BÖLÜM 1
Gülen bütün konuşmalarında ve günlük sohbetlerinde yaşamının ne kadar yoksulluk içinde geçtiğini söyler.
Yoksulluk içinde büyüdüğünü vurgular ve özellikle bu noktada insanın duygularını sömürmeye özen gösterir.
Kendi anılarını anlatırken, bunun tersini söyler:
“Halil Dede’min çocukları buradaki gayri menkulleri 80 bin altına satarlar ve aralarında paylaşırlar...
Zira babalarından kalan mirası iki kardeş pay ederken, altınları tas tas paylaşmışlar.
Teker teker saymak vakitlerini alacağı için böyle yapmışlar.
O devirlerde onların bu mirası bölüşme keyifleri de çok meşhur olmuş bir hadisedir.”
80 bin altını olan bir ailenin o günkü koşullarda sanırım çok zengin olması gerekirdi.
Daha sonraki hayatlarında farklı yorumlar yapsa da, gerçek olan şu ki, yoksulluk içinde büyümemiştir.
Kendi anlatımlarında ortaya çıktığı gibi, ailesi, ‘altınları, zaman kaybı olmaması için tas tas paylaşacak’ kadar bölgenin zenginleridirler.
Demek ki, hemen her vaazında veya röportajında vurguladığı gibi yoksulluk içinde yetişen biri değildir.
Yapmak istediği duygu sömürüsüdür.
Babası Ermeni düşmanıymış!?
Gülen ailesindeki ırkçı-şoven duygularının çok olduğunu sık sık vurgular.
Örneğin:
“Şamil Dedem de feveran derecesinde bir Ermeni ve Rus düşmanlığı vardır.
Bütün Ermeni ve Rusları doğrasa bu feveran dinmezdi.”
Bütün ‘Ermeni ve Rusları kesecek’ kadar kindar olan bir ailenin Erzurum, Van, Muş gibi bölgelerde Ermenilerin katledilmesinde nasıl bir rol oynamıştır?!
Ayrıca Gülen’in kendisi bu katliamı destekliyor mu?!
Buna, benzeri sorulara Gülen’in yanıt vermesi gerekir.
Gülen’in Nurcuların arasına girişi kontrgerilla kararıdır
Yaşamı karanlıklarla dolu olan Gülen’in Nurcu cemaatinin içine gönderilmesinin dahi, MİT ve kontrgerilla gibi devletin gizli örgütlerinin kararı olduğu anlaşılıyor.
Kendi yaşamına dair anlattıkları dahi bunu doğrulayacak düzeydedir.
Erzurum’da öğrencilik yıllarında ‘Bediüzzaman’ın yanından gelen Muzaffer Arslan’ın sohbetlerine katılması üzerine risaleleri tanır ve bir daha da sohbetlere katılmaktan geri kalmadığını’ belirtir.
Ramazan nedeniyle Amasya, Tokat ve Sivas taraflarını dolaşarak vaazlar verir ve sohbetler yapar.
Gittiği her yerde ilk işi devletin bölge yöneticilerinden biriyle ilişki kurması oluyor.
Hem de çok kısa sürede bunu başarıyor.
“‘Kırkıncı Hoca, bana, Selahattin ve Hatem’e Bediüzzaman Hazretlerinin yanından birisi gelmiş, akşam sohbet yapacak, oraya gidelim’ dedi.
Teklifini hemen kabul ettik.
Mehmet Şergil’in terzi dükkanına geldik.
Burası, iki kilimden biraz daha genişçeydi.
İlk gece veya ikinci gece orada bulunanlardan aklımda kalan isimlerden bazıları, Mehmet Şevket Eygi, Kırkıncı Hoca, Esat Keşafoğlu ve Osman Demirci’dir.
Şevket Eygi, yedek subaylık yapıyordu.
Esad Keşafoğlu ise o sırada üsteğmendi.
Bediüzzaman Hazretleri, Muzaffer Arslan’a ‘şark’ı bir dolaş gel’ demiş o da Sivas, Erzincan ve Erzurum’u dolaşmaya gelmişti.”
Bu toplantıya katılan isimlerin ikisi dikkat çekicidir.
O dönem yedek subay olarak görev yapan ve Gülen’in yakın dostlarından biri olan Mehmet Şevket Eygi, İslamcı yazar olarak dönemin Amerika’nın ‘anti-komünist stratejisini’ Türkiye’de gündemleştiren ve CIA ile yakın bağları olan biridir.
