...
- SU-ENERJİ-DOĞALGAZ DOSYASI : Ortadoğu'da Su-Barış Bağı Ekseninde Su Sorununu Çözmek Mümkün mü ? - 1 Güncelleme
- DİN VE DİYANET DOSYASI : D-8 ve İslam Ülkeleri - 1 Güncelleme
- AFRİKA DOSYASI /// Etiyopya'nın Büyük Rönesans Barajı Üzerinde Varılan Anlaşma : Nil Havzası İşbirliğinde Yeni Bir Sayfanın Habercisi mi ? - 1 Güncelleme
- ARAP DOSYASI : TBMM Gizli Celse Zabıtlarından Arap Dünyası Üzerine Notlar (1) - 1 Güncelleme
- IŞİD DOSYASI /// KENAN AKIN : IŞİD şimdi "nokta" terörüne döndü ! - 1 Güncelleme
- MK ULTRA PROJESİ /// VİDEO : Dr. Mehmet Yavuz - Zihin Kontrolü - A Haber TV - Anlatılmamış Öyküler - 1 Güncelleme
- SAĞLIK DOSYASI /// VİDEO : Vücudumuz Hakkında Şaşırtıcı 35 Bilgi - 1 Güncelleme
- AMERİKA DOSYASI : ABD'den Almanya'ya Snowden tehdidi - 1 Güncelleme
- MİT DOSYASI : Ulukışla dosyasından MİT'in silah ticareti çıktı - 1 Güncelleme
- 28 ŞUBAT DAVASI /// VİDEO : Emekli Albay Mustafa Hacımustafaoğulları Yaşadıklarını Anlatıyor - 1 Güncelleme
- Dinini Milliyetini unutmuş mankurtlaştırılmış kafalılar. - 1 Güncelleme
- Spam> TARİH : TRT bu konuşmayı veremedi /// Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan’ın müthiş konuşması - 1 Güncelleme
- Spam> ERMENİ SORUNU DOSYASI /// DR. M. GALİP BAYSAN : AMERİKADA ERMENİ MESELESİ NASIL GELİŞTİRİLDİ ??? - 1 Güncelleme
- ORTADOĞU DOSYASI : Güçlü ve merhametsiz bir güç, dünya sahnesine çıktı - 1 Güncelleme
- Spam> İSTİHBARAT DOSYASI /// FERHAT ÜNLÜ : ABD'NİN İSTİHBARAT PARADOKSU - 1 Güncelleme
- İŞ DÜNYASI : Patronla iyi geçinmenin yolları - 1 Güncelleme
- ARAŞTIRMA DOSYASI /// Gazanfer ERYÜKSEL : "Siyasette hiçbir şey tesadüf değildir." - 1 Güncelleme
- MİZAH : MİT'İN 23 YILLIK ÇAYCISINDAN FUAT AVNİ-BÜLENT ARINÇ YORUMU :))) - 1 Güncelleme
- EKONOMİ DOSYASI : Uluslararası bankacılık üzerine senaryolar - 1 Güncelleme
- MOSSAD DOSYASI : MOSSAD TARAFINDAN KAÇIRILIP PARİS'TE PARKA GÖMÜLMÜŞ - 1 Güncelleme
- MOSSAD DOSYASI /// Yeni kriz : MOSSAD, ABD-İran görüşmelerini dinlemiş - 1 Güncelleme
- "Afrodisias, eşsiz ülkemin ve kanayan yüreğimin.." yazısı ve M.Aydoğan'ın "Türkiye’de neden hain çok" başlıklı yazıları - 1 Güncelleme
- MUHSİN YAZICIOĞLU DAVASI /// Yazıcıoğlu davası sanığı : İstihbaratçılarla görüştüm - 1 Güncelleme
- TARİH : Ara Güler'in Gözünden Tüm Ayrıntılarıyla Aphrodisias 1958 - 1 Güncelleme
- EKODÜNYA DOSYASI /// VİDEO : KİRLİ SULAR, TEHLİKELİ BALIKLAR - 1 Güncelleme
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Mar 27 12:27AM +0200
Dr. Tuğba Evrim Maden
Araştırmacı, ORSAM Su Programı
tem...@gmail.com <mailto:tem...@gmail.com>
Geçen hafta 18-19 Mart 2015 tarihinde Ürdün'ün Amman kentinde Bombay
Merkezli Stratejik Öngörü Grubu- Strategic Foresight Group, İsveç
Uluslararası Kalkınma ve İşbirliği Ajansı (Swedish International Development
Agency) ve WANA Enstitüsü ortaklığında Ortadoğu'da Su- Barış bağlantısının
keşfedilmesi başlıklı bir toplantı gerçekleştirilmiştir. Stratejik Öngörü
Grubu, 2009 yılından bugüne Mavi Barış başlıklı proje kapsamında Ortadoğu'da
su sorunu ve ilgili havzaları kapsayan toplantılar düzenlemektedir. Söz
konusu bu toplantıda, diğer toplantılarda da olduğu gibi sınıraşan su
havzalarında işbirliği konusunda başarıya ulaşabilmiş örnek havzaların
işbirliği süreci, farklılıkları ve benzerlikleri ele alınmıştır. Bu
toplantıda söz konusu havzalar Orange- Senqu nehir Komisyonu ve Nil Havzası
Girişimi deneyimlerini anlatmıştır. Ortadoğu'da su sorunu denince akla
gelen ilk havza olan Ürdün nehri havzası da toplantıda ele alınmıştır.
Toplantı öncesi yayımlanan "Su ve Şiddet" ve "Su güvensizliği - Ortadoğu'da
Varoluş Krizi" raporları ekseninde su ve güvenlik bağlantısı, su güvenliği
ve kırılganlığa sahip gruplar ve devletlerin, toplulukların artan su
sorunlarına adapta olma kapasitesi ve işbirliği başlıkları ile kadın,
Suriyeli göçmenler, iklim değişimi, suyun bir silah olarak kullanılması ve
IŞİD örneği tartışılmıştır.
Toplantıda öne çıkan konular sırasıyla;
-Türkiye ve İran, Irak tarafından her zaman olduğu gibi yukarı kıyıdaş
olması nedeniyle, barajları nedeniyle eleştirilmiştir. Buna ek olarak Irak,
İran'la Al-Wand nehrine ilişkin olarak görüşmeler yaptığını da ifade
etmiştir. ( Al-Wand nehri İran'da doğan, Diyala'yı besleyen ve KBY sınırları
içerisinde tarımda sulama amacıyla kullanılmaktadır. İran, dönem dönem gerek
teknik gerekse siyasi nedenlerle nehrin sularını kesmektedir)
- Suriyeli göçmenler, Lübnan ve Ürdün^de su kaynakları üzerinde büyük baskı
yaratmaktadır. Her iki ülkede de su sorunu gitgide büyümektedir. Su kıtlığı
ile birlikte su iletim ağlarının yetersizliği, kaçak yeraltı suyu kullanımı
ve atık su problemi de önemli bir yer tutmaktadır.
-Geçen yıl yaşanan kuraklık Suriye, Türkiye, Ürdün, Irak ve Lübnan'ı olumsuz
yönde etkilemiştir.
- Türkiye, 1980'den itibaren Fırat- Dicle havzasında kıyıdaş ülkeler Irak ve
Suriye ile işbirliği konusunda gerek Ortak Teknik Komite, gerek 1987
protokolü, 1984 yılında sunduğu üç aşamalı plan ile işbirliğine açık bir
politika izlemiş ve suyu hiçbir çatışma döneminde bir tehdit aracı veya dış
politikasında bir ön şart olarak kullanmamıştır. Türkiye'nin sınıraşan su
politikası hakça, makul ve optimum kullanım prensipleri üzerine inşa
edilmiştir.
- Su en fazla Ortadoğu'da sulama amacıyla kullanılmaktadır ve tercih edilen
geleneksel sulama yöntemleri nedeniyle büyük oranda su kaybı yaşanmaktadır.
Bu konuda ülkelerin modern sulama tekniklerinin kullanımına geçiş yapması
için işbirliği ve donanıma ihtiyacı vardır.
- Türkiye - Irak ile bu yılın başında, imzalanan protokol ile Türkiye Dicle
nehri üzerinde su akımı ve tuzluluğunu ölçecek bir izleme istasyonu inşa
edecektir. Aynı şekilde Irak'ta kendi sınırları içinde bir istasyon inşa
edecektir. İki ülke elde edilen veri alışverişinde bulunacaktır.
- Dünyada su fakiri ülkeler arasında yer alan Ürdün'de gün geçtikçe su
sıkıntısı artmaktadır. Son yıllarda yaşanan kurak periyot, göçmenler
nedeniyle artan nüfus, ülkede yaşanan su kıtlığını arttırmaktadır. Ülkenin
en büyük kampı olan Zaatari kampında kişi başına günlük 35 litre su
düşmektedir. Zaatari kampına günde 4 milyon litre su sağlanmaktadır.
Ayrıca, 40 yıldır sularının kullanımı Ortadoğu'da önemli bir sorun olarak
devamlılığını koruyan Ürdün nehri ve nehrin kullanımına ilişkin İsrail'in
Ürdün ile imzaladığı protokol şartlarına uymaması, Ürdün'ün Batı Şeria ile
suyun kullanımına ilişkin görüşmeleri İsrail yüzünden yapamaması, mevcut
suda faydalanmasında sorunlara neden olmaktadır.
-Suriye iç savaşı sonucu ortaya çıkan nüfus hareketi hem Suriye içinde hem
de bölgede su sıkıntısını gün geçtikçe arttırmaktadır. Su yapılarının
çatışmalar sürecinde zarar görmesi, tarım alanlarının yok edilmesi bölgede
hem su, hem de gıda güvenliği sorununu ortaya çıkarmaktadır.
- IŞİD'in Fırat ve Dicle havza sularına Irak ve Suriye sınırları içerisinde
müdahale etmesi, hem yayımlanan Su ve Şiddet raporunda hem de konferansta
sık sık gündeme gelmiştir. Strategic Foresight grubunun yaptığı çalışmada,
IŞİD, Kasım 2012'den itibaren Suriye'de Tişrin ve Tabqa barajlarını ele
geçirerek su kaynaklarını bir silah olarak kullanmaya başlamıştır. Ocak
2014'de Felluce'yi ele geçirmesi, ardından 22 köyü sular altında bırakması
da yapılan çalışmada ele alınmıştır. Mayıs 2014'te IŞİD müdahaleleri
nedeniyle Esad gölü su seviyesinin düşmesi ve devamında Musul'u ele
geçirdikten sonra Musul barajını kontrol altına alması, 2014 sonunda Musul
kentinde suların zehirlenmesi gibi diğer müdahaleler ile su kaynaklarını
silah olarak kullanmıştır. IŞİD'in su kaynaklarına müdahalesi Irak'ta ve
diğer ülkelerde huzursuzluğa yol açmaktadır. Bu duruma karşın tüm bölge
ülkelerinin bir araya gelip müdahale etmesi gerektiği ifade edilmiştir.
