir devlet adami olan Lorraine kendi devleti ile mi saka yapacak? Veya, Meshur bir tarihci olan Gilbert mi sahte bir makale yazacak ve bu sakayi kendi halkina aciklamayarak kendi milletini kandiracak? Torunu yazdigi kitapta sahte bir hikaye mi anlatacak?

Lakin, Ataturk hayati boyunca Ingilizlere hayrandi. Elbiselerini Ingiltere'den getirtir, onlar gibi giyinir, onlarin degisen modasina uyar, onlar gibi icer, onlar gibi kadin-kizlara sarkintilik yapardi. Hatta, onlar gibi sapka giyilsin ugruna iki binin ustunde insani katlettirmisti; Rize'yi Hamiddiye zirhlisiyla topa tutturmustu.

Ingilizler de Orta-dogu'da soz sahibi olmanin, petrol kaynaklarini ele gecirmenin pesindeydi. Orta-dogu'yu kendi arka bahceleri gibi goruyorlardi. Bu yuzden 1960 darbesine destek vermislerdi mesela.

Ataturk'un en cok ovenlerin basinda Ingilizler vardir; cunku, Ingilizler bati medeniyetini temsil ediyordu, ve Turklerin nihayet Islamiyet'e savas acmis, Turk kulturunu birakip Ingiliz kulturunu benimsemis bir liderinin olmasi onlari cok memnun etmisti.

Ataturk'un  Ingilizlere yakinlik duydugunu Percey Lorraine disinda birkaci Ingiliz kaynak ta da bulabiliriz:
 
Mustafa Kemal’in Istanbul’daki Ingiliz isgal kuvvetleri karagahina (Pera Palas’a) gidip onlardan is istemesi:
Lord Kinross,  Ataturk - The Rebirth of a Nation, 1965, page 141-142:
 
 T.E. Lawrence (Ingiliz casusu Lawrence) ile esir dusen Mustafa Kemal’in konusmalari ve Arap topraklarinda gozumuz yok diyince serbest birakilmasi: J. Wilson, Lawrence of Arabia, page 558. (Ve Ataturk, Misak-i milli sinirlari icin and icildigini unutup, kucuk Turkiye'ye razi olmustu. Musul, Kuzey Irak ve Suriye, Ege adalari sinirimiza dahil edilmedigi gibi, dahil edilmeleri icin hic bir gayret te sarfedilmedi.)

Eger, kurdugu dikta rejimi akillilik edip okullarda, basin yayinda, devlet adamlarinin her konusmalarinda yogun Ataturk proppagandasi yapmasaydi, ve elestiri yasaklanmasaydi, bugun bir suru sahte bilgilerle ortalikta dolasan rejim militanlari olmazdi.

Turk milletinin dogrulari bilme hakki vardir.
Ve bileceklerdir.
Dusunce ozgurlugu artik Ataturk'u de kapsiyor. Karakteri, demokrasi getirmemis olmasi ve bilakis tek parti diktatorlugu sursun diye CHP'ye para birakmasi, hakkinda ileri surulen yalanlar, sahte tarih, Turk milletine yaptiklari bir bir Internet'te ve basinda anlatiliyor. Ataturk'un kendisini kisa zamanda milyarder yapmis olmasini, Hint Muslumanlarinin parasini sahsina kullanmasini, kendisine ayda bugunun parasiyla bir milyon TL maas baglamasini yakin zamana kadar kimse bilmiyordu.

Bugun, Ataturkculuk ve Kemalizm siyyasette de gittikce az duyulur hale gelmistir.
CHP bile artik Kemalist edebiyati yapamaz olmustur.

Turkiye'de Musluman halka, Kurtlere kanli mezalim yapmis birisinin pesinden gidilmemesi icin cok neden mevcuttur.

O'nun baslattigi din dusmanligi bugun tersine donmustur. Kemalistler koseye sikismislardir. Hic bir gecerli mudafa yapamaktadirlar.

Olan, maalesef Kemalistlerin dusuncelerinden ve inanclarindan dolayi katlettigi 100-150 bin insanin hayatina olmustur.

Gunes




-----Original Message-----
From: a.gee
Sent: Sun, Aug 24, 2014 11:23 pm
Subject: : ATATURK HAKKINDA

Merhaba Kaya bey,
Siz bunu bizim sycophant Gunes Ecer’e yolladiniz mi?
Asil ona yollamak lazimdi.
Yollamadinizsa. ben simdi gonderiyorum kendisine.
Percy Lorraine’in yazdigi 25 kasim 1938 tarihli mektubun ingilizcesi nerede bulunur? Biliyor musunuz?
Cok memnun olurum. Eminim bizim sycophant’ta cok memnun olur. Sevincinden tavana sicrar.
Selamlar

 