Amerika’yı komünizmle mücadelenin merkezi olarak gören ve İslamcıları Amerika’nın yanında yer alması gerektiğini söyleyen fetvalar veriyordu.
“Bizim en büyük düşmanımız komünistlerdir.
Elbette bir İslam devletinde komünistlere fikir yayma ve örgütlenme özgürlüğü tanınmaz...
İslam’ın düşmanları ve komünistler doğrudan karşı çıkmadıkları İslam görüntüsü altında melanetlerini işletmeye devam edeceklerdir...”
Hatta Deniz Gezmiş’in de önderliğini yaptığı, Amerika’nın 6 Filo’suna karşı yapılan protesto gösterilerine karşı, camilerde Müslümanlara çağrı yaparak, ‘özgürlüğün temsilcisi ABD’nin yanında yer almaları’ gerektiğini söyler.
Eygi, Milli Gazete yazarı olarak, bir Amerikan ajanı gibi yürüttüğü faaliyetler nedeniyle daha sonraları pişmanlığını belirtmiştir.
İkinci kişi ise, ‘yeni Asyalılar Grubu’nun kurucusu olarak bilinen Gülen ile birlikte kendisini ‘Nurcu’ olarak tanıtan Mehmet Kırkıncı’dır.
Said-i Nursi hareketinden görünen ama Türk-İslam sentezini savunan, Demirel’i ve Adalet Partisi’ni çok aktif destekleyen bir cemaat lideridir.
Üçüncü kişi ise Yahudi asıllı Üsteğmen Esad Keşafoğlu’dur.
Bu kişi, Türkeş’le birlikte Amerika’ya gönderilen ve CIA tarafından kontrgerilla eğitimi verilen grubun içerisinde olan bir subaydır.
ABD’nin çok özel olarak eğittiği ve Türkiye’de anti-komünizm stratejisini uygulamak için görevlendirdiği bir subayın Gülen ile yakın dostluğunun olması ve birlikte dini toplantılara katılması da çok dikkat çekicidir.
İlginç olan en önemli nokta, Gülen’in bütün yaşamı boyunca yürüttüğü bütün faaliyetlerde mutlaka subaylarla yakın bir ilişkisi bulunuyor.
Hangi il veya ilçeye giderse gitsin, mutlaka iletişim halinde olduğu bir kısım askeri elamanlar var.
Özellikle de askerler tarafından korunması da dikkat çekicidir.
Ayrıca savcı, hakim, emniyet müdürü, komiser vs. çok yakın ilişkiler kuruyor:
“Zaten Emniyet Amiri Resul Bey’le ileri derecede dostluğum vardı.
Bazı hakim ve savcılarla içli dışlıydım.”
Asker kökenli Vali Sabri Sarp ile iletişimleri gayet iyi.
Askerlik şubesi başkanı Karadenizli Albay ile yakın bir ilişki içine gidiyor.
Gülen’in askerlik yaşamı son derece dikkat çekicidir.
Askerdeyken kontrgerilla faaliyetlerine uyumlu bir çalışma yürütüyor.
Daha askeri birliğine katıldığı andan itibaren askerlerin korumasına girer:
“Teslim olduğumda zannediyorum 10 Kasım’dı.
Mehmet Mutlu o zamanlar üsteğmendi.
Zaten yarbaylıktan emekli oldu.
Bizim bölük komutanı Yılmaz bey, onun Harbiye’den arkadaşıymış ve gelip beni bölük komutanına lanse etti.
Ayrıca Kurmay Başkanı Reşad Taylan’a ben de Edirne’deki bir yakınından selam getirmiştim.
Hatta benimle ona badem ezmesi göndermişlerdi.
Cenabı Hakk’ın inayetiyle böyle korunmaya alındım.”
Nizamiyeden içeri girer girmez, subayların korunmasına alınan Gülen’e bu ilgi, Allah’tan gelen bir yardım olmayıp, onun yürüttüğü ve yürüteceği dönemin kontrgerilla faaliyetlerinin içinde yer almasıdır.
Birinci torpili, ilk okula gitmediği için, Erzurum’da dışarıdan diploma alıyor.