-Ortadoğu'da sınıraşan suların kullanımına ilişkin işbirliği örnekleri uzun
yıllardır devletler arasında ikili ve üçlü anlaşmalar ile gözlenmektedir.
Fakat tüm havza kıyıdaşlarını içinde dahil eden su kaynaklarının entegre
yönetimini sağlayan bir anlaşma henüz imzalanamamıştır. Ortadoğu özelinde bu
durumun gerçekleşmemesine neden olarak çatışmalar, devletlerarası güven
eksikliği, standart veri, veri toplanması ve paylaşılmasında yaşanan
sorunlar, kötü su yönetimi, gerek yönetim gerekse kullanıcılar tarafından su
sorunu yaşandığına ilişkin farkındalığın oluşmaması ve en önemlisi
devletlerin işbirliği yapmaya niyetli olmaması.
- Çözüm olarak güven inşası ve kapasite geliştirilmesi, işbirliği, veri
paylaşımı, atık suyun tekrar kullanımı, suyun verimli kullanımı için
paydaşların eğitilmesi, havza bazında bölgesel işbirliklerinin
desteklenmesi, bölge ülkeleri arasında uzman ve deneyimlerin paylaşılması
tavsiye edilmiştir. Ayrıca, son olarak sınıraşan suların hakça, makul ve
optimum kullanımı için işbirliğinin gerekli olduğu gerçeğine vakıf olunması
sorunun çözüm sürecinde etkin bir rol oynadığının altı çizilmiştir.
[publicize twitter]
[publicize facebook]
[category araştırma]
[tags SU-ENERJİ-DOĞALGAZ DOSYASI, Ortadoğu, Su Sorunu]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Mar 27 12:24AM +0200
Dr. Seyid Ali Muhammed MUSEVİ
Pakistan Savunma Komitesi Başkanı Sayın Senatör Müşahid Hüseyin; TASAM
Başkanı Sayın Süleyman Şensoy, değerli katılımcılar, bayanlar ve baylar;
Öncelikle "İslam Ülkeleri'nde Çok Boyutlu Güvenlik İnşası" konulu 6. İslam
Ülkeleri Düşünce Kuruluşları Forumu için burada sizlerle bulunmaktan
mutluluk duyduğumu belirtmek isterim. Forum boyunca, toplumları için daha
iyi bir yaşam oluşturma çalışmalarını sürdürmelerini sağlamak adına bizzat
devletlerin kendisini etkileyen, devletlerarası ilişkiler ve dinamiklerle
ilgilenen herkese hitap eden konular üzerinde verimli tartışmalar
yapacağımıza eminim. Bu Forum strateji uzmanları, analistler ve politika
üreticileri için fikir alışverişi ve fikir birliği yapmak üzere bir buluşma
zemini olarak oluşturulmuştur. Konferans süresince tartışmalarda çok ilginç
fikirler oluşacağın umuyorum. Konuşmama başlamadan önce lütfen İslamabad'a
geldiğim için ve varışımızdan itibaren bana ve delegasyonuma sunulan sıcak
ağırlama için derin şükranlarımı ve mutluluğumu belirtmeme izin verin.
Hayatımızda güvenlik kavramında bir değişime tanıklık ettiğimizi
belirteceğim. Güvenlik kavramı günümüzde doğrusal olmayan, asimetrik ve çok
boyutlu bir anlam taşımaktadır. Kapsamlı, ulusal ve sınır ötesi güvenlik,
ekonomik ve siyasi güvenlik anlamlarına gelmektedir. Devletler uluslararası
sistemin bir bütünü olarak güvenli ve dengeli oldukça demokrasi ve barış
gelişmektedir. Bu referanslar ilerleme ve refah için büyümektedir. Burada
bilmemiz gereken ise şudur; ilerleme barışın önkoşuludur ve aynı zamanda
barış da ilerlemenin ön koşuludur. Bu belki bir klişe gibi görünebilir ama
biz barış ve ilerlemenin birbirini nasıl pekiştirdiğini nadiren tam
anlamıyla kavramaktayız. Koruyucu güvenlik ortak bir sorumluluktur. Ortak
bir hareket gerektirir. Burada ise parçalara ayırmanın aksine
özelleştirmenin bir incelemesi mevcuttur.
Şimdi dikkatleri, ekonomi güvenliği ile güvenlik görüşünün, genel güvenlik
içinde oynadığı enstrümantal rol ve güvenliğin geleneksel kavramlarıyla
nasıl karıştığı üzerine yoğunlaştıracağım. Öncelikle D8 Ekonomik İşbirliği
Örgütü'nün kısa bir krokisiyle başlayayım. Tarihî İstanbul Deklarasyonu ile
eski Başbakan Erbakan liderliğinde Bangladeş, Mısır, Endonezya, İran,
Malezya, Nijerya ve Pakistan liderlerinin 1997 yılında D-8 Ekonomik
İşbirliği Örgütü'nü kurduğunu bildiğinize eminim. Bu hükümetler arası
varlığın kuruluş ruhu; ticari ilişkiler ve ticaretin yoğunlaşması boyunca
ekonomik işbirliğine yol açmakta ve uluslararası düzeyde karar verme
aşamasına katılımı genişletmektedir. Üye devletler arası çeşitlilik kadar,
ortak ve paylaşılan inançlar vardır, zorluklar kadar fırsatlarıyla eşsiz bir
örgüt karşımızda durmaktadır.
Ekonomik işbirliği boyunca barış ve refahın, Örgüt'ün çekirdek görevi
anlamına geldiğine inanıyoruz. Üyeleri hedeflerini, ticari hedeflerini
belirlemiş; D-8 ile ekonomi etkinlikleri düzeyinde büyük etkisi olan ticaret
kolaylığı ölçütleri üzerinde karar almıştır. Sadece içeriden sürekli bir
taleple değil aynı zamanda çevresinden gelen taleple de kendine güvenen bir
örgüt oluşturmaya çabalıyoruz. Bütün bunları yaklaşımlarla radikal değişime
uğrayan uluslararası ilişkilerdeki değişikliğe bir cevap olarak yapmaktayız.
D-8 Örgütü istikrar ve refah karşısındaki önemli tehditlere ulaşmaya
çalışmaktadır. Eşitsizlik ve yoksulluk aşırılığı beslemektedir. Bunlar
ekonomi ve güven üzerinde büyük bir zarara yol açmaktadır. İlk on yılında
D-8'in ilerleyişi; düşük uygulama hızı ve politika formülasyonuyla
gölgelenmiştir. D-8 kurumsallaşma, çalışma prosedürleri, tanımlama
işlemleri, toplantı hiyerarşisi, sekreterlik ayarları ve benzeri birçok
konuda ilerleme göstermektedir. Çok yönlü enstrümanlar uygulanmaya ve
ekonomik sorunlar farkedilmeye başlamıştır.
D-8 tercihli ticaretin önündeki ticaret işbirliği Mayıs 2006'da imzalanmış
ve Ağustos 2011'de yürürlüğe girmiştir. 25 Ağustos 2011'de D-8 arasında PTA
etkisine girilmesi sonrası, denetleyici komite kurulmuştur. Komite bu
ayarlamalar ve mekanizmanın taslak belgesi üzerinde çalışmaktadır. D-8
ticaretini artırmaya yardım etmek adına örgüt; D-8 vizesi, D-8 gümrük
anlaşmaları üzerinde başarılı adımlar atmakta; insanlara eylemlerinde ve
ticari hareketlerinde kolaylık sağlamayı hedeflemektedir. Bu önlemler
1997'den şuana dek D-8'in iç ticaretindeki artış üzerinde önemli ve olumlu
bir etki oluşturmuştur. Sizin için hazırladığım birçok istatistiği
atlayacağım. Ama zaten bunlar da D-8 örgütünde yaptıklarımızdır. Biz
insanların ekonomik kaderlerini değiştirmek, ekonomik seçim özgürlüğü
içerisinde yoksulluğun kaderini değiştirmek için sürekli çaba
göstermekteyiz. Tabii ki burada ekonomik özgürlük ve refah üzerine
çabalarımızı etkileyen politika ve diğer önemli güçler söz konusu. Ayrıca
biz, ekonomik işbirliğinin, genel anlamda işbirliğinin dahili bir alanı
olması gerektiğini liderlerimize ifade etmeye de çalışıyoruz.
Bu grup, güvenliğin görkemli doğasını doğrudan yansıtmıştı. D-8 Örgütü,
İslam İşbirliği Teşkilatı'nda ortak üyeliği bulunan 8 ülke içindeki
işbirliğini desteklemektedir. Ancak nüfus boyutu, ekonomik potansiyel,
coğrafik uyum, insan kaynakları bileşimi, devasa çalışmalar bu grubu İslam
dünyasında eşsiz kılmaktadır. İnanıyoruz ki milyonlarca insanın
hayatlarındaki sürdürülebilir değişiklikler daha güvenli bir yeri ve huzurlu
bir eş varoluşu kesinleştirecektir. Ortaklığın ve evrensel kardeşliğin
gücüyle, amacımızı başarmayı umuyoruz. Bu bakımdan, ekonomik işbirliği;
bütün boyutlarda bizi birbirimize kenetleyen güçlü bir bağdır. Güvenlik tüm
bunları kapsamaktadır.
Dış görünüşlerimiz farklı olabilir ama burada ortak bir kavram var:
Karşılanabilirlik. Temel ihtiyaçlar ve hayatın diğer imkanlarını karşılamak
için bir kapasite oluşturmalıyız. Sadece ekonomik ortaklık barışçıl bir
çevrede bunları garantileyebilir, tabii ki tam tersi de aynı şekilde mümkün.
Son olarak, dünya bugün kralların yaşadığı devirlerden tamamen farklı
durumda. Bu da, bilgi ve nanoteknoloji çağı, genomik devrimi işaret etmekte.
Bu çağda barış gibi konularda duyduğumuz fikir ayrılıkları ile kafa
karışıklıkları yaşamaktayız. Gerçek barışın bedensel, entellektüel ve ruhsal
mahrumiyetin ortadan kalkmasıyla sağlanabileceğini henüz öğrenmekteyiz.