Doç. Dr. Gül CELKAN (*)
“Bir asker olmak, bir komutan olmak değildir ona çağını aşacak bir lider özellikleri taşıtan. O bir lider, ama kitleleri sürükleyebilen, insanları kenetlemeyi başarmış bir siyasi lider.” İşte İngiltere’nin Muhafazakâr Parti lideri Michael Stevens Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, Türk İstiklal ve Bağımsızlığının sembolü Mustafa Kemal Atatürk için böyle diyordu.
Andrew Mango Atatürk adlı eserinde bağımsızlık ve evrensel uygarlığa katılımı Mustafa Kemal’in ikiz idealleri olarak görmekte[1] ve O’nu yetenekli bir komutan, akıllı bir politikacı ve son derece gerçekçi bir devlet adamı olarak anlatmaktadır. Ve O’nu Aydınlanma çağının yani bir başka deyişle Türk Rönesans’ının yaratıcısı olarak görmektedir[2].
İngiltere Büyükelçisi olarak 1934-1939 yılları arasında Türkiye’de yaşayan Percy Loraine Ulu Önder’in ölümünün onuncu yılında, 10 Kasım 1948’ de yapmış olduğu bir konuşmada Atatürk’ü şu şekilde anlatmaktadır:
“Nasıldı! Aslını söylemek gerekirse dik, mağrur, kendinden emin, iyi giyimliydi; belirgin yüz hatları, insanın sanki içine kadar görebilen mavi gözleri, kalın kaşları, yüzünde bazı derin çizgiler ve çoğunlukla ciddi ve sert bakışlar; ancak her bakışında, yüz ifadesinde ve hareketlerinde dahi bir hayat, bir canlılık vardı. Aklından geçirdikleri ve vücudu harekete geçmeye hazır sarılmış yaylara benziyordu?”[3]
Atatürk elbette Türk milletinin kurtarıcısı, aydınlığa çıkmasını sağlayan; egemenlik, bağımsızlık, hürriyet kavramlarını öğrenmesini ve yaşatmasını sağlayan kişiydi. Ancak onun değerini yabancıların sözlerinden duymak, Türk Milleti olarak bizlere Atatürk’le ne kadar övünsek azdır dedirtecek kadar etkileyici olmaktadır. İstiklal Savaşında Güneydoğu Anadolu’yu işgal eden Fransa’nın Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle, “Mustafa Kemal’den öğreneceğimiz çok şey var,” derken, Amerikalı General Mac Arthur , “zamanın en önde gelen devlet adamı ve askeri dehası olarak” Atatürk’ü tanımlamaktadır. 1922 yılında Cumhuriyet Türkiyesi’nin Ankara’sına gelen ilk İngiliz olan Grace Ellison, Atatürk’ü öğrencilerine sürekli olarak milletin, milliyetçiliğin ne demek olduğunu öğretmek durumunda kalan bir profesöre benzetmektedir[4].
Atatürk geleceği gören, ülkesiyle milletiyle gurur duyan ve ona derin bir sevgi besleyen, parlak bir geleceğe doğru yol alabilmesi için tüm mesaisini bu amaç uğruna harcamış emsalsiz bir devlet adamıydı. “Ancak kendilerinden sonrakileri düşünebilenler milletlerini yaşamak ve ilerlemek imkânlarına kavuştururlar”. İşte Atatürk kendi felsefesini bu kelimelerle özetlemekteydi. Mustafa Kemal mütevazılıği elden bırakmayan ve kendisinin olağanüstü bir kişi olarak yorumlanmasını asla istemeyen bir kişiliğe sahipti. Ona göre doğuşundaki en büyük olağanüstülük Türk olarak dünyaya gelmiş olmasıydı.
Atatürk ve onun efsanevi kahramanlığı, öğretileri Türk ulusunun ve dünyadaki tüm milletlerin hafızalarından asla silinmeyecektir. Türk milleti için bir sembol haline gelen gizli bir kahramandı. Türk Rönesansını yapmış olduğu inkılaplarla başlatmıştır. Kadınların çağdaş dünyaya ayak uydurması, ekonomik zaferler, eğitimin modernleşmesi,… bunlar Atatürk sayesinde Türk milletinin sahip olduğu onlarca imtiyazdan sadece birkaçıdır.
Atatürk Türkiye’si laik ve insancıl milliyetçilik kavramları sonucu uyumlu, hoşgörülü bir ortam yakalamayı başarmıştır. Elbette savaşlardan, fakirlikten, yorgunluktan elinde avucunda bir şey kalmamış bir milleti kalkındırmak azim, sebat, fedakârlık ve strateji geliştirme işiydi. İşte Atatürk bunları başarmış ve yabancı diplomatların da hayret, şaşkınlık ve hayranlıkla izlediği dünyaca saygın bir devlet adamı olmuştur.
1934-1939 yılları arasında önce İstanbul’da daha sonra da Ankara’da Büyükelçi olarak bulunan Percy Loraine 25 Kasım 1938’de Londra’ya gönderdiği ve kırk yıl açılmayacak şerhi koyduğu mektup, ibret dolu anlatımıyla Atatürk’ün yabancı bir diplomat gözünde nasıl muazzam bir kişiliğe sahip olduğunu göstermesi açısından okunması gereken bir mektup olmasının yanı sıra objektif anlatımıyla araştırmacılar için de bir kaynak belge niteliği taşımaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden 15 gün sonra dönemin İngiltere Büyükelçisi Percy Loraine’in Londra’ya özel bir kuryeyle gönderdiği ve üzerine “40 Yıl Boyunca Açıklanmayacak” damgası vurulan mektubun tam metnidir .
——————————————————————————–
Telgraf No: 608
İngiltere Büyükelçiliği, Ankara,
25 Kasım 1938
Aziz Lordum,
1. Size Mösyö Kemal Atatürk’ün ölümünü bildiren 194 sayılı telgrafı çok derin üzüntüler içinde sunmuştum.
2. Bu belgeye ek olarak, Büyükelçiliğimiz Müsteşarı tarafından hazırlanan ve Kemal Atatürk’ün geçmişteki kariyerini içeren belgeyi sizlere sunma onuru yanında, bu yazımda, Atatürk’ün yaptığı işleri övmekten çok, onun kişiliği ve bu ülke insanına ne ifade ettiği konusuna değinmeye çalışacağım. Hiç şüphesiz toplum bilimciler ve tarihçiler onun çalışma hayatı ve yaptıklarıyla ilgilenip ayrıntılı bir çalışma yapacaklardır. Ancak bunların birçoğu, Atatürk’ün gerçek kimliğini öğrenmeden hazırlanacaktır ki; onu tanımadan yapılacak değerlendirmeler kuşkusuz yanlış olacak ve yanlış yönlendirmelere neden olacaktır.
3. Bu bilginin toplanmasında, ben belki de ayrıcalıklı bir konuma sahiptim. Her ne kadar, rahmetli Cumhurbaşkanı ile çok nadir karşılaşmış olsam da, bu görüşmeler diğer diplomatik temsilciliklerinkine nazaran daha sık ve daha uzun olmuştur. Bütün bunlar bir yana, görevimin ilk günlerinden itibaren Atatürk beni bir dost gibi görmüş, benimle görüşmekten memnun olmuş, görüşme fırsatı doğduğunda bundan hoşnut kalmış, karşılıklı konuşmalarımız esnasında ilgi ve dikkati asla azalmamıştır. Galiba, onun yeteneklerini ortaya çıkartan becerikli yaklaşımlarım vardı, bu yüzden olsa gerek görüştüğümüz konu hakkındaki fikirlerine ya da o konu ile ilgili sunduğu sonuca karşı çıktığımda benim bu tavrıma direnmezdi. Dolayısıyla, kendi özel kimliğini bana, diğer yabancılara gösterdiğinden daha fazla gösterdiğine inanıyorum.
4. Doğrudan edinilen tecrübelerimi sağlayan kişisel görüşmelerimiz dışında, onu çok yakın dostlarından ve hatta aramızdaki dostluğu gördükten sonra benimle onun hakkında konuşmaya hiç çekinmeyen Kabine’deki bazı Bakanlardan da birçok kez dinleme fırsatım oldu.
5. Atatürk’ün müstesna ve takdire şayan bir şahsiyet olduğunu söylemek pek bir şey ifade etmeyebilir. Ancak gerçekten müstesna ve takdire şayan bir kişiydi, neden bu niteliklere sahip bir şahsiyet olduğunu açıklamaya çalışmalıyım.