İkinci torpili görev İmamlık sınavını kazanması ve Edirne’ye İmam olarak atanmasıdır.
Gülen’in açıklamasına göre ‘uzun yıllar Türk Hava Kurumu Başkanlığını yapmış olan eski Milletvekili Mustafa Zeren” devreye girer.
Bir gün M. Zeren Edirne Müftülüğünü arar: “Yeğenimin gözlerinde öperim, imtihanı kazandı” torpil müjdesini verir.
Üçüncü torpili görevi ise askerde istihbaratçı olmasıdır.
“Dört ay sonra, Özmutlu’nun aracılığı ile beni de yüksek süratle ayırmışlar.
Özmutlu, beni rahat ettirmek için böyle düşünmüş, telsizci olursam, eğitime, içtimaya çıkmam ve rahat ederim diye komutana söylemiş...
Böylece yüksek süratle yazıldık.
Halbuki benim kafamda Genelkurmay’da kalma planı vardı.
Orada bir görev istiyordum; fakat olmadı.”
Böylelikle İslamcı görünen Gülen, ordunun laik subayları tarafından özel torpilli telsizci olarak istihbarat görevi verilir.
Böylelikle ordu içindeki bütün konuşmaları dinleme olanağına sahip oluyor.
Bu görevin sıradan birine verilmeyeceği bilinir.
Bir de Genelkurmay’da görev alma isteğinin olması da bir başka ilgi çekici bir noktayı oluşturuyor.
Gülen, Mamak’ta acemi birliğindeyken, Tümen komutanlığında ilk namaz kıldıran imam olarak da tanınır.
Hatta kendisinin deyimiyle mescit dahi kurar:
“Bir de askerde iken mescit yaptık.
Hayatında hiç namaz kılmamış insanlar dahi orada namaza başladılar.
200 kişilik mevcut varsa, yaklaşık 30 kişi devamlı namaz kılar hale gelmişti.
Sinema salonunda Cuma namazı kıldırdım, Hutbe de okudum”
Din konusunda çok hassas olduğu söylenen Ordu’nun en önemli birliğinde namaz kıldırması, hutbe okutması vaazlar vermesi, Gülen’in etkinliğiyle hiçbir ilgisinin olmadığı esas olarak ona biçilen görevle ilişkisi olduğu açıktır.
BÖLÜM 4
Gülen, telsiz istihbaratçısı olarak İskenderun’a gider.
Her ne kadar, kura çekimi sırasında iki kez üst üste Erzurum çıktığını söylese de peki inandırıcı değil.
Bir askere dört kez kura çekimi yaptırılmaz.
Üçüncüsünde Diyarbakır’ın çıktığını ama bu kez de subayların gönlünün razı olmadığını söyler.
İskenderun’a gelişi ile çok yönlü faaliyetleri eşzamanlı yürür:
“Komutanlarla aram iyiydi.
Bir de Arif Başçavuş vardı ki, onun himayesini çok gördüm.
Beni haber merkezine almıştı.
Müstakil kalabileceğim bir şekilde arabayı ayarlamıştı.”
Laik komutanlarla olan ilişkisi ona özel muamele edilmesini, özel yerde kalmasını sağlayacak özelliktedir.
İlginç olan bir başka önemli nokta da, her hafta İskenderun Merkez Cami'nde vaaz vermesidir.
Geldiği ikinci hafta vaazlarına başlar, peki bir askerin, gidip camilerde vaaz verebilmesi gücü nereden geliyor?!
Kimler bunu organize ediyor?!
Kendi söyleminde, verdiği vaazları dinleyen birçok subay varmış.
Gülen nasıl bir görev üslenmiş ki, asker olarak, camilerde imamlık yapabilir.
Askerdeyken özel görevle Erzurum’da
Gülen, ABD’nin bölgede uyguladığı anti-komünizm stratejisini uygulamak için görevlendirilmiş biri olarak hemen her alanda faaliyetlerini yürütür.
Özellikle halkın dini duygularını kullanmaya özel bir önem verir.
Kendisine 3 aylık hasta raporu verilir ve Erzurum’a gönderilir.
Öncelikli görevi anti-komünist mücadeleyi örgütlemek olarak belirlenir.
Asker olarak geldiği Erzurum’da ikinci Komünizmle Mücadele Derneğini kurar:
"... Ve yine bu devreye ait bir teşebbüs de Erzurum’da Komünizmle Mücadele Derneği’ni açma teşebbüsümüz oldu.