Mahrumiyet ve barışın aynı anda var olamayacağını bilmeliyiz. Ne kadar kısa
sürede daha iyi şanslar oluşturursak, o kadar barış içinde oluruz. Bunu
yapmak içinse, başkalarına karşı daha anlayışlı daha esnek olmalıyız...
Değerli katılımınız, dikkatiniz ve bu etkinliğin başarıyla sonuçlanmasına
yönelik isteğiniz için hepinize teşekkür ederim.
( D-8 Genel Sekreteri Dr. Seyid Ali Muhammed MUSEVİ | Açılış Konuşması | 6.
İslam Ülkeleri Düşünce Kuruluşları Forumu | 7 Mart 2014, İslamabad )
[publicize twitter]
[publicize facebook]
[category istihbarat]
[tags DİN VE DİYANET DOSYASI, D-8, İslam Ülkeleri]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Mar 27 12:20AM +0200
Yrd. Doç. Dr. Vakur Sümer
ORSAM Danışmanı, Selçuk Üniversitesi
Mısır'ın resmi haber ajansına göre, Mısır, Sudan ve Etiyopya Nil Nehri
sularının paylaşımı ve Etiyopya'daki Büyük Rönesans Barajı'nın işletilmesi
konularında ön anlaşmaya varmışlardır. Mısır Dışişleri Bakanı Sameh
Shoukry, üç ülkenin Doğu Nil Havzası'ndaki işbirliğinin ve Büyük Rönesans
Barajı'nın idaresi konusundaki ilkeler üzerinde anlaşmaya varıldığını ifade
etmiştir. Etiyopya Dışişleri Bakanı Tedros Adhanom ise buna ek olarak
anlaşmanın ülkeler arasındaki ilişkilerde yeni bir sayfa açacağını
söylemiştir. Atılan bu son olumlu adıma rağmen, Nil Nehri üzerindeki
tartışmaların, özellikle de Mısır ve Etiyopya arasında, sona erdiğini
söylemek için oldukça erkendir.
Nil Nehri'nin en büyük kolu Mavi Nil üzerinde inşa edilmekte olan Büyük
Rönesans Barajı'nın 74 milyar metreküplük bir rezervi olacaktır. 600
megavatlık gücüyle Baraj, tahminlere göre Afrika'nın en büyük hidroelektrik
enerji santrali olmasa bile en büyüklerinden biri olacaktır. Barajın 4.2
milyar dolarlık maliyeti, Afrika şartlarında muazzam bir rakamdır.
Etiyopya'nın 2013'te Mavi Nil'in yatağını değiştirmesiyle başlayan baraj
inşaatı, her şey yolunda gittiği takdirde 2017 yılında tamamlanacaktır.
Mısır, aşağı kıyıdaş olan ülkelerin yani Mısır ve Sudan'ın zarara
uğrayacağını öne sürerek bugüne kadar Baraj'ın yapımına karşı çıkmıştır. Öte
yandan Etiyopya, aşağı kıyıdaşların hiçbir zarara uğramayacağını
savunmuştur.
Mısır'ın iddiasına göre, Mısır'ın Nil Nehri üzerinde tarihi hakları vardır,
zira Mısır Medeniyeti Nil sularından faydalanılmasıyla ortaya çıkmıştır, ve
bu haklar 1929 ve 1950 yıllarında imzalanan uluslararası antlaşmalarla
korunmaktadır. Bu nedenle, kıyıdaş ülkelerin bugünkü ilişkilerini daha iyi
anlayabilmek bağlamında bu iki antlaşmayı daha detaylı bir biçimde incelemek
yerinde olacaktır.
1929 Antlaşması özetle, şu şartlara bağlı olarak, Mısır ve Sudan'ın
sırasıyla 48 ve 4 milyar metreküplük suyu kullanmasını öngörmektedir: Nil
Nehri'nin kurak mevsimlerdeki akımı, Mısır'ın kullanımı için saklanacaktır;
Mısır, yukarı kıyıdaş ülkelerde de su akışını izleyebilecek ve çıkarlarını
olumsuz yönde etkileyebilecek her türlü baraj inşaatına müdahale etme
hakkına sahip olabilecektir.
1959 Antlaşması ise, Nil Nehri'nin yıllık ortalama akışının Mısır ve
Sudan'a, sırasıyla, 55.5 ve 18.5 milyar metreküp şeklinde paylaştırılmasını
şart koşmuştur. Antlaşmaya göre Mısır, 80 milyar metreküplük su saklama
kapasitesi olan Aswan Yüksek Barajı'nı inşa edebilecektir. Anlaşma aynı
zamanda Sudan'a Mavi Nil üzerinde Roseries Barajı'nı inşa etme hakkını
vermiştir. Son olarak da iki ülke arasındaki teknik diyalog ve işbirliğinin
sürdürülmesi amacıyla Daimi Ortak Teknik Komisyon kurulması
kararlaştırılmıştır. 1959 Antlaşması, diğer kıyıdaşların haklarını açıkça
yok sayması nedeniyle oldukça ilgi çekicidir. Örneğin, Nil'in toplam
akımının üçte ikisinden fazlasına katkı sağlayan Etiyopya'nın hakları hiçe
sayılmıştır. Etiyopya, 1990lardan itibaren 1959 Anlaşmasını daha yüksek
sesle eleştirir hale gelmiştir.
Mısır'ın güvence altına alınmış ve yalnızca Etiyopya tarafından itiraz
edilen haklarının yanında, Nil Havzası İnisiyatifi'nin (NBI) kurulmasıyla
sonuçlanacak olan yeni bir işbirliği 1990larda ivme kazanmıştır. Resmi
olarak 1999'da yılında çalışmalarına başlayan NBI, "Nil Nehri'ni işbirliği
çerçevesinde geliştirmenin, önemli sosyoekonomik faydaların paylaşılmasının
ve bölgesel barış ve güvenliğin teşvik edilmesinin yollarını arayan bölgesel
bir hükümetlerarası ortaklık" olarak tanımlanmıştır. Burundi, Demokratik
Kongo Cumhuriyeti, Mısır, Etiyopya, Kenya, Ruanda, Sudan, Tanzanya ve
Uganda'nın üye olduğu İnisiyatif'e, Eritre gözlemci olarak katılmıştır.
Görünen o ki Nil Havzası İnisiyatifi, kıyıdaş ülkelerin dağınık biçimde
direniş gösterdiği Mısır'ın hegemonik söyleminin aksine, Nil üzerindeki
çatışmaların çözümü hakkında havza çapındaki ilk işbirliği platformu ve
ortak girişimdir. Bu nedenle İnisiyatif, Nil Nehri suları üzerinde daha
dengeli bir yapıya işaret etmektedir. Buna rağmen NBI, kıyıdaşların
görüşmelerini takiben kalıcı bir kurumun oluşturulmasına kadar sürecek bir
"geçiş kurumu" olarak görülmelidir. NBI'nın yetkisi de çok güçlü değildir.
Bununla birlikte, Etiyopya'nın artan talepleri, Rönesans Barajı'nı devam
ettirme iradesi, ve NBI'nın gelişen yapısı nedeniyle Mısır, Etiyopya ile ve
aynı zamanda diğer kıyıdaşlarla da işbirliğine daha yatkın duruma gelmiştir.
Nil Nehri sularının paylaşımı konusundaki bu son anlaşma bu bağlamda ele
alınabilir. Bir diğer faktör de, Mursi'nin Etiyopya'nın Büyük Rönesans
Barajı'na yönelik sert eleştirilerinin aksine, Mısır hükümetinin
tavırlarının değişmesi ve daha işbirlikçi bir ton benimsemeye çalışmasıdır.
Son olarak da Etiyopya'nın Baraj ve sonrasındaki sulama projeleri için
Mısır'ın -desteğini olmasa bile- rızasını almak istemesi de söz konusu
olabilir. Anlaşmanın detaylarını henüz bilmiyoruz. Ancak unutulmamalıdır ki,
son anlaşmanın kaderi hala bir netlik kazanmamıştır, zira hükümet başkanları
tarafından onaylanması gerekmektedir.
[publicize twitter]
[publicize facebook]
[category güvenlik]
[tags AFRİKA DOSYASI, Etiyopya, Büyük Rönesans Barajı, Nil Havzası,
İşbirliği]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Mar 26 11:57PM +0200
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin gizli celse zabıtları yayınlanalı otuz yılı geçti. TBMM Basımevi tarafından ilk baskısı 1980 yılında dört cilt olarak yapılmıştı. Bu zabıtlar, 24 Nisan 1920’den 25 Ekim 1934 tarihine kadar olan gizli oturumlarda yapılan konuşmaların tutanaklarından oluşmaktadır. O günden bu yana Cumhuriyetin kuruluşunda ve temelindeki hadiselerin tarihini inceleyen ve araştıran pek çok araştırmacı, bu tutanaklardan faydalanarak araştırmalarını ve eserlerini zenginleştirdiler. Bu zabıtlar aynı zamanda Cumhuriyetin kuruluş zamanında yaşamış ve mecliste bulunmuş kişilerin biyografilerini hazırlayan araştırmacıların el kitabı niteliğinde olmuştur. Hatta sadece bu zabıtlardan hareketle bazı kitaplar da hazırlanmıştır.
Saltanatın kaldırılması, Hilafet tartışmaları, Lozan görüşmeleri ve bunun getirdiği bütün meseleler, Anadolu’da Milli Mücadele ve bu sıradaki isyanlar, inkılaplar ve uygulamalar gibi konularda son derece detaylı konuşmalar bu buna bağlı olarak da çok farklı tespitler gizli celse zabıtlarının içerisinde yer almaktadır.
Zabıtların tarihi dikkate alınırsa, Arap coğrafyasının Osmanlı’dan ve aslında Türkiye’den koptuğu tarihleri de kapsadığı hemen göze çarpacaktır. Bu açıdan zabıtlardaki konuşmaları yeniden inceledik. Buradaki konuşmaları, yorumları ve tespitleri göz önünde bulunduran Arap milletlerini ve coğrafyasını Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin gözüyle anlamaya çalıştık. Birkaç yazı ile bu gözlemlerimizi sizlerle de paylaşacağız.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Ankara’da açılınca İstanbul’dan intikal eden bin bir mesele ve problemle karşı karşıya kalınmış idi. Bununla birlikte Gizli Celse Zabıtlarında yer alan ilk oturumda ve ilk konuşmada Mustafa Kemal Paşa’nın Suriye ve Irak hakkındaki beyanatı, yeni kurulan meclisin bölgeye nasıl yaklaştığını ortaya koymakla birlikte bölgenin de meclis gündeminin ilk sıralarında yer aldığını göstermektedir.