6. Sanırım bunu temelde “çift karakterlilik” olarak açıklayabiliriz. Bu ülkede nefret uyandıran ve yasaklanan H.C. Armstrong’un Grey Wolf (Bozkurt) adlı kitabını okuyan çoğu insan, çok yetenekli; inatçı bir enerjiye sahip, ancak insafsız, itici tavırları olan, serkeş mizaçlı, gem vurulmamış zevkleri, ahlak dışı ihtirasları olan; dahası, dostluğu tanımayan bir adamın portresiyle karşılaşmaktadır. Bu tespiti doğrular görünecek kanıtları toplamak hiç de zor olmayacaktır; ancak şahsen ben, bir insanın bu şekilde tanıtılmasını tamamıyla yanıltıcı buluyorum. Gözle görülen bir dizi kural dışılığı sadece ayrı karakterlilikle anlatabileceğime inanıyorum. Sadece şu veya bu savaşı kazanarak, şu veya bu kanunu çıkararak, harf devrimi yaparak ya da fes giyilmesini yasaklamak veya ülkeyi laik kılarak değil, yüzyıllarca acı çekmiş, ruh karartıcı yönetimler yaşamış bir ırkın dehasına güvenerek, sadece artık kölelik çekilmemesi gerektiğine inandığı için çok sayıda kuvveti harekete geçirip, bir insanın büyüklüğünün ve sıra dışı görüşünün kanıtı sadece iyiliği ile ölçülebilir. On beş yıl gibi kısa bir sürede bu insan bir çok iyi şey yapmıştır. Gerisi ayrıntıdan ibarettir; sadece dedikoducu zihniyetin üzerinde duracağı ancak bir tarihçinin gerektiği kadarını vereceği ayrıntılar.
7. Atatürk’ün dinamik enerjisi üzerinde durmama gerek yok, bu enerjinin dayanılmaz gücü, Türk ırkının tarihinde şimdiden önemli bir sayfa olarak yer almıştır. Ancak ben, pek bilinmeyen bir başka özelliğine değinmek istiyorum: Bu da; Atatürk’ün doğuştan gelen, belki de farkında olmadan tıpkı sütün kaymağını hemen ayıran aletler gibi, faydasızı faydalıdan ayırma yeteneğiydi.
8. Atatürk’ün tüm karakterinde veya en azından mevcut şeklinde, bazı çelişkilerle karşılaşılmaktadır. İddia edilen acımasızlığı, onu tanıyanların çok iyi bildiği gibi, vatandaşlarına duyduğu sevgiyle uyuşmamaktadır. Tensel günahlar ve geçici ilişkilere duyduğu varsayılan zevklere karşın, toplumda kadının rolü kavramı, halk devrimlerinde en çarpıcı savunmayı ortaya koyduğu kadın hakları ve önemi ile bağdaşmamaktadır. Zira bir iki sene içinde çokeşliliği yasal olarak ortadan kaldırmış ve istedikleri takdir de harem kadınlarına bile devletin liberal mevkilerinin açık olduğunu ortaya koymuştur. (Kimi zaman toplum içinde de olsa) özel hayatını tanımlayan ve göz ardı edilmiş resmiyeti, giyiminin kusursuzluğu, olağanüstü tavırları ve resmi görevlerdeki asaleti ile garip bir çelişki yaratmaktadır. Sadece bir kaç büyük adam daha rahat ve daha güvenli hissetmenizi sağlayabilir; sanırım yok denecek kadar azı da gerektiğinde sizi bu kadar rahatsız hissettirebilir.
9. Atatürk, Batı’da “yes-men” ve uzun süredir Türkiye’de “evetçi” olarak bilinen tarzdan hoşlanmıyor, bu tür insanları aşağılıyordu. Ahmak ve dalkavuklara tahammülü yoktu. Aslında belki de en çok sömürücüleri sevmez, açgözlüleri hor görürdü. Bir insanın onun için çalışıyor olması fikrine hoş bakmazdı. Kendisi zaten ülkesi, ırkı ve insanları için yaşıyor, onlar için düşünüp, onlar için çalışıyordu. Diğerleri bu şekilde davranmıyorsa, görevlerini yerine getiremedikleri kanaatına varıyordu.
10. Korkarım gelecek nesillere Atatürk bir diktatör olarak aktarılacak. Bunun yanlış olacağı kanısındayım. Hem savaşta, hem barışta evet o büyük bir liderdi ancak gerçek bir diktatör değildi. Ne yazık ki ben, şimdiye kadar onu anlatabilecek diktatör kelimesine ait bir tanımımız olduğuna inanmıyorum. Ancak Hitler ve Mussolini’nin tersine, devlette idari veya yönetim fonksiyonu bulunmuyordu; af yetkisi yoktu; mahkemelere emir yetkisi yoktu; diplomatik misyon temsilcilerini reddetme hakkına sahip değildi. Bütün bu hususlara teknik gözle bakıp bir kenara iter ve tüm devlet meselelerinde onun isteklerinin hakim olduğu konusunda ısrar edebilirsiniz. Doğru, ancak daha çok o konudan sorumlu kişilerin onayının hâkimiyeti şeklinde karşımıza çıkıyordu. Olayların gidişi, Atatürk’ün görüş açısının doğruluğunu, verdiği hükümlerin zekice olduğunu ve hata yapmadığını göstermiştir. Dolayısıyla sıkça fikirlerine başvurulması ve memnuniyetle bu fikirlerin uygulanmasını görmek pek de şaşırtıcı değil. Ancak onu Mussolini, Hitler veya Primo de Rivera gibi diktatörlerden ayıran belki de en büyük özellik, başından beri isteyerek ve çok emek sarf ederek, kendini yaşatacak bir sistem kurmaya çalışmasıdır. Atatürk’ten sonraki cumhurbaşkanı seçiminin sessizce hallolması ve ölümünden sonra kurduğu rejimin sakince sürmesi bir kriterse, evet başarılı olmuştur.
11. Atatürk’ün idrak gücünde esrarengiz bir yön vardı; küçük şeylere önem vermeyiş veya sinsi olamayışında üstün bir yön bulunuyordu; konsantrasyon gücü olağanüstüydü; şefkat ve ilgi bekleyen bilinçaltının etkileyici yanı belki de şuurlu amacının buz gibi dimdikliğinin bir başka parçasıydı.
12. Müslüman olarak doğmuş, ancak din karşıtı bir kişi olmuştu, doğruluğu sevmiş, günahtan nefret etmişti; işini iyi bilen, istidat sahibi bir askerdi, savaştan nefret ederdi. Bağımsızlığı elde ettiği andan itibaren barışın peşinde koşmuş ve barış ortamını sağlamayı başarmıştı. Türkiye’nin kaderini elleri arasına aldığından beri, Kemalist Cumhuriyetin dostluk elini uzatmadığı ve aralarında Osmanlı İmparatorluğu’nun düşmanlarının da bulunduğu tek bir komşusu dahi yoktur. Uzatılan dostluk eli çoğunlukla tutulmuş ve sarf edilen çabalar sonunda ülkelerarası sürtüşme azaltılarak, doğunun bu bölgesinde daha geniş kapsamlı barış, dikkat çekici bir biçimde sağlanmıştır.
13. Kemal Atatürk yapılması gerektiğine inandığı şeyleri korkusuzca yerine getirmekten asla vazgeçmemişti. Hastalığının şiddetlendiği anlarda ölüme çok yakınlaşmış olsa bile, korku asla ne yüreğine ne beynine yerleşmeyi başaramamıştı.
O, Türk Milleti’ne hizmet ederken öldü. Ölüm bile büyük zaferini ondan çalmayı başaramamıştır
İnsanlara hayatlarını, onur ve şereflerini ve insanca yaşama yolunu vermiş, belki de tüm bunlardan daha önemlisi bu haklarına sahip çıkmalarını sağlayacak bağımsızlığı tattırmıştır.
Lordum, en derin saygılarımla, sizin en sadık ve en mütevazı hizmetkarınız olduğumu bildirmekten şeref duyarım[5].5
(*) Doğu Akdeniz Üniversitesi Kadın Araştırmaları ve Eğitimi Merkezi Başkanı.
——————————————————————————–
[1] Andrew Mango, Atatürk, Sabap Kitapları, 1999, 507.
[2] A.g.e. 507.
[3] Turkish Daily News, TDN-ee, Sanat ve Kültür Köşesi, 25 Ekim 1998
[4] Grace Ellison, An Engilish Women in Angora, 1922.
[5] Newsletter, British Council, November 1998.
 


