FAZIL SAY
Fazıl Say’ı ilk kere Paris’te, “Salle Pleyel” (Pleyel salonu)’de dinledim.
Piyano konçertosunun Fransa’da ilk dinletisini l’Orchestre National de Paris (Paris Millî Orkestrası) ile verdi.
Bu konçertonun Fazıl Say’ın hangi konçertosu olduğunu bilmiyorum. Her halde başka yazdıkları da olacaktır.
Piyano Konçertosu benim için büyük ve çok mutlu bir sürpriz oluşturdu; bunu söylerken bir kompozitörün kardeşi olduğumu da ilâve etmek isterim.
Eser, 2.000’inci yılı geride bırakmış, 3.000’inci yıla ayak atmış bir komposizyon idi.
Bunu söylerken anlatmak istediğim, orijinal olmak için akla gelmedik aletler kullananların, pabuç kutusuna yüksekten fasulya taneleri bırakarak yeni ritmler elde edenlerin, yeni sesler bulmak için kapı gıcırtısından da faydalananların yaptığı cinsten bir kompozisyon olmadığı.
Klâsik Senfonik orkestranın imkanlârı içinde kalmış ve fakat yeni renkler, Fazıl Say’a özgü armoniler yaratmıştı.
VE… 3’üncü binin müziği olması konçertoya buram buram Anadolu kokan havasını da estirmesine engel değildi.
Bu eserle Fazıl Say, tüm kültür merkezlerinin yapabileceği Türk propagandasından fazlasını 40 dakika içinde hayranlık uyandıracak seviyede vermişti.
Konser salonu adeta yıkılmıştı; dakikalarca ve dakikalarca, hem piyanist hem de besteci olarak alkışlanmıştı.
Fazıl Say yalnız Paris’te değil, dünyanın dört bucağında sayısız konserleri ile daima hayranlık uyandırmış bir piyanist ve bestecidir.
Son yirmi yıla bakılırsa, dış ülkelerde, büyük masraflarla yapılan Türk propagandasının önemli bir bölümü piyanistler, kemancılarımız, son zamanlarda yetişen genç çelistlerimiz, orkestralarımız, kısacası, müzisyenlerimiz tarafından yapılmaktadır. Fakat bu büyük propaganda imkânı, san’ata olan gevşeme, küçük görme, değer vermeme- gerçeği söylemek gerekirse- değerinin farkında olmama nedeniyle çok üzücü sonuçlar yaratılabilmektedir:
· Orkestralarda boşalan yerlere başka müzisyenlerin tayin edilmemesi, eskimiş sazların yerine yenilerinin alınması için tahsisat verilmemesi, koskoca İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın çalışabileceği bir yeri olmaması, saz gruplarının İstanbul’un ayrı köşelerinde çalışıp konser günü konser salonunda buluşmaları gibi, san’atın, müziğin, müzisyenlerin küçültücü imkânsızlıklara itilmesi, san’at dünyasında görülmemiş bir davranış şeklidir.
Bu davranışın yarattığı en büyük darbe, Fazıl Say’ın başına gelmiştir. Ve Fazıl Say ile
· Türk Müzik dünyası, san’at dünyası da mahkûm olmuştur.
Acaba san’at nedir, bir san’atçı nasıl yetişir merak edilmiş midir?
Halûk Tarcan
BU HALK GEREKTİĞİNDE KURŞUNA ALNINI SAKINMAZ