24 Nisan 1920 tarihli gizli oturumda, sözlerine meclisin mesaisine konu olan bölge aynı zamanda Türkiye’nin de milli sınırlarını teşkil ettiğini vurgulayarak başlayan Mustafa Kemal Paşa sözü bu sınırlar içerisinde bulunan Suriye’ye getirdi. Ona göre meclis kurulduktan sonra ilk iş milli hudutlarımız dâhilinde bulunan dindaşlar ile iletişim kurmaktı. Bu da yapılmıştı. Bunu aktardıktan sonra Mustafa Kemal, Suriye’den Emir Faysal tarafından gönderilen murahhaslar hakkındaki sözlerine şu şekilde devam etmiştir:
“Suriye halkı ve Irak halkı yani Arabistan, 1914 tarihinden evvel aynı hudut dâhilinde bulunduğumuz zamanlarda; Osmanlı Devleti’nin bir uzvu bir rüknü olmaktan fevkalâde müşteki ve müstakil olmak gayesini takip ediyorlardı. Buna karşı çalıştılar, fakat neticeyi istihsal edebilmek için kendi kuvvetlerine istinadın kâfi olmadığını gördüler ve maatteessüf hepimizi birden imhaya tevessül eden düşmanlarla teşriki mesai ettiler. İngilizler, Fransızlar kendilerinin hayali olan gayelerini gerçekleştirecek diye eteklerine sarıldılar.
Lâkin harbi umuminin neticesini gördükten sonra Suriye’de İngilizler, Fransızların idare tarzına, muhakkirane olan idaresine hedef olduktan sonra bu aksamdaki ehli İslam pek büyük bir hataya duçar olduklarını takdir ettiler. Onu müteakip yine bir kısım kendi dâhillerinde müstakil olmak fakat yine bir suretle, bir şekilde Camia-i Osmaniye dâhilinde bulunmak cihetini düşündüler.
Bittabi makam-i muallay-i hilâfete karşı olan merbutiyetleri cümlemiz gibi bütün ehli iman için bir vazife-i mukaddese idi. Diğer bir kısmı daha ileriye gittiler. Bize hiçbir şekil ve surette istiklâlin lüzumu yoktur, biz halifemiz ve padişahımıza merbut olarak Camia-i Osmaniye dâhilinde bulunacağız, dediler. Suriye’de böyle muhalif cereyanlar mevcut idi.
Biz bittabi salahiyet-i resmiye ve ilmiyeye malik bulunmadığımız için, efradı milletten bir heyet-i milliye olduğumuz için, bu cereyanın müvellid-i hakikisi olan yine milletler vasıtasıyla temas etmiş oluruz. Fakat bizim Suriye’de İslam gayesi ile münasebetlerimiz oluşmaya başladıkça orada bir saltanat tesisi ile iştigal eden Emir Faysal’ın ve Emir Faysal’ı himaye eden Fransızların nazarı dikkatini celp etti. Neticede Emir Faysal dahi hususi murahhaslarını bizimle temasa getirdi. Resmi temasla bu müracaatın bizce telakki edilen şeklini izah etmek isterim. Her halde Suriyeliler her hangi bir ecnebi devlet ile münasebetinin kendileri için binnetice esaret olacağına kani oldular. Bundan dolayı bize teveccüh ettiler. Bizim bilmukabele gösterdiğimiz şekil şundan ibaret idi. Dedik ki artık milli hududumuz dâhilinde bulunan menabi-i insaniyeyi ve menafi-i umumiyeyi hududumuzun haricinde isaraf etmek istemeyiz.
Fakat ittihat, kuvvet teşkil edeceğinden bütün İslam âlemi manen olduğu gibi maddeten de müttefik ve müttehit olmasını şüphe yok ki büyük memnuniyetle karşılarız. Bunun içindir ki bizim kendi hududumuz dâhilinde müstakil olduğumuz gibi Suriyeliler de hudut-i dâhilinde ve hâkimiyet-i milliye esasına müstenit olmak üzere serbest ve müstakil olabilirler. Bizimle itilaf ve ittifakın fevkinde bir şekil ki federatif yahut konfederatif denilen şekillerden birisi ile irtibat peyda edebiliriz. Ahali bunu arzuları fevkinde lehlerine telakki etmiş olacaklar ki Emir Faysal milletin bu arzusu karşısında kendi emellerinin sarsılmakta olduğuna vakıf oldu. Müracaatları da bunun üzerine oldu. Ahalinin bu arzusu fiile de inkılâp etti. Suriye dâhilinde bazı ef’al ve harekât bittabi mesmuunuz olmuştur. İşte bu fiiliyat başladıktan sonra Emir Faysal suhuletle tesis-i hâkimiyet edemeyeceğini ve Fransızlar da bir müstakil devlet haline orasını kolaylıkla kullanamayacaklarını zannettiler ki, muhtemelen ahaliye demek istediler ki, biz de sizin fikrinizdeyiz. Ancak bizim yaşamak için paramız yok ve haricin tazyikatına mukavemet edecek vesaitimiz yoktur. Türkiye bunu temin ederse biz Fransızları memleketimizden kovabiliriz. Bunu biz samimi telakki etmedik. Onun için vuku bulan siyasi müracaatta biz de siyasi cevap vermiş bulunduk. Ancak hakiki irtibat hükümet şeklinde değil fakat Suriye milletiyle Suriyelilerle olmuş oldu ve oradaki bu hareket hakikaten bize manevi kuvvetle beraber maddi kuvvet zammetmiştir. Milli hududumuzun cenup cephesindeki harekâtı nazar-ı dikkatten geçirecek olursak bu fiiliyatın semerat-ı maddiyesini görebiliriz.”
Mustafa Kemal’in konuşmasında geçen Suriye’de hem Fransızların mandasını isteyen hem de Osmanlı’ya bağlı kalmayı tercih eden iki cereyanın mevcudiyeti ve buna karşı Mustafa Kemal’in “Suriye’de böyle muhalif cereyanlar var idi” tespiti bugün hâlâ güncelliğini korumaktadır. Mustafa Kemal konuşmasına yine Arap coğrafyası üzerinden devam ederek şu sözleri söylemiştir:
“Irak’a gelince; Irak’ta İngilizlerin muamelâtı ahali-i İslamiyeyi fevkalade dil-gir etmiş oldu. Biz kendilerine temas aramadan evvel onlar bizimle temas aradı ve alelıtlak eskisi gibi bir Osmanlı memleketinin cüzü olmayı kabul ettiler. Fakat biz onlara karşı Suriyelilere söylediğimiz nokta-i nazarı söylemekten başka bir şey yapmadık. Ettiğimiz kendi dâhilinizde kendi kuvanızla kendi mevcudiyetinizle müstakil bir devlet olunuz. Biz her şeyden evvel istiklalimizin teminine çalışıyoruz. Ondan sonra birleşmemiz için hiçbir mani kalmaz ve Musul havalisinde Bağdat’ta ve sair birçok yerlerde … vaka olarak bir çok hadisat zuhur edecekti ve bugün dahi, eşgal-i zahirîyesi ne olursa olsun, bizim imhamıza çalışan düşmanlar, Suriye ve Irak’taki vakayi muvacehesinde milli faaliyetlerle bize tevcih ettikleri kuvvetleri tenkise mecbur olmuşlardı ve bugün dahi eşgal-i zahiriyesi ne olursa olsun gerek Iraklıların gerek Suriyelilerin bu iki mıntıkadaki dindaşlarımızın kalpleri bizimle beraberdir. Eğer bundan sonra esbabına tevessül edilirse bunlardan azami istifade etmen mümkündür”.
The post TBMM Gizli Celse Zabıtlarından Arap Dünyası Üzerine Notlar (1) <http://www.ordaf.org/tbmm-gizli-celse-zabitlarindan-arap-dunyasi-uzerine-notlar-1/> appeared first on ORDAF <http://www.ordaf.org> .
[publicize twitter]
[publicize facebook]
[category araştırma]
[tags ARAP DOSYASI, TBMM, Gizli Celse Zabıtları, Arap Dünyası, Notlar]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Mar 26 11:54PM +0200
IŞİD'ın Suriye ve Irak cephelerinde durdurulması, örgütü değişik ülkelerde
nokta hedeflere kanlı saldırılara yöneltmiş bulunuyor.
IŞİD teröristlerinin Yemen ve Tunus'a giriştikleri baskınlarda onlarca Şii
can verirken, yüzlerce kişinin de yaralanması, yeni bir dehşet kasırgası
yaratıyor.
Başı iç çatışmalardan bir türlü kurtulamayan ve daha büyük kanlı olayların
beklendiği Yemen, bir tarafa bırakılırsa, seçimle "İhvan" tehlikesini
geçiştirdiğini sanan Tunus üzerinde durmak gerekiyor.
Gerçekten de, "Arap Baharı" nın ilk ülkesi Tunus'un yakasını
uğursuzlukların, daha doğrusu terörist baskınların bırakmayacağının
sinyalleri alınıyor.
Tunuslular; 1956 yılında Fransa'dan bağımsızlıklarını geri aldıklarından
beri, ilk kez "demokratik" bir seçimle Cumhurbaşkanlarını seçmiş
olmalarına rağmen, terörist baskınların tehdidi altında yaşamaları, Orta
Doğu'yu daha da geriyor.
Aslında Tunusluların, "Müslüman Kardeşler" projesini demokratik yolla ret
etmeleri, Orta Doğu'da birçok lidere "uyarı" niteliğini de taşıyor.
Ne var ki, Arap dünyasındaki laik ülkelerden biri olarak görülen Tunus'ta,
2011'de Zeynel Abidin Bin Ali rejimini deviren isyandan bu yana İslamcı
militanlar gücünü artırıyor.
Nitekim, Bardo Müzesi'ne girişilen ve birçoğu Avrupalı turist en az 25
kişinin öldüğü saldırı 2011'den bu yana yaşanan en büyük kanlı olaydı.
Saldırıyı IŞİD'le bağlantılı Selefi militanlar tarafından yapıldığı
biliniyor.
Bazı araştırmacılar, IŞİD saflarında yer alan yabancılar arasında Tunuslular
en büyük orana sahip olduğunu öne sürüyor.
Tunuslu yetkililer ise ülkeden yaklaşık 3 bin kişinin cihad adına Suriye ve
Irak da dahil olmak üzere farklı ülkelerde savaşmaya gittiğini söylüyor.