We have just spent a few hours trying to sort this out.  I have found
this email in my husband's email files, written in 2003 to someone else
who wrote asking about it:

'Now I know what you are referring to! The article was not by me. It was
in the memoirs of Sir Pierson Dixon. In this memoir, the editor, Dixon's
son, published a "spoof" telegram from Ambassador Lorraine to the
Foreign Secretary in London, saying that Ataturk had offered him the
Presidency of Turkey. This was a (silly) joke on Dixon's part. It was
his son who published the memoir, and as (I think) an appendix also
published the "spoof" telegram. This was after his father's death. I
think that I must have reviewed the book and referred to the telegram,
and perhaps (I do not have the review) I assumed that it was a "real"
telegram and wrote it up as such.'

Reading the article carefully, it looks as though it is the review of
Piers Dixon's biography of his father, Sir Pierson Dixon, in which Sir
Martin quotes the text of the telegram, noting that it is 'one of the
strangest of all documents of recent British history'.  In his email
(above) he says he 'assumed' it was real.

In our archives I found an article referring to the Spectrum article of
the previous Sunday, in which Sir Martin writes ('Theme and variations,
alla Turca):  'The real author of the "diplomatic message" .... was not
Britain's Ambassador in Ankara still digesting the startling offer of
the Presidency of Turkey, but Sir Charles Mott-Radclyffe, then an
honourary attache at our Rome Embassy, now a Tory M.P."

