ORTADOĞU DOSYASI : Güçlü ve merhametsiz bir güç, dünya sahnesine çıktı

0 views
Skip to first unread message

DIGI SECURITY (İŞNET)

unread,
Mar 26, 2015, 5:07:04 PM3/26/15
to ÖZEL BÜRO MAIL GRUBU (GOOGLEGROUPS), ÖZEL BÜRO MAIL GRUBU (YAHOOGROUPS), ÖZEL BÜRO MAIL GRUBU (YDÜNYA TÜRK BİRLİĞİ MAIL GRUBU), ÖZEL BÜRO MAIL GRUBU (YİSRATÜRK MAIL GRUBU), ÖZEL BÜRO MAIL GRUBU (YNE MUTLU TÜRKÜM MAIL GRUBU), ÖZEL BÜRO MAIL GRUBU (YTÜRKİYE İÇİN ELELE MAIL GRUBU), ÖZEL BÜRO MAIL GRUBU (ZERŞEY SERBEST MAIL GRUBU), ÖZEL BÜRO MAIL GRUBU WORDPRESS (DERİN STRATEJİ)

Suriye'nin geri tepmesiyle Türkiye Pakistanlaşma tehlikesiyle karşı karşıya. Batı artık İran'ı müttefik olarak kabul etmeli.

Tek sebepten adı anılan Britanyalı siyasetçi Sir Mark Sykes’ın, (eski Fransa Cumhurbaşkanı Valéry Giscard d’Estaing’ın büyük amcası olan) François Georges-Picot isimli bir Fransız diplomatla 1. Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu ’nun sınırlarını çizen anlaşmayı yapmasının üzerinden neredeyse 100 yıl geçti.

Anlaşılabilir sebeplerden, düzenlemeler gizli tutuldu. ABD’de Başkan Wilson milletlerin kendi kaderlerini tayin etmesinin hararetli savunucusuydu. Britanyalılarla Fransızların çökmüş Osmanlı İmparatorluğu’nın artıklarını aralarında paylaşmaya karar verdiğini bilseydi, şok geçirirdi.

Ama Mekke Şerifi Hüseyin’in Haziran 1916’da Osmanlı’ya karşı Arap isyanı başlatması daha acil önem arz ediyordu. Bunun karşılığında, Britanyalılar, Araplara tam bağımsızlık vaat etti. İsyan bittiğinde Lloyd George bu vaade keyfine göre ihanet etti.

Alçakça ve ikiyüzlü de olsa, Sykes-Picot düzenlemesi, kimsenin beklemediği kadar uzun ömürlü oldu. Bu düzenlemeden Irak, Suriye ve Lübnan modern devletleri doğdu (ve onları Suudi Arabistan, İsrail ve Ürdün izledi). Gelgelelim 98 yıl sonra Sykes-Picot çökmeye başladı. Harita üzerinde, (anlaşmanın meşum dümdüz çizgileriyle tahkim edilmiş) Irak, Suriye ve Lübnan’ın teoride hâlâ yerli yerinde olduğunu göreceksiniz. Ama pratikte, bir dizi çarpıcı gelişme, bu ülke haritalarını namütenahi kurmaca yapıtlara çeviriyor.

(İronik biçimde, 100 yıl önce petrol daha yeni bulunduğundan Fransızlarla Britanyalılar arasında paylaşılamayan) Musul’un bu hafta düşüşü, Irak’ın geçen yüzyıldan beri bildiğimiz haliyle artık varolmadığını capcanlı gösterdi.

Irak’ın kuzeyinde, Kürt bölgesi de özerk yönetime dönüştü ve resmen bağımsızlık ilan etmek için uzun süre bekleyeceğe benzemiyor. Kürdistan, dışarıdan sızmayı imkânsızlaştıran kontrol noktaları ve komuta merkezleri sistemiyle korunuyor. Gerçekten de düzgün belge ve referanslar olmadan içeri girmeye kalkan Araplar ortadan kayboluyor. Bu kulağa vahşice gelebilir ama Kürt başkenti Erbil’in, son 10 yılı, Londra kadar terör saldırılarından azade geçirmesini de açıklıyor.

Bu arada Irak Başbakanı Nuri Maliki, Bağdat ile güneyde, Şiilerin çoğunluğunun desteğini arkasına alan bir mezhep devleti inşa etmekle meşgul. Gelgelelim, ülkesinin geri kalanının akıbeti olağanüstü ilgiye mazhar, zira hızla, korkunç derecede şiddet saçan yeni bir varlığın, Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) ellerine düşüyor.

IŞİD, Sykes-Picot’tan yadigâr hiçbir kuralı tanımıyor. Facebook’taki fotoğraflarda, savaşçıları sınır geçiş noktalarını kaldırıp pasaportlarını yakıyor, devletsizliği bir erdem haline getiriyor. Diğer yandan, IŞİD, ağır vergiler topluyor ve Irak’ın kuzeyinden Suriye’nin doğusuna geniş bir toprak dilimini kontrol ediyor. Hiçbir yerel ordu, IŞİD ile başa çıkamıyor gözüküyor. Lideri Ebu Bakr el Bağdadi, Hz. Muhammed’in soyundan geldiğini söyleyerek, sadece siyasi ya da askeri bir lider olmanın çok ötesinde bir iddia ortaya koyuyor. Bir Arap gözlemciye göre, Bağdadi, ‘kendini genelde Müslümanların, özelde cihatçı savaşçıların küresel lideri ve halifeliğin müjdecisi olarak tasarımlıyor.’