Terör karşısında aciz kalınıyor
Son seçimlerde, İslamcı En Nahda'ya karşı sandıkta zafer kazanarak kurulan
yeni hükümet, İslamcı militanlar için çok daha sıkı önlemler alacağı sözünü
vermenin güçlüğünü çekiyor.
2011 sonrası yapılan ilk seçimleri kazanan En Nahda, cihatçı grupların
üstüne gitmemekle itham ediliyor.
Bu algının 2013'te laik siyasetçiler Şükrü Beleyid ve Muhammed Brahmi'nin
öldürülmesinden sonra derinleştiği hatırlanıyor.
Öte yanda Tunus; Cezayir sınırında İslami Mağrib El Kaide örgütüne karşı da
savaşıyor.
Grubun Temmuz 2014'te Tunus'un dağlık bölgelerinde güvenlik güçlerine
düzenlediği saldırıda en az 14 asker ölüyor.
Tunus, bölgedeki en küçük ordulardan birine sahip olduğundan böylesine
saldırılar karşısında aciz kalıyor.
Ayrıca ordunun, 'terörle' mücadelede çok az bir deneyime sahip olmasından,
terörün önü alınmıyor.
Hatırlanıyorsa, başında Ebu Ayadh el-Tunisi'nin bulunduğu İslamcı Ensar
el-Şeria
Grup, Eylül 2012'de Tunus'taki ABD Konsolosluğu'na yönelen saldırıyı
gerçekleştirmekle suçlanıyor.
Tunus demokrasiden uzak
Son kanlı olaylar, Tunus'un tam bir demokratik rejimden henüz uzak olduğunu
gösteriyor.
Bazı yorumculara göre; Tunus'ta "Yeni Ulusalcı Devlet" ile "Siyasal İslam"
anlayışı arasındaki çekişmeyi açıkça ispatlıyor.
En önemlisi, devrimden sonraki seçimlerin anahtar sözcüğü "İslam" iken,
bugün yerini "Devlet" sözcüğüne bırakıyor.
Bu da toplumun "İhvanlaştırılmasının" önünü tamamen kapayacak bir siyasal
duyarlılık anlamına geliyor.
Sözde, "Arap Baharı" nın "Yasemin Baharı" adı altında Tunus'ta başladığını
ve yönetimi alt üst ettiğini hatırlattıktan sonra, Orta Doğu'yu kana boğan
gelişmeler,
Arap ülkelerinin ne denli tehlikeler içinde olduğu kendiliğinden ortaya
çıkıyor.
Gerçi, ABD'nin tavrı daha doğrusu "Genişletilmiş Büyük Orta Doğu Projesi"
nin yeni uygulanışı; sorunları, çatışmaları "dondurma" aşamasını
işaretliyor.
Gerçekten de, ABD'nin İran'la uzlaşması Sünni-Şii dengesini de beraberinde
getiriyor.
En önemlisi, ABD'nin hatta bütün dünyanın çekindiği ve ne yazık ki din adına
terör yapan radikal grupların denetim altına alınma fırsatını yaratıyor.
Tabii ki, Türkiye'nin bu "denge" oyununda, en azından "kazanamayanlar"
arasında yer alması ihtimali gün geçtikçe çoğalıyor.
Buna rağmen, Suriye takıntısından nedense vazgeçilemiyor.
[publicize twitter]
[publicize facebook]
[category terör]
[tags IŞİD DOSYASI, KENAN AKIN, IŞİD]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Mar 26 11:49PM +0200
VİDEO LİNK :
https://www.youtube.com/watch?v=CAnrINhPg04
[publicize twitter]
[publicize facebook]
[category teknoloji]
[tags MK ULTRA PROJESİ, VİDEO, Dr. Mehmet Yavuz, Zihin Kontrolü, A Haber TV,
Anlatılmamış Öyküler]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Mar 26 11:44PM +0200
VİDEO LİNK :
https://www.youtube.com/watch?v=RY-6IEaB1is
<https://www.youtube.com/watch?v=RY-6IEaB1is&feature=em-uploademail>
&feature=em-uploademail
[publicize twitter]
[publicize facebook]
[category araştırma]
[tags SAĞLIK DOSYASI, VİDEO, Vücut, Bilgi]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Mar 26 11:40PM +0200
ABD'nin, Snowden'ı kabul etmesi halinde Almanya'yı, teröristler hakkında
bilgi vermemekle tehdit ettiği bildirildi.
Amerikan istihbarat uzmanı Edward Snowden'ın NSA'dan sızdırdığı bilgileri
dünyaya duyuran gazeteci Glenn Greenwald, kendi kurduğu 'The Intercept'
isimli internet sitesinde kaleme aldığı makalede, Alman Federal Başbakan
Yardımcısı Sigmar Gabriel'in, ABD'nin tehdit ettiğini söylediğini bildirdi.
Greenwald'ın bildirdiğine göre Gabriel, Amerikalıların Snowden'ın Almanya'ya
gelmesine izin verildiği takdirde, 'İslamcı terörist'lerle ilgili önemli
bilgilerin Federal Alman hükümetine verilmeyeceği tehdidi yaptıklarını
belirtti.
Almanya'da yayınlanan 'Die Welt' gazetesinde konuyla ilgili, ABD ile Almanya
arasındaki istihbarat alışverişinin sona ereceği yönündeki haber, Amerikan
yetkililer tarafından yalanlandı. Daha önce de Greenwald'ın Waşington'daki
internet sitesi 'The Hill'de yayınlanan Almanya'nın ABD tarafından tehdit
edildiği yönündeki iddiaları ABD tarafından yalanlanmıştı. Amerikan sözcü,
Almanya ile istihbarat ilişkilerinin insan hayatı kurtardığını, bundan sonra
da Almanya'da teröristlere karşı birlikte mücadelenin devam edeceğini
bildirdi.
Gabriel ile Greenwald, geçen Pazar günü Almanya'nın Saarland Eyaletine bağlı
Homburg şehrinde biraraya geldiler. Burada Greenwald'a 'Siebenpfeiffer
Ödülü' verildi. Ödülün sunuş konuşmasını Alman Federal Başbakan Yardımcısı
Gabriel yaptı. Greenwald, konuşmasında Almanya'nın Snowden'ı kabul
etmemesini eleştirdi. Gabriel ise konuşmasında Snowden'ın Almanya'ya
geldiğinde ABD tarafından taleb edilmesi halinde iade edilmek zorunda
kalacağını belirtirken, Greenwald bunu çok ileri bir ihtimal olarak
gördüğünü ifade etti.
Greenwald bu buluşmadan sonra yazdığı makalede Gabriel'le bu konuyu
görüştüğünü ve Gabriel'in kendisine ABD hükümetinin çok sert bir şekilde
Almanya'yı tehdit ettiğini söylediğini bildirdi.
[publicize twitter]
[publicize facebook]
[category güvenlik]
[tags AMERİKA DOSYASI, ABD, Almanya, edward Snowden, tehdit]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Mar 26 11:38PM +0200
NİĞDE Ulukışla'daki IŞİD saldırısı
<http://www.aydinlikgazete.com/haberleri/dava> davasının dosyalarından Milli
İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT) silah kaçakçılığı yaptığını ortaya koyan
konuşmalar çıktı. Ulukışla davasının şüphelilerinden olan Suriye
Türkmenlerinden Ayhan Orli ve adı Kassuma olan bir kişinin silah kaçakçılığı
ilgili yaptığı görüşme dinlemeye takıldı. Jandarma tarafından yapılan teknik
dinlemede <http://www.aydinlikgazete.com/haberleri/ter%C3%B6r> teröristlere
silah sağlayan Ayhan Orli, grad füzelerinin Mersin'de olduğunu belirterek
"Kardeş mallar ellerinde değil. Mallar muhaberatın (MİT) elinde,
geçirmezler" diye konuşuyor. Ayhan Orli, Arapça yaptığı konuşmada Kassuma'ya
Eş'arı, yani bankaların teminatlı çekini vermeden silahların teslim
edilmeyeceğinin de altını çiziyor.
ÇEKSİZ HAREKET ETTİRMEZ
Ayhan Orli ve Kassuma adlı kişi arasında yapılan görüşmede Reyhanlı'da silah
kaçakçılığından komisyon alan kuyumculardan da bahsedilerek paranın bankaya
yatırlımması isteniyor. İşte Ayhan Orli ve Kassuma arasındaki 29 Temmuz 2014
tarihli konuşma şöyle:
Muzaffer Yılmaz (Kassuma): Şimdi sen. Mesela sen 300 grad var tamam.
Ayhan Orli: Evet.
Kassuma: Mevcut olan 300 grad var diyelim. Bizim taraftan binisi görse.
Onların tarafından değil. Ya ben, ya Ebu Ala, ya da sen.
Orli: Kardeş mallar ellerinde değil. Mallar muhaberatın (MİT) elinde
geçirmezler. Mallar muhaberatın (MİT)elinde, geçirmezlerr yani. Kendileri
malları hazırlarlar. Falan kapıda alın derler.
Kassuma: Eyvaa Ebu Ala ne dedi sana.
Orli: Ebu Ala tamam dedi. Kendisi de keş para mevzusunu istiyor.
Kassuma: Ben şimdi koydum.Ne
<http://www.aydinlikgazete.com/haberleri/zaman> zaman parayı koyacağız.
Orli: Nasıl? Bugün.
Kassuma: (Anlamadım) Para.
Orli: Gradların yarısı Mersin'de mevcutlar. Eğer koymazsan hareket
ettirmezler. Eğer göstermezsen Eş'arı (Çek/senet) malı getirmezler.
MİT İLE İŞBİRLİĞİNİN BÜYÜK RANTI
Suriye'de batı ve <http://www.aydinlikgazete.com/haberleri/akp> AKP
destekli iç karışıklığın başlamasıyla birlikte, bu iç karışıklığı Ayhan
Orli, Heysem Topalca gibi isimler ranta çevirdiler. Yayladağı'nda yaşayan
Ayhan Orli, Suriyeli bir Türkmen. Orli, Suriye çatışmalar başlayınca
Hatay'ın Yayladağı ilçesine göç edip, AKP ve batı destekli Suriye muhalefeti
içinde çalışmaya başlıyor. Ağabeyi Adil Orli ise Suriye ordusuna karşı
şavaşan Türkmen Taburu'nun yöneticilerinden. Suriye hapishanesinde bulunan
bir mahkum Ayhan Orli ile ilgili "Ayhan Orli, Türk istihbaratıyla işbirliği
yapıyor. Çok yoğun bir anlaşma var" ifadelerini kullanıyor. Suriye'deki ve
MİT içindeki bağlantılarını kullanan Ayhan Orli, Suriye'deki terörist
unsurlara silah sağladığı silahlardan milyon dolarla ifade edilen
komisyonlar alıyor. Bu işi yaparken sadece istihbarat örgütüyle değil, bir
çok uluslararası mafya ile de işbirliği yapıyor.