So indeed it was a parody.

Thank you for helping us to sort this out!

Kindest regards,
Esther
                                                                                                                                               
 
ATATURK HAKKINDAKI YAZIYI GONDERIRSENIZ MEMNUN OLURUM
 
COK TESEKKURLER
 
                                                                                                                                                                                                                                                                                   
                                                                                                                                       
Ataturk olmeden once yerine yakin dostu 1934-37 senelerinde Ankara’da ingiliz sefiri Percy Lorraine’e
ben yerime baskasini layik goremedim,  gel Turkiye’yi sen idare et demis.
Bu yazi Percy Lorraine’in 1961 de olumunden sonra 11 subat 1968 de Sunday Times gazetesinde tarihci Martin Gilbert tarafindan yayinlanmis.
Ben sonra Martin Gilbert’e yazdim, cevap karisindan geldi. Meger tamamiyle uydurmaymis.
Bu yaziyi HOW OUR MAN DECLINED TO RULE TURKEY bizim kahraman Gunes Ecer yolladi.
 
Sukredelim, catma tarihci diye bilinen, Ataturk ve Hitler’i ayni teraziye koymaya calisan Zaman gazetecisi Mustafa Armagan Ataturk’un Adolf Hitler’e buna benzer teklif yaptigini yazmiyor. Yoksa halimiz ne olurdu?
 
Bu Gunes Ecer bu kadar saf mi kuzum? Taksim meydanindan insan uctu dense inanacak. Her yazilana, soylenene inaniyor.
Iyi bir tarihci olmasina ragmen Martin Gilbert’te bizim kahraman Gunes Ecer’den pek asagi kalmiyor.
 
The Rt Hon Sir Martin John Gilbert, CBE, PC (born 25 October 1936[1]) is a British historian and honorary Fellow of Merton College, University of Oxford. He is the author of over eighty books, including works on the Holocaust and Jewish history. Gilbert is a leading historian of the modern world, and is known as the official biographer of Sir Winston Churchill.[2]Since 2005, he has been married to the Holocaust historian Esther Gilbert, née Goldberg.[3]
 
                                                                                                                                                               
At martini debreli Hasan dağlar inlesin
Drama mahpusunda bre Hasan dostlar dinlesin
 
 

Dictator Mustafa Kemal Offers Turkey To Britain | Secret ...

secretjews.wordpress.com/004/
·          
·          
Secret Jews of Turkey (Doenmeh) | Masonic Dictator Mustafa Kemal Ataturk Was Jewish .... SecretJews.wordpress.com Statistics. 164,651 Visits.
 

Dictator Mustafa Kemal Offers Turkey To Britain 

At martini debreli Hasan dağlar inlesin
Drama mahpusunda bre Hasan dostlar dinlesin

Source: The Sunday Times (London), February 11, 1968,
page: 8
DIPLOMATIC HISTORY
Martin Gilbert
HOW OUR MAN DECLINED TO RULE TURKEY
In November 1938 Kemal Ataturk, President of Turkey, lay dying. During the 15 years of his stern dictatorship, he had dragged a reluctant Turkey forcibly into the 20th century. He had outlawed the fez and the veil. He had broken the powers of Islam. He had introduced the Latin alphabet.
Now, on his deathbed, Ataturk feared it would be impossible to find a successor able to continue his work. He summoned Sir Percy Loraine, the British Ambassador, to the presidential palace in Istanbul. What passed between them has remained secret for nearly 30 years. It is revealed for the first time by Piers Dixon, in his life of his father, Sir Pierson Dixon (“Double Diploma,” to be published by Hutchinson this week). Among Pierson Dixon’s papers was a telegram from Percy Loraine to the Foreign Secretary, Lord Halifax. In what is surely one of the strangest of all documents of recent British history, Loraine recounts his bizarre interview with the dying dictator:
“On my arrival . . . I found His Excellency propped up by pillows with two doctors and two nurses in attendance…. On my entry the President dismissed the doctors and the nurses, telling them curtly that he would ring if he required anything…
His Excellency then spoke to me slowly but carefully. He said that he had sent for me because, while he wished in no way to place me in an unfair position, he had an urgent request to make of me to which he hoped I would return a straight reply.
I would, no doubt recall the many interviews that I had had with him in the past. This might well be the last. In the course of a long and adventurous career, he had made and lost many friends and had taken and discarded much advice. My friendship and my advice was the one which he valued most because it had been the most consistent. It was for this reason that on various occasions . .. . he had consulted me as freely as though I had been a Turkish Cabinet Minister myself.
It was his prerogative as President of the Republic to nominate a successor before his demise. His most earnest wish was that I should succeed him as President, and for this reason he wished to know what my reactions would be to this proposal.
After some minutes of silent reaction I told His Excellency in reply that I was quite unable to formulate any words which adequately expressed my feelings. Indeed, I was at that moment more deeply moved than I could ever remember being at any other time in my career.
By his proposal His Excellency had paid a unique compliment not only to me personally but also to the foreign policy of His Majesty’s Government. . . . His Excellency would realize that I had spent the greater part of my life in the service of H M [His Majesty's, HD]. . . . I hoped that I might have many years of such service still in front of me. His Excellency had asked for a straight answer and I would give him that answer. I gravely doubted whether my best qualities lay in the administrative sphere. The responsibilities of a President of the Turkish Republic were vastly different from those of a British Ambassador and I felt that my abilities and experience were best employed by continuing in the latter capacity. . . . I must therefore regretfully but firmly decline.
When I had finished speaking the President showed signs of great emotion. He sank back on the pillows and rang for his nurses, who administered a restorative.
When he was able to speak again His Excellency informed me he fully understood the reasons which had influenced my decision; he was good enough to say that, though bitterly disappointed, it was in a sense the reply he would have expected from me. He would therefore nominate Ismet Inonu in my place.
Ataturk then raised himself on his elbows and grasped my hand. He thanked me for what I had done for the furtherance of Anglo-Turkish friendship and then sank back in an unconscious state. I accordingly deemed it best to withdraw.
I shall be most grateful if I can receive from your Lordship a message of approval of the action which I have taken.
 