O güne kadar sadece İzmir’de vardı.
İkincisi de Erzurum’da bizim gayretlerimizle açılacaktı...
Bir arkadaşı İzmir’e gönderip tüzük getirttik.
Derneği kuracaktık.
Ben bir vaazdan sonra anons ettim ve gençlerle Caferiye Cami önünde toplandık.
Gayemiz komünizme karşı örgütlenmekti.
Dernek ve cami işlerinden anlayan bir akrabam vardı.
O gelip bize yardım etti, bize yol gösterdi...”
Bu görevini yerine getirdikten sonra Erzurum ve çevre illerinde propaganda faaliyetlerine devam eder.
Dönemsel olarak provokasyonların devlet kurumları tarafından çok yaygın olarak kullanıldığı, halkın manevi ve dini duygularıyla oynanarak, anti-komünist mücadele stratejisine bir meşruluk kazandırıldığı bir süreçte, Gülen, bir er olmasına rağmen zamanının önemli bir kesimini bu çalışmalara ayırır.
“Yine ikindi vaktiydi.
Cemaate ‘yazıklar olsun size!
Sizin dininizle, peygamberinizle alay edecekler, siz de kuzu kuzu oturup burada beni dinleyeceksiniz.
Onlar ecdadımızın aziz ruhlarıyla eğlenecekler, siz de Müslüman geçineceksiniz’ gibi sözler söyledim.
Cemaat birden ayağa kalktı, ben ‘yok, yok, bizim sokağa dökülmekle işimiz yok, bu meseleyi başka yoldan halletmek lazım’ falan dediysem de dinletemedim.
Yolda iltihaklar da olmuş.
Büyük bir kalabalık sinemayı basmış.
Hadise tamamen bütün Erzurumlularca benimsenmişti.”
Bu provokasyon bir ön hazırlık aşamasını taşıyor.
Provokatör ise asker olarak görevlendirilmiş Gülen’in kendisidir.
Maraş katliamı sırasında, aynı oyun oynanmış, bir sinema ateşe verilmişti.
Gülen bunun tatbikatını Erzurum’da birkaç yıl önce denemiş ve başarılı olduğunu görmüştü.
Üç aylık izin süresi dolar ve hastalık gerekçesiyle bir aylık izin daha alır.
Böylece 4 aylık süre Erzurum ve çevresinde çok boyutlu örgütlenmeler yapar.
Bir başka gün yine camide ‘Deccal’ı anlatmaya karar verir.
Vaaz sırasında;
“Deccal hakkında ne biliyorsam anlattım.
Cami miting meydanına dönmüştü.
Cemaat bazen heyecandan ayağa kalkıp oturuyor.
Meğer istihbarat erkenden gelip kürsünün etrafını almış ve belki de konuşmaları kaydetmişler.
Meğer benim gelip teslim olmam hadiseyi yatıştırmış.
Yoksa gaye ikinci Menemen hadisesi çıkartmakmış.
Askerlerden bir ikisi ‘vurun şu herifi’ deyince halk bağırıp çağırmaya başlamış, hava iyice gerginleşmiş.
Bunlar olurken ben caminin içindeydim.
Çıkıp da teslim olunca yapacakları bir şey kalmadı.”
Bu olay toplumsal provokasyonun bir başka deneme alanını oluştururken, camiye gelen askerlerin, yine bir başka özel görevli bir askeri tutuklamasıdır.
Gülen, tutuklandığı anda, hemen tümen komutanına bildirilir.
Gülen’e göre Tümen komutanı ‘milliyetçi bir insan’mış.
Ona gidenler, “Efendim, bu arkadaş onların dediği gibi değildir, Biz vatanımızı, milletimizi, bayrağımızı ve tarihimizi sevmeyi ondan öğrendik. Ayrıca, derhal Ankara’ya Genelkurmaya gitmişler ve oradaki bazı paşalarla görüşmüşler.”
Gülen’in kontrgerilla ve istihbarat tarafından ne kadar kıymetli olduğu anlaşılıyor.
[publicize twitter]
[publicize facebook]
[category istihbarat]
[tags FETULLAH CEMAATİ DOSYASI, CÜNEYT ŞAŞMAZ, FETHULLAH GÜLEN]