[publicize twitter]
[publicize facebook]
[category istihbarat]
[tags MİT DOSYASI, Ulukışla dosyası, MİT, silah ticareti]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Mar 26 11:33PM +0200
VİDEO LİNK :
https://www.youtube.com/watch?v=tZXgnNQlMvA
<https://www.youtube.com/watch?v=tZXgnNQlMvA&feature=em-uploademail>
&feature=em-uploademail
[publicize twitter]
[publicize facebook]
[category istihbarat]
[tags 28 ŞUBAT DAVASI, VİDEO, Emekli, Albay, Mustafa Hacımustafaoğulları]
ahmet dogan Simsek <ahmetdog...@gmail.com>: Mar 26 11:33PM +0200
Dinini Milliyetini unutmuş mankurtlaştırılmış kafalılar.
Bir yazışmada OTDÜ de camiye giden öğrencilere saldıran geleneksel batı
devşirmesi vatan millet, hak hukuk tanımaz çakallardan söz edilirken, sözüm
ona bir bayan da
Kabataş yalanı için özür dileyen dileyene.
gelecekte de kimler ne için özür dileyecek merakla o günü bekliyoruz.
Diye adeta camiye gitti diye saldırıya uğrayanları saldırganları mazlum
saldıra uğrayanları da suçlu göstermeye çalışması üzerine konuya derinlikli
olarak girmek zorunda kalarak aşağıdaki yazıyı yazmak zorunda kadım.
Nevxx Hanım
Bu yalan ise bunu kim ortaya attı?
Müslümanların daima karşısında olan Allahın varlığından bir teorem olarak
bahis eden tanınmış sömürge medyası yazarlarından, İsmet Berkan Kabataş’da
saldırıya uğrayan bayanı ve bebeğini ben gözlerimle gördüm çünkü oradaydım
dedi.
İsmet Berkan az da olsa vicdan sahibi olmasa idi bunu söylemez ve yazmazdı.
Sonra ne oldu. Oradaki ve civardaki bütün kameralar (27 adet civarı) güya o
gün arızalı imiş ve bütün kayıtlar buhar oldu. Sonra zavallı kadıncağız
savcılığa şikâyetini anlattı. O kendisine saldıran çakallardan birinin
üzerlerine işediğini de söyledi.
Sonra ne oldu? bir iki gün içinde belli kısımları kesilmiş bir kayıt ortaya
çıkarılıp oradan geçen o çakalların orada bir ara duraklayıp yollarına
devam ettikleri görünüyordu. Eğer öyle olsa Türkiye de Şirretlikte
çirkeflikte yalan ve iftira etmekte meşhur ve bu alçaklıkları ile iftihar
edip hepsi birden hala kadıncağıza saldıran kesimlerin ellerine bu gibi
pislik işlerde iftiralarda yalanda kurnazlıkta ellerine su dökemeyecek
bebekli bir kadıncağız kendisini neden ortalıkta böyle rezili rüsva
eylesin. İsmet Berkan’ı kimler susturup belki ben yanlış görmüşümdür
dedirtti. Savcı neden İsmet Berkan’ı ifadeye çağırmaktan kokup sindi.
Ekonominin hala ağır hasarını çektiği vatana ve millete bu çapta büyük
zarar veren ve hala Faizleri o günkü % 4 buçuktan %16’lara kadar fırlatan o
sokak hareketlerini kim finanse etti. Kimler korudu.
Kimler CHP’li belediyeler adeta orman katliamı gibi yüz yaşın üzerindeki
ağaçları kesince orada vatan millet Sakarya edebiyatı ile şirretlik ve
çirkeflik yaparak. Tarihi değeri çok büyük Topçu kışlasını yıktırtan
Kriptolara karşı yeniden yapılmasına ve İstanbul’un Türk toprağı olduğuna
dair tapu kaydı olarak bir tarih çivisini, ihanet adına söküldüğü yere daha
muhkem olarak yeniden çakılıp Allah korusun iktidarın sizlerin eline
geçmesi halinde ileride bu gidişatın ardından İstanbul’un elimizden
alınmasını önleyecek milli tapu kayıtlarımızı yeniden kayda almamıza kimler
hangi çakalları ve şirretleri kullanarak. O çakalların her türlü
ihtiyaçları görüp ortalığa ikiyiz TL'lik banknotların yayılmasını sağladı
hiç düşünmediniz değimli. Varsa Yoksa Yahudi sömürge medyası ne derse
doğrudur dercesine ihanete iştirak anlamına gelecek destekleri kimler verdi
acaba?. Hani Ecevit’in de bir sözü vardı. Amerika söylüyorsa doğrudur.. Bu
ili yüzer liralıkları Merkez bankasından çeken banka paraların üzerindeki
seri numaralarına kadar bilindiği ve bununda Başbakan tarafından ismi
açıklanmadan ilan edilmesine rağmen neden o bankanın sahibi Kripto baronlar
sorguya çekilemedi hiç merak ettiniz mi?.
Çünkü Düşman çekilir iken, Türkiye’yi Türklerin hâkimiyetine değil o
baronların hâkimiyetine gizli anlaşmalar ile bırakmıştı ve onlar Türkiye de
dokunulamaz ve kendileri istemedikçe asla ifade vermez özel Müstemleke
valiliği dokunulmazlığına sahip kişilerdendiler. Yoksa İngilizler ve
Müttefikleri, Askerlerimiz, İngilizlerden bir tek kişiyi bile
öldürmedikleri onlardan kurtulmak için savaşmadıkları halde, Çanakkale den
geçemedikleri dönemdeki tüm zararlarını tahsil etmeden alacaklarını
almadan, koyacakları düzeni kurmadan sahiden de geldikleri gibi gittiler mi
sanıyorsunuz? Çünkü sizlerin hiçbir konuda ciddiye alınacak sorularınız yok
ki yenilerini sorasınız. Beyinlerinize işlenip sizleri mankurtlaştırmış
olan beyniniz de yüklü mankurt beyin programlamalarınız varda ondan.
Bunları sizler kime çalıştığınızdan haberi bile olmadan sadece yaygara ile
TC. Devletini ve milletimizi yok oluşa sürüklemekte kullanıldığınız için,
kimlere çalıştığınızı artık öğrenmeye başlayasınız diye yazıyorum.
Türkiye sizlere ve içimizdeki sömürge valiliği İstanbul Dukalığına rağmen
bütün gücü ile milli iradenin azmi ile istiklal savaşı veriyor. Sizler
farkında bile olmadan siyasi kavga yaptığınız zannı ile işgalci gizli
düşmana destek vermeye çalıyorsunuz.
Dersim’li Kılıçtaroğlu, bana dört sene verin diyor.. Neden vereceği iki
maaş ek ve zamların kaynağını ben bulurum ben bilirim gibi ipe sapa gelmez
sözler ile savunuyor da açıklayamıyor? Geziden sonra 150 milyar dolara
ulaşan zararımızı götürenler neden Kılıçtaroğluna götürdüklerinden yirmi
otuz milyar dolar verip sürmekte olan büyük inşaatları önce durdurup
sonrada kendilerine ihale edilmesi ve Türkiye’nin yeniden ebedi sömürge
haline getirilmesi imkanı açıldığında neden vermesinler. Nasılsa yine halk
iki bin yılının gerisine döndürülüp yeni anayasa ile gizli işgalcilerin
Türkiye’deki kayıtsız şartız hakimiyetleri bir asır daha uzatılacak ve 10
ya da yirmi sene içinde Türkiye’nin önce doğusu bölünüp bir kaç aşiret
devleti halinde İsrail’e eyalet verilip, Ermeni Yahudileri (Pakraduniler
deniliyor) kontrolünde kurulacak Ermenistan’ın da İsrail’e dolaylı ama
sağlam bağlanması ile kalanlarda Sabataist Yahudilerin kontrolünde AB’ye
bağlanıp, AB içinde insan hakları adı altında atomlarına kadar bölünüp
kantonlara dönüştürülecek ise ve ordumuz yeniden modern silahlar ile
donatılıp mühimmat ihtiyacı sadece Batılıların adına paralı lejyoner
askerleri gibi savaşırken verilecek diğer zamanlarda boş tabanca eğitimi
ile süngü talimi yapar gibi kıtalar arası füzelere süngü savaşı hazırlığı
ile oyalanacaksak. Onların bizi köpek yerine koyup tut co demeleri ile
istediklerine saldırtmakta kullanıp bu bölgenin ve İslam aleminin başına
bela edilecek isek neden bulgur pilavı yerine depolarında bayatlamış
pirinçlerden bize pirinç pilavı vermesinler.
Bunları sizlerde bizlerde biliyoruz. Aramızdaki tek fark Onlarım milli
damarlarımızı kesmekteki arzu ve ihtirasları ile sizlerde yönetimine
sizlerin gelmesi karşılığında bütün ülke ve millet feda olsun yeter ki biz
yönetelim. İhtirasınız ile birleşiyor da bu yüzden bu ülkeyi bu kadar rahat
yakıyor yıkıyor devletin ve milletin malına canına zarar verenleri
alkışlıyor ve bu devletin her kuruşunda tüyü bitmedik yetimlerinde hakkı
var diye korumaya çalışanlarımıza düşman oluyorsunuz. Hangi dinden yada
hangi dinsizliktensiniz ben bilemem. Ama bizim dinimizde israf edenler
şeytanın kardeşleridir. Milletin malı deniz değildir ve yemeye kalkanlar
vurulması gereken domuzlardır. Ama maalesef ülkemiz sömürgeleştirildiğinden
beri ülkeyi satanlar yiyenler çalanlar Yahudi medyası tarafından kollanıp
ülkemiz için çalışanlar hırsızlık ile suçlanırlar sizler de ev sahibini
bastıran çamur hırsızlar gibi hırsız yakalandı diye çalıp oynarken
karşınızda katliam mangalarının artık sıra sizde dediklerini görürsünüz..
Milletin kanı dökülmesin diye, Selanik’ten gelen ihanet ordusuna karşı
elindeki askerler ile mukavemet edip bozguna uğratma tekliflerini ret edip
tahtını terk etmeyi kabul eden Abdülhamit Hana düşman, Saltanatı için
halkını çoluk çocuk varil bombaları ile yüz binlercesini katledip ev bark
bırakmadan tüm ülkesini yakıp yıkan milyonlarca insanını başka ülkelere
kaçıp dilencilik ve fahişelik yapmak zorunda bırakan aşağılık bir pislik
olan, iğrenç ve melun Beşer Esat’ı pek seviyorsunuz.