From:
Sent: Tuesday, 28. January 2014 19:22
To:
Subject: Re: Sunday Times dated Feb. 11, 1968 - ref:_00D20COG5._50020ZF7kD:ref
 
Neden istisnasiz Ataturkcu rejim militanlari yalan soyler iste bir ornegi daha.
Yalan soylemek seytani bir tercihtir; insanin karakterinin bir parcasi haline gelebilir.
Asil soruya cevap vermen yerine yazini birsuru ilgisiz yazilarla doldurman da yalanin bir turu.

Yazdigin mektuba  verilen cevapta Sunday Times'in (online) arsivlerine girebilmen icin uye olman gerektigi soyleniyor.
Gazetenin gidip arsivden kendi yazilarini senin icin arayip bulmak mecburiyetleri yok.  Bunu sen yapacaksin.

Ama, yapmamissin, onun yerine yalan soyluyorsun.
"
Ataturk’un Percy Loraine’i kendisinin halefi olmasini sozunu goremedim" diyorsun.

Lakin, al bak iste
  hem yazinin textini hem de cikan haberin resmini (tekrardan) gonderiyorum:/Gunes  
At martini debreli Hasan dağlar inlesin  Drama mahpusunda bre Hasan dostlar dinlesin

British Newspaper Article On Mustafa Kemal and Sir Percy Lorraine

Source: The Sunday Times (London), February 11, 1968,
page: 8
 
(Note: Bu yazinin 1968'de yayinlanma sebebi, Ingiliz kanunlarina gore Percy Lorraine'in telgrafinin 30 sene gizli kalmasi mecburiyetidir  - Gunes.
At martini debreli Hasan dağlar inlesin  Drama mahpusunda bre Hasan dostlar dinlesin
)
 

DIPLOMATIC HISTORY

Martin Gilbert

HOW OUR MAN DECLINED TO RULE TURKEY

In November 1938 Kemal Ataturk, President of Turkey, lay dying. During the 15 years of his stern dictatorship, he had dragged a reluctant Turkey forcibly into the 20th century. He had outlawed the fez and the veil. He had broken the powers of Islam. He had introduced the Latin alphabet.

Now, on his deathbed, Ataturk feared it would be impossible to find a successor able to continue his work. He summoned Sir Percy Loraine, the British Ambassador, to the presidential palace in Istanbul. What passed between them has remained secret for nearly 30 years. It is revealed for the first time by Piers Dixon, in his life of his father, Sir Pierson Dixon ("Double Diploma," to be published by Hutchinson this week). Among Pierson Dixon's papers was a telegram from Percy Loraine to the Foreign Secretary, Lord Halifax. In what is surely one of the strangest of all documents of recent British history, Loraine recounts his bizarre interview with the dying dictator:

" On my arrival . ... . I found His Excellency propped up by pillows with two doctors and two nurses in attendance. . . . On my entry the President dismissed the doctors and the nurses, telling them curtly that he would ring if he required anything . .. ...

His Excellency then spoke to me slowly but carefully. He said that he had sent for me because, while he wished in no way to place me in an unfair position, he had an urgent request to make of me to which he hoped I would return a straight reply.

I would, no doubt recall the many interviews that I had had with him in the past. This might well be the last. In the course of a long and adventurous career, he had made and lost many friends and had taken and discarded much advice. My friendship and my advice was the one which he valued most because it had been the most consistent. It was for this reason that on various occasions . . . he had consulted me as freely as though I had been a Turkish Cabinet Minister myself.

It was his prerogative as President of the Republic to nominate a successor before his demise. His most earnest wish was that I should succeed him as President, and for this reason he wished to know what my reactions would be to this proposal.

After some minutes of silent reaction I told His Excellency in reply that I was quite unable to formulate any words which adequately expressed my feelings. Indeed, I was at that moment more deeply moved than I could ever remember being at any other time in my career.

By his proposal His Excellency had paid a unique compliment not only to me personally but also to the foreign policy of His Majesty's Government . . . . His Excellency would realize that I had spent the greater part of my life in the service of H M (His Majesty's, HD). . . . I hoped that I might have many years of such service still in front of me. His Excellency had asked for a straight answer and I would give him that answer. I gravely doubted whether my best qualities lay in the administrative sphere. The responsibilities of a President of the Turkish Republic were vastly different from those of a British Ambassador and I felt that my abilities and experience were best employed by continuing in the latter capacity. . . . I must therefore regretfully but firmly decline.

When I had finished speaking the President showed signs of great emotion. He sank back on the pillows and rang for his nurses, who administered a restorative.

When he was able to speak again His Excellency informed me he fully understood the reasons which had influenced my decision; he was good enough to say that, though bitterly disappointed, it was in a sense the reply he would have expected from me. He would therefore nominate Ismet Inonu in my place.

Ataturk then raised himself on his elbows and grasped my hand. He thanked me for what I had done for the furtherance of Anglo-Turkish friendship and then sank back in an unconscious state. I accordingly deemed it best to withdraw.

I shall be most grateful if I can receive from your Lordship a message of approval of the action which I have taken.

Please inform the King. "
 
At martini debreli Hasan dağlar inlesin
Drama mahpusunda bre Hasan dostlar dinlesin
 
 
 
 
 
 
 
 
 













--
Türkiye için el ele mail grubumuz  https://groups.google.com/group/Turkiye-icin-el-ele   

Gruba e-posta gönderme adresi   turkiye-i...@googlegroups.com   
 
Erzincan Kemaliye Egin Grubum 

Gruba e-posta gönder : erzincan-kemal...@googlegroups.com 

Grub Admin M.İlaldı 0532 7269362  erzinca...@gmail.com 
 
Tüm dost ve arkadaşlarımı twitter sayfama bekliyorum : https://twitter.com/#!/MiLALDi
 
Facebook Sayfamda Sizleride Bekliyorum.Teşekkür ederim.
 