Bağdadi, Kaide ile eski bağlarını kopardı. Bin Ladin ile halefi Zevahiri, silahlarını ‘uzak düşman’ dedikleri ABD ile yerel müttefik ve müşterilerine doğrultmuştu. Kaide’den daha şiddetli IŞİD ise tersine, kendi bağnaz ve dar kafalı ideolojisini benimsemeyen tüm mezhep ve azınlıklara yönelik acımasız bir nefretle hareket ediyor. Bu, IŞİD’in nakit para ve silah kaynağı olan Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan’ı da dehşete düşürmeye başladı.

IŞİD savaşçıları, Suudi Kralı Abdullah dahil olmak üzere, hiçbir seküler gücün meşruiyetini tanımıyor. Ve Suudiler, yakında bir gün, IŞİD cihatçılarının intikam almak üzere eve döneceğinden korkuyor. (Sovyet Rusyası ve apartheid Güney Afrikası’nda olduğu gibi, Suudi rejiminin de bir noktada çökeceği aşikâr ama ne zaman olacağını öngörmek imkânsız.)
IŞİD’in Batı’yı vurma iradesi, gücü ve menzili de var. Zira çok sayıda Müslüman genç Avrupa’dan Suriye’ye gidip IŞİD’e katıldı. Hatta IŞİD Batı’yı vurmaya başladı bile. Geçen haftalarda Brüksel’deki Yahudi Müzesi’nde 4 kişinin öldüğü saldırıyı düzenleyen Mehdi Nemmouche isimli genç Fransız, cinayet göreviyle evine dönmeden önce Suriye’de IŞİD saflarında savaşmıştı.

Bu cihatçılar, eskisinden çok daha geniş bir çap içinde çok daha serbest hareket edebiliyor. Operasyon alanları Irak’ın kuzeyinden Suriye’ye, Afrika’nın kuzeyinden Libya’ya ve daha aşağıda Nijerya’ya uzanıyor. İlk kez, devasa toprak parçalarını doğrudan kontrol ediyorlar. 1917’deki Bolşevikler ya da 1930’lardaki faşistler gibi, korku saçan şiddet uygulamaya muktedir yeni bir acımasız güç, dünya sahnesine çıktı.

Bu yeni fenomeni anlamak için, onun varlığa gelmesini neyin sağladığını kavramak lazım. Ortaya çıkışı doğrudan ABD’nin Irak işgaline dayanıyor. (Ürkütücü askeri beceri getiren) bazı savaşçıları, eski Baas askeri. Diğerleri ise bu işi ‘Uyanış’ denen Sünni milis güçlerindeyken öğrenmiş. Bunları ABD, 2007’de Irak’ta topyekûn içsavaş çıkmasını önlemek için kurmuştu.
Batı’nın Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ı devirme kampanyası, IŞİD’e katkıda bulunan bir diğer etken oldu. Liderlerimiz hem Esad’ın gitmesi çağrısı yaptı hem de onu devirmek için doğrudan müdahaleye yanaşmadı. Onun yerine, Batı, genelde Suudi Arabistan ve Katar gibi müttefikler aracılığıyla militan isyancı grupları destekledi ve bunlar zamanla IŞİD ya da diğer Kaide bağlantılı milislere dönüştü.

Bunun, Batılı istihbarat servislerinin Sovyet işgaline karşı Afgan savaşında yaptığı feci hatalarla benzerliği hayrete şayan. O zaman da Kaide’yi desteklemiştik ve daha sonra Kaide bize karşı dönmüştü. Bu politika sayesinde Pakistan artık içsavaş düzeyinde seyreden kalıcı terörist direnişiyle karşı karşıya. Suriye’nin geri tepme etkisinin sonucu olarak Türkiye (ve muhtemelen Ürdün ile Suudi Arabistan’ın da) aynı sorunla yüz yüze gelmesi kuvvetle muhtemel. Bu arada teröristler de atlama tahtası olarak kullanabilecekleri yeni bir terör üssü bulmuş oldu. Tabii tüm bunlar Suriye savaşının başında öngörülebilirdi, hatta Devlet Başkanı Esad bunun böyle olacağı uyarısını yapmıştı.

Batı, yarattığı canavarı dizginlemeyi nasıl umabilir? 98 yıl önce Sykes-Picot anlaşmasının bir kalem darbesi ile biçimlendirdiğimiz ülkeler, bu sele kapılıp gidiyor. Sadece, tarihleri, on yıllar değil de binlerce yıl öncesine dayanan Mısır ve İran devletlerinin ayakta kalacağına kesin gözüyle bakabiliriz.

Mısır vahim sorunlarla cebelleşirken İran, Ortadoğu’da en istikrarlı ve güçlü ülke olarak ortaya çıktı. 11 Eylül 2001 saldırılarından beri İranlılar tekrar tekrar Kaide ile müttefiklerine karşı bize işbirliği teklif etti. Ve her seferinde reddedildi. Artık ABD Başkanı Barack Obama ile Britanya Başbakanı David Cameron’ın son on yıllarda terörün sponsorluğuna yardım ettiğimizi kabul etme vakti geldi. Kendimize yeni müttefikler seçmeliyiz ve bunlar arasında İran da olmalı. Halihazırdaki göz boyamacı, aldatıcı rotamızda devam edersek, Batı’ya yönelik tehdit daha tehlikeli şekilde büyüyecek.

[publicize twitter]

[publicize facebook]

[category güvenlik]

[tags ORTADOĞU DOSYASI, dünya sahnesi]

image001.png
Reply all
Reply to author
Forward
0 new messages