Sizin ile milletimiz arasında bir genetik sorun mu yoksa psikiyatrik sorun
mu var bilemem ama sizler Türk den çok Türk milletinden ayrışmış ve
milletimizin civanmert bünyesinden kopmuş olan, Bulgarlara, Yahudileşmiş
masonlara ve diğer gayrimüslimleşerek yabancılara karışıp asimile olmuş
Türk ve Müslüman düşmanlarına benzeşmeyi tercih ediyorsunuz. Tevekkeli
değil düşman çekilirken Türkiye’yi kripto
Yahudilere bıraktığı gibi onlarda milletimize karşı kullanabilecekleri CHP
damarını kullanıp milli damarlarımızı kurutmaya çalıştılar.
Ama Bizler nerede ise tümü şehit çocukları ve torunları olanlar,
ecdadımızın öksüz ve yetimleri olarak kesilen ecdat ağacının gövdesinin
kökünden yeniden sürdük ve pek çok vatanı için ölmeye hazır ama sokak
çakalları gibi kavga etmeyi sevmeyen dünyaya Türkün nasıl bir şey olduğunu
sadece savaş meydanlarında gösterirken artık içimizdeki ihanet ile
işbirliği yapanlara karşıda siyaseti öğrenmiş genç nesiller yetiştirdik.
Bizler milleti olduğu gibi kabul etmek için elimizden geldiği kadar
çabalarken sizlerde adeta olmaaaz sizler ölmedikçe biz rahat edemeyiz
havalarındasınız. Milletimize bu öfke ve kin sonunda kendi başınızı yiyecek
de farkında değilsiniz..Sizler basın özgürlüğü adı altında milli iktidara
saldırıp dururken hiç birinizin sesi çıkmıyor.
Ama, CHP genel sekreteri olan Gürsel Tekin iktidara geldiğimizde ilk işimiz
bunların gazetelerinin tamamını kapatmak diyor. Yani milleti susturacağız
ve sonrada Sömürgecilerin uşağı olarak milleti Suriye’dekinden Iraktakinden
çok daha berbat katledip tümünü İngilizlerin istediği gibi Hazar denizinin
arkasına süreceğiz çabasındasınız da çoğunuz bu planında farkında
değilsiniz. O zaman bu yapmayı istediklerinizin hangi ülkelerin işine
yarayacağını ve Türkiye’yi Suriye’ye mi, Irak’a mı yoksa en azından
Mısırdaki sisi rejimine mi çevireceği ve katliamlara başladığınızda ise
İsrail’in ve arkasındaki güçlerin korumasına sığınacağınızdan Türk diye bir
millet bırakmamakta azimli olanların himayesinde bizleri katledip
dağıttıktan sonra Nazilerin Yahudileri yakıp bitirene kadar ayak işlerinde
çalıştırdıkları iş bitince de kullanmak için sağ bıraktıkları Yahudileri de
son partide Gaz odalarına atıp yaktıkları gibi sizlere de ihtiyaç
kalmayacağından TC.Devleti haritası ile birlikte sizlerinde kendi milletine
ihanet edenler bize de rahatça ihanet ederler diye yakılıp imha
edileceğinizi bile hiç düşünmüyorsunuz değil mi?
Sizlerin şerrinden Allah sığınıyoruz ve o günlerin gelip de bizler galip
gelsek dahi vatandaşlarımızın kanı ile ellerimizi kirletmemek içinde Allaha
yalvarıyoruz.
Sağlıcakla kalınız.
A.D.Şimşek
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Mar 26 11:26PM +0200
Çanakkale zaferinin anmasını canlı yayınlayan TRT, Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan’ın sık sık alkışlarla kesilen konuşmasını yayınlamadı.
Çanakkale Zaferi’nin 100′üncü yıl dönümü kutlamaların merkezi Çanakkale idi. Törene Başbakan Ahmet Davutoğlu ve eşi Sare Davutoğlu’nun yanı sıra Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç, siyasi parti ve bazı ülkelerin temsilcileri de katıldı. Ancak törenler sırasındaki TRT’nin yaptığı skandal yayıncılık eleştirilere konu oldu. Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan’ın, Mustafa Kemal Atatürk’e sık sık göndermeler yaptığı ve güncel olaylarla birleştirdiği konuşması sırasında TRT canlı yayını keserek Başkan Gökhan’ın konuşmasını yayınlamadı. Sosyal medyada izlenme rekoru kıran Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan’ın konuşmasının tam metni şöyle:
“Saygıdeğer konuklar,
Sevdalısını geride bırakıp, anasının nasırlı ellerini öpüp 100 yıl önce bizler için kavgaya tutuşanları, istikbalimiz için istiklal mücadelesi verenleri, savaştan barış çıkartanları, cumhuriyetimize önsöz yazanları anmaya geldiniz.
Beklendiğiniz topraklardasınız. Çanakkale’de değil çelikten kaledesiniz.
“Siperlerde bize de yer açın” diye haykıranlar, “dedeciğim biz geldik” diyenler, dünyadaki mahşerin 100 yıllık iftiharını yaşamaya hoşgeldiniz.
Biz Çanakkalelilere onur verdiniz.
MUSTAFA KEMAL KADAR OLMASA DA ACILARA ŞAHİT OLDUNUZ
Değerli konuklar, sesime kulak verenler, sizi tanıyorum.
Sesimin şu an ulaştığı sizleri; adınızı, hayatınızı bilmesem de tanıyorum. Yanınızda değildim, ama duydum. Çanakkale türküsü söylenince eşlik ettiniz. Görmedim ama biliyorum, siz de kınalanıp cepheye gönderilen aslanları, kendi cenaze namazını kılanları duyunca gözyaşı döktünüz. 15 yasında toprağa düşenleri, okullarını bırakıp cepheye koşanları duyunca yandınız. Nice acıları ve kahramanlıkları duyunca boğazınız düğümlendi, vücudunuz ürperdi, dualarınızda, dudaklarınızda onlara da yer verdiniz.
Evet sizleri biliyorum.
Seyit Onbaşı kadar olmasa da ağır yüklerin altına girdiniz.
Anafartalar’da Mustafa Kemal kadar olmasa da, acılara şahit oldunuz, nice darboğazlardan geçtiniz. Mustafa Kemal gibi siz de kalbinizden vuruldunuz.
Onurunuzu, namusunuzu, inancınızı Çanakkale gibi korudunuz.
Hayatınızın bir yerinde Çanakkale gibi saldırılara uğradınız, Çanakkale gibi direndiniz.
Artık siz de ÇANAKKALE’siniz. Çanakkale sizsiniz.
BİZ DÜŞMANIN DÜMEN SUYUNA GİRDİK
değerli konuklar
Müsaadenizle şimdi sizlere seslenmeyeceğim. Sizlere siperleri, gemileri, birlikleri, tüfekleri de anlatmayacağım. Çünkü bugün bütün kelimeler kifayetsiz, bütün cümleler yetersiz.
100. yıl nedeniyle bu defa aziz şehitlerimize hitap etmek, onların manevi ruhlarına seslenmek istiyorum.
Ey bu topraklar için toprağa düşenler,
Bir hilal uğruna güneş gibi batanlar,
Siz kara toprağın üstünde de, altında da bir oldunuz,
Bizse ayrıştık, bölündük, hatta birbirimizi öldürdük.
Siz fakirlik içinde kazandınız,
Bizse, zenginleştikçe kaybettik.
Siz düşmanınızı bile kucağınıza aldınız,
Bizse dostumuzun dahi boğazına sarıldık.
Dün bir avuç yer ne kadar çok kişinin olmuş, bugün koskoca bir memleket ne kadar az kişinin kalmış, siz şimdi ebedi istirahatgahınızda uyuyorsunuz, bizse derin uykulardayız. ve asıl uyuyan biziz.
Ve Seyit Onbaşı’ya sesleniyorum. Sen sadece 215 kiloyu değil koca Seyit, sen vatan yükünü de sırtlayıp kaldıransın. Oysa biz senin gibi ağır yüklerin altına giremedik. Kolayı seçtik, sana layık olamadık.
Sen düşmanın dümenini bombalarken, biz düşmanın dümen suyuna girdik. Takımıyla Yahya Çavuşa sesleniyorum.
63 kişilik birliğinle kenetlenip bir olan Yahya Çavuş, sen 2000 kişiye karşı destanlar yazansın.
Bizse senin gibi, takımın gibi zorluklara karşı bir olamadık.
12 Eylül’de bölündük, Sivas’ta yüreğimize ateşler düşürdük, Maraş’ta ve daha nicelerinde insanlığımızı öldürdük.
Sevdiğini geride bırakan kahraman, sen yârinin kokusunu, barutun kokusuna terk edensin.
yar diye vatanını bilen, ölümü beklerken bile kadınına mektup yazıp, ruhum diye hitap edebilensin. Bizse kadınlarımızı hak ettiği yere getiremedik, Özgecanları ve daha nice kadınlarımızı hayatta tutamadık. Sen kadınına mektubunun arasında çiçekler gönderirken,
biz gözlerinin altından morluğu, vücudundan karayı, yarayı eksik edemedik.
Sizlerin vücudundaki kurşunlar onur madalyanız, kadınlarımızın vücutlarındaki morluklarsa bizim utanç vesikamızdır. Biz erkek olduk, ama adam olamadık.
MUSTAFA KEMAL’E SESLENİYORUM
Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal’e sesleniyorum.
Sen mektubunda düşmanların evlatları için “kahramanlar” diyensin, onların annelerine “gözyaşlarınızı dindirin” diye seslenensin. Ve sen onları da evlat bilip, bu toprağı dost diye tanıtansın. Biz senin gibi hoşgörülü olamadık. Bu vatanda herkesi kucaklayamadık.
Değil yabancı anaların gözyaşlarını dindirmek, kendi analarımızın bile gözyaşlarını durduramadık.
*
Sözün özü “1915 Çanakkale ruhu” sınavından çok da başarılı çıkamadık. ama çok şey öğrendik. Ben de çok şey öğrendim. Büyük balığın, küçük balığı her zaman yiyemeyeceğini, Nusret senden öğrendim. Merminin mertlikle, tüfeğin yürekle boy ölçüşemediğini siz atalarımızdan öğrendim.
Çanakkale’de, küllerinden yeniden doğmayı prangaları kırıp, yeniden ayağa kalkmayı öğrendim. Çanakkale’yle ilgili birçok şeyi bildim, öğrendim, anladım. Ama bir tek şeyi anlayamadım. ey büyük Atatürk, seni anlayamayanları anlayamadım.
***
Ey analarının goncagülleri ve babalarının koç yiğitleri gene de üzülmeyiniz ve huzur içinde uyuyunuz. Sizlerin huzurunda diyorum ki, Anafartalar’da ki gibi Türkiye’ye hücum da etseler, Arıburnu gibi direniriz. Conkbayırı’ndaki gibi kalbimizden şarapnelle de vurulsak,
Namazgah Tabyası gibi topla da dövülsek, Çimenlik Kalesi gibi dik, Kilitbahir Kalesi gibi sağlam dururuz.
57. Alay gibi gerektiğinde son neferimize, son nefesimize kadar mücadele ederiz. Yürüdüğü yolda iz bırakmayan, o yoldan geçmiş sayılmaz. Ey şehitlerimiz, siz de Çanakkale’de iz bıraktınız. Haşa ne Çanakkale’si, tarihimizde de, yüreğimizde de, ruhumuzda da iz bıraktınız.
Bizler ilhamımızı siz şehitlerimizden alıyoruz, biz de sizin gibi özgürlüğümüze ve barışa bu kentte sahip çıkıyoruz. 100 yıl önce hiç düşünmeden canından vazgeçen sizler bağımsızlığınızdan, özgürlüğünüzden vazgeçmediniz, çocuklarından, analarından kopan sizler hürriyetinizden koparılamadınız.
Şimdi, Mehmet Akif gibi hep bir ağızdan haykırarak diyeceğiz ki;
ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım,
hangi çılgın bana zincir vuracakmış? şaşarım
kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım
yırtarım dağları, enginlere sığmam, tasarım.
TÜRKLE – KÜRT, ALEVİYLE-SÜNNİ BİRLEŞİRSE NE ZALİM KALIR NE DE ZULÜM
Aziz şehitlerimiz size söz;
barışın kenti Çanakkale’de, ülkemizde ve dünyada barışı yücelteceğiz. kardeş olacağız.
Çünkü Çanakkale savaşı kardeşlerle, düşmanların savaşıdır. Çünkü kardeşliğe yapılan bir hücum, tek kelimeyle ihanet katarına eklenmektir.
Türkle – Kürt çatışırsa ne Türk kalır ne Kürt
Aleviyle – Sünni ayrışırsa ne Alevi kalır ne Sünni.
Oysa Türkle – Kürt, Aleviyle-Sünni birleşirse
ne zalim kalır ne de zulüm.
Onun için barışın kenti Çanakkale’den, savaşın 100. yıldönümünden haykırıyorum;
Meriç kıyısındaki minicik bir kum tanesinden, Ağrı Dağı’nın yamacındaki yabanı bir ota kadar her yere barış istiyoruz.
Sinop’ta şu anda sahile vuran bir dalganın köpüğünden, Hatay’ın Kızılcat Köyü’nde açan çiçeğe kadar her şeyde barış istiyoruz.
İstiyoruz ki; etrafımızdaki çember daralmasın, barış ve özgürlük nefes alsın. Barışın kenti Çanakkale’nin belediye başkanı olarak; inatla ama umutla barışın hakim olduğu bir dünya hayalimi sürdüreceğim. biliyorum ki ; şehitlerimizin mezarlarında ki her bir kitabeyi öpen Çanakkale rüzgarı, koparılmış güller gibi solan kahramanlardan her yere barış taşıyacak.
biliyorum ki; 100 yıl önce kavuşma hayallerinin eriyip kul olduğu bu yerden, barış adıyla bir kıvılcım yanıp, çoban ateşiyle dağları dolaşacak. bunun için biz de siz şehitlerimiz gibi;
ekmeğimizden tasarruf edeceğiz, ama şerefimizden asla candan olacağız, yardan olacağız,
ama özgürlük ve barış kokan bir dünyadan asla biz de sizler gibi; düşmanımızı kucağımızda taşıyacağız, ama sırtımızda asla.
Son nefesimizi tüketeceğiz, ama onurlu mirasınızı asla. Bedenimizi çiğnetiriz, ama özgürlük ve barış yeminimizi asla.
Ey aziz şehitlerimiz,
Siz toprağın altındakiler, biz üstündekilere ilham olsun. Bükülmez bileklerinize, korku bilmez yüreklerinize selam olsun. Özgürlük için toprağa düşüp, toprak olan siz şehitlerimizin ruhları şad olsun.
Saygıdeğer misafirler,
18 Mart şehitler günü ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin 100. yılı anma konuşmama son verirken; bizlere bağımsız, başı dik bir ülke, özgürlükçü bir ruh miras bırakan başta Mustafa Kemal Atatürk ve mücadele arkadaşları olmak üzere, onların kurduğu laik ve demokratik cumhuriyetimizi korumak ve kollamak ülküsüyle, ülkemizin varlığı ve bütünlüğü için dün olduğu gibi bugün de hiç düşünmeden canını vermiş Türk Silahlı Kuvvetlerimizin, emniyet teşkilatımızın tüm şehitlerini rahmet, gazilerimizi minnetle anıyor, aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum.
Çanakkale gibi tarihi sorumluluğu çok büyük bir kentin belediye başkanı olmanın onuru ve 1915’in omuzlarımızdaki derin sorumluluğuyla sizleri sevgi ve saygıyla selamlarken
son sözüm şudur;
Yaşasın kardeşliğimiz, yaşasın özgürlüğümüz ve yaşasın barış…
Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan”
[publicize twitter]
[publicize facebook]
[category istihbarat]
[tags TARİH, TRT, Çanakkale, Belediye Başkanı, Ülgür Gökhan]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Mar 26 11:11PM +0200
<http://www.Altayli.Net/wp-content/uploads/2015/03/Galip_Baysan20.jpg>
AMERİKADA ERMENİ MESELESİ NASIL GELİŞTİRİLDİ
Geçenlerde bir yazımda Amerika’da Ermeni meselesinin nasıl doğduğunu anlatmaya çalışmıştım. Yoğun bir Hıristiyanlık algısı ile doğan Ermeni sevgisi daha sonraki yıllarda daha da geliştirildi ve ABD’nin Birinci Dünya savaşına katılma nedenlerinden biri haline getirildi.
Morgenthau’nun kitabının çıktığı 1918 Aralığına kadar Amerika’da en etkin propoganda kitabı, İngilizlerin ünlü propaganda yayını Mavi Kitap olarak bilinen Vikont Bryce’ın “The Treatment of Armenions in the Ottoman Empire / Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilere Karşı yapılan Muamele” adlı hazırlanışını yakından izlediğimiz kitap oldu. Bunun bir sebebi de onun 1888’de Amerika Tarihi ile ilgili yazdığı “The American Commonweath” adlı kitabın Amerika’da akademik çevrelerde büyük kabul görmüş olmasıydı. Amerikalılara hitap edebilecek imkâna sahip olması nedeni ile özellikle seçilmişti. Savaştan önce Amerika’da uzun yıllar elçilik yapmış olması da ayrı bir avantajı idi. Meselâ Amerika’daki misyoner kuruluşları Ermenilere yardım için açtıkları kampanyalarda kendi propagandalarına destek sağlamak için “eski dostumuz büyükelçi Bryce’da iddialarımızı doğrulamıştır.” gibi ifadelerle, Türk düşmanlığına destek buluyorlardı.[1] <>
Amerika kamuoyunu kazanmak amacıyla, İngilizler başlattıkları dev propaganda kampanyası” sırasında, Amerikan gazetelerine de Bryce Raporu’nun önemli kısımlarının yazılması için dağıtıyorlardı. “The New York Times, Philedelphia Public Ledger ve Chicago Herald gibi gazeteler bu Ermeni dehşeti öykülerine oldukça fazla yer vermeye başladılar. Current History (Güncel Tarih) adlı New York Times’ın çıkardığı aylık dergi, Bryce Raporu’nun uzun giriş bölümünü doğrudan veren ve raporun Türk vahşetiyle ilgili en korkunç kısımlarını özetleyen Türk karşıtı makaleleri orta sayfa serileri olarak veriyordu. New York Times gazetesi üç sayfasını Bryce Raporu’na aktarmak için kullanmıştı. New Republic Bryce’ı kaynaklarının seçimi ve kanıtları için övmüştü, ancak bu kaynakların çoğunun anonim olduğundan hiç bahsedilmemişti. Aksine raporun özeti verilmiş ve Türkler kınanmıştı. Diğer gazete ve dergiler de aynı şeyi yapmış, raporun özeti ya da rapordan alıntıları yayınlamışlardı.[2] <>
“Wellington House, Bryce Raporu’nu diğer propaganda yayınları için bir kaynak olarak kullandı. Kitabın en inanılmaz bölümü, sadece Osmanlı kabine üyeleri ve Genelkurmayınca bilinebilecek hayal mahsulü kararların anlatıldığı ‘Müslüman Askerlerin Raporları’ isimli iki kısa raporun yer aldığı kısımdı. Söz konusu askerler Ermenilerin öldürülmesi için, birinin bizzat Şeyhülislam tarafından verildiği iddia edilen tamamen hayali emirleri rapor ediyorlardı.”[3] <>
Raporlar propaganda yazıları maalesef gerçek gibi kabul edilecek ve yıllar sonra bu konuda bilimsel çalışmalar yapan bazı yazarları da etkileyecektir. Meselâ bunlardan biri olan Howard M. Sachar, The Emergence of The Middle East 1914–1924 (Orta Doğu’nun Doğuşu) adlı kitabında bakın ne diyor:
“Türk - Ermeni ilişkileri savaşın başlamasından birkaç ay sonra, Türklerin Ermenileri sistematik olarak katletmeleri sonucu bozuldu. 1915 yılında katliamlar Amerikan misyonerleri tarafından duyuruldu. Onların bildikleri hem Amerikan basını, hem de Bryce Raporu ile geniş ölçüde kamu’ya duyuruldu. Böylece ABD’nin en büyük şehirlerinde zincirleme bir yoğun sempati (Ermenilere) hareketi başladı. Başkan Wilson, kurbanların yararına müdahale etmesi için halktan ve dinsel kuruluşlardan onbirlerce mektup aldı. Bu normal olmayan bir reaksiyondu. Çağdaş batı yaşamında böyle büyük çaplı bir şehitlik ve vahşilik örneği mevcut değildi. ABD’nin Hıristiyan halkına Ermeniler, tarihi (dinsel, yer altı sığınakları, mezarlıklar arenalar ve gladyötörlerin işkencesi altında