Grup Yönetici

unread,
Aug 27, 2014, 3:48:13 AM8/27/14
to Turkiye-i...@googlegroups.com
---------- Yönlendirilmiş ileti ----------
Kimden: <gti...@aol.com>
Tarih: 26 Ağustos 2014 23:54
Konu:  ATATURK HAKKINDA
Kime:

Bir kere daha bir Kemalist rejim militani cevapsiz kaliyor, ve sacmalamaya basliyor.
Bu ilk degil.
Bu, Kemalizmin mudafa edilecek tarafinin olmadigindandir, bilesin.

Kemalist'in tarifini vereyim:
Sana bakarak yaptigim bir tarif Azmi Geveze bey; lakin, butun diger Kemalistler icin de gecerlidir. Cunku, tanidigim, tartistigim butun Kemalistler boyledir.

Ataturk'un izinden gittigini soyleyen, ama, ne Ataturk'u, ne de rejiminin Turk halkina yaptiklarini bilmeyene Kemalist denir.

Gunes



-----Original Message-----
From: a.gee <a....@hispeed.ch>
Sent: Mon, Aug 25, 2014 11:45 pm
Subject: : ATATURK HAKKINDA


 
Orhan Pamuk kimse soylemedi bari ben soyleyeyim, Turkler 1 milyon ermeni, 30 bin kürt oldurdu sozu ile Nobel mukafatini aldi.
Martin Gilbert’e Sir unvani verildi.
Sira sende Gunes Ecer. Haydi gorelim seni. Bu uydurmalari bosuna yazmadigini goster bakalim.
 
Sent: Monday, 25. August 2014 21:36
Subject:  ATATURK HAKKINDA
 
Ingiliz sefiri Percey Lorraine ile Ataturk arasindaki dostlukla Kemalistler gurur duyar; Lorraine'nin Ataturk'e ovgulerini Internet
te surekli dagitirlar...

Lakin, Percey Lorraine herseyden once kendi Ulkesine sadik bir devlet adamidir.
Ataturk'e danismanlik yaptigi, yanindan ayrilmadigi bes sene muddetinde kimbilir ne tur Turkiye'nin sirlarini telgraflariyla Ingiltere'ye gondermistir.

Percey Lorraine'in kendi dis isleri bakanina gonderdigi bir telgrafta Ataturk'un son gunlerinde kendisini cagirip Turkiye'nin idaresini kendisine vermek istedigini bildirmisti. ????????????????????


Percey'nin bu telgrafi 30 sene Ingiliz gizli arsivlerinde kaldiktan sonra serbest birakildiginda tarihci Martin Gilbert'in gozune carpar ve 1968'de Sunday Times gazetesinde Ingiltere'nin firsati kacirdigini soyleyen bir makale yazar. Makale Internet'te bol bol bulunabilir.

Uzun seneler Turk halki bundan haberdar olmaz. Cunku, Ataturk'u kotu gosteren hic bir sey Turkiye'de yazilmazdi; yazanin hayati kayardi. Bu yuzden sahte bir tarih ortaya cikarilmistir.

Ama, telgraf arsivlerde mevcuttur; Sunday Times makalesi de aynen o gazetenin arsivlerinde mevcuttur.

Gilbert'in olumunden sonra karisinin bu bir sakaydi demesi (eger dogruysa tabi; Kemalisteler surekli yalan soyler, cunku)  korkusundandir. Boyle saka olmaz. Kadina yazayim, birde sana yollasin bana ylolladiginin kopyasini. Ciddi bir devlet adami olan Lorraine kendi devleti ile mi saka yapacak? Veya, Meshur bir tarihci olan Gilbert mi sahte bir makale yazacak ve bu sakayi kendi halkina aciklamayarak kendi milletini kandiracak? Torunu yazdigi kitapta sahte bir hikaye mi anlatacak? Iste evli oldugu Esther Gilbert karistirmis dosyalar arasinda ve  meydana cikartmis. Spoof. Asagida yazisinda hazir duruyor. Daha ne istiyorsun?
Lakin, Ataturk hayati boyunca Ingilizlere hayrandi. Ataturk hayatinda rakibini, dostunu, dusmanini hic bir zaman asagilamamistir. Muvaffakiyetinin yegane sebebi budur. Ingilizlerin hayrani degildi, takdir ederdi. Almanlarin disipliininide takdir ederdi. Ataturk Turk milletinin hayraniydi. Ne yaptiysa kendi milleti icin yapti. Bu millet onu 76 seneden beri hala unutmadi. Senin gibi ismini silmek isteyenler bir turlu silemiyorlar. Elbiselerini Ingiltere'den getirtir, onlar gibi giyinir, onlarin degisen modasina uyar, onlar gibi icer, onlar gibi kadin-kizlara sarkintilik yapardi. Bende yapiyorum, Ataturk’ten ogrendim. Her dansa gidisimde yaslari 45i gecmeyen 3-4 kadinla gidiyorum. Hatta, onlar gibi sapka giyilsin ugruna iki binin ustunde insani katlettirmisti at martini Debreli Hasan, daglar inlesin; Rize'yi Hamiddiye zirhlisiyla topa tutturmustu. Ne guzel uyduruyorsun. Takdire sayan insansin vesselam.

Ingilizler de Orta-dogu'da soz sahibi olmanin, petrol kaynaklarini ele gecirmenin pesindeydi. Orta-dogu'yu kendi arka bahceleri gibi goruyorlardi. Bu yuzden 1960 darbesine destek vermislerdi mesela.

Ataturk'un en cok ovenlerin basinda Ingilizler vardir (yanlis, amerikan basinidir. Git Washington’a Library of Congress’e gor); cunku, Ingilizler bati medeniyetini temsil ediyordu, ve Turklerin nihayet Islamiyet'e savas acmis, Turk kulturunu birakip Ingiliz kulturunu benimsemis bir liderinin olmasi onlari cok memnun etmisti.

Ataturk'un  Ingilizlere yakinlik duydugunu Percey Lorraine disinda birkaci Ingiliz kaynak ta da bulabiliriz:
 

Mustafa Kemal’in Istanbul’daki Ingiliz isgal kuvvetleri karagahina (Pera Palas’a) gidip onlardan is istemesi:
Lord Kinross,  Ataturk - The Rebirth of a Nation, 1965, page 141-142: Bu kitap bendede var. Ataturk Anadolu’ya gecmek icin her careye bas vurdu. Onun Harbiye’de daha talebe iken soylediklerini bul ve oku. Anliyarak oku.
 
 T.E. Lawrence (Ingiliz casusu Lawrence) ile esir dusen Mustafa Kemal’in konusmalari ve Arap topraklarinda gozumuz yok diyince serbest birakilmasi: J. Wilson, Lawrence of Arabia, page 558. (Ve Ataturk, Misak-i milli sinirlari icin and icildigini unutup, kucuk Turkiye'ye razi olmustu. Musul, Kuzey Irak ve Suriye, Ege adalari sinirimiza dahil edilmedigi gibi, dahil edilmeleri icin hic bir gayret te sarfedilmedi.) Bu bastanbasa yalan. Ataturk esir dusmedigi gibi, Osmanli hukumeti icin namina soz soylemeye hakki yoktu. Sen T.C. anliyarak bir kac defa oku. Sana bir kac defa yazdim, Library of Congress’te Kemal Ataturk. A Centennial Biyliography 1881-1981 kitabinda Ataturk ve Ataturk Turkiye’sine ait 2400 adet kitap, mecmua, dissertation, sympusium, kongre, konferans, v.s. nin listesi yazili. Onlardan sec istedigini.
Washington’a 1970 te gittim ve 13 gun kalip 200 adet kitabin, mecmuanin kopyasini yaptim. O zaman her sayfa kopya 1 cent’ti.
Selamlar

secretjews.wordpress.com/004/
·          
·          
Secret Jews of Turkey (Doenmeh) | Masonic Dictator Mustafa Kemal Ataturk Was Jewish ..... SecretJews.wordpress.com Statistics. 164,651 Visits.
 

Dictator Mustafa Kemal Offers Turkey To Britain 

At martini debreli Hasan dağlar inlesin
Drama mahpusunda bre Hasan dostlar dinlesin

Source: The Sunday Times (London), February 11, 1968,
page: 8
DIPLOMATIC HISTORY
Martin Gilbert
HOW OUR MAN DECLINED TO RULE TURKEY
In November 1938 Kemal Ataturk, President of Turkey, lay dying. During the 15 years of his stern dictatorship, he had dragged a reluctant Turkey forcibly into the 20th century. He had outlawed the fez and the veil. He had broken the powers of Islam. He had introduced the Latin alphabet.
Now, on his deathbed, Ataturk feared it would be impossible to find a successor able to continue his work. He summoned Sir Percy Loraine, the British Ambassador, to the presidential palace in Istanbul. What passed between them has remained secret for nearly 30 years. It is revealed for the first time by Piers Dixon, in his life of his father, Sir Pierson Dixon (“Double Diploma,” to be published by Hutchinson this week). Among Pierson Dixon’s papers was a telegram from Percy Loraine to the Foreign Secretary, Lord Halifax. In what is surely one of the strangest of all documents of recent British history, Loraine recounts his bizarre interview with the dying dictator:
“On my arrival . . . I found His Excellency propped up by pillows with two doctors and two nurses in attendance…. On my entry the President dismissed the doctors and the nurses, telling them curtly that he would ring if he required anything…
His Excellency then spoke to me slowly but carefully. He said that he had sent for me because, while he wished in no way to place me in an unfair position, he had an urgent request to make of me to which he hoped I would return a straight reply.
I would, no doubt recall the many interviews that I had had with him in the past. This might well be the last. In the course of a long and adventurous career, he had made and lost many friends and had taken and discarded much advice. My friendship and my advice was the one which he valued most because it had been the most consistent. It was for this reason that on various occasions . .. . he had consulted me as freely as though I had been a Turkish Cabinet Minister myself.
It was his prerogative as President of the Republic to nominate a successor before his demise. His most earnest wish was that I should succeed him as President, and for this reason he wished to know what my reactions would be to this proposal.
After some minutes of silent reaction I told His Excellency in reply that I was quite unable to formulate any words which adequately expressed my feelings. Indeed, I was at that moment more deeply moved than I could ever remember being at any other time in my career.
By his proposal His Excellency had paid a unique compliment not only to me personally but also to the foreign policy of His Majesty’s Government. . . . His Excellency would realize that I had spent the greater part of my life in the service of H M [His Majesty's, HD]. . .. . I hoped that I might have many years of such service still in front of me. His Excellency had asked for a straight answer and I would give him that answer. I gravely doubted whether my best qualities lay in the administrative sphere. The responsibilities of a President of the Turkish Republic were vastly different from those of a British Ambassador and I felt that my abilities and experience were best employed by continuing in the latter capacity. . . . I must therefore regretfully but firmly decline.
" On my arrival . .... . I found His Excellency propped up by pillows with two doctors and two nurses in attendance. . . . On my entry the President dismissed the doctors and the nurses, telling them curtly that he would ring if he required anything . .. ....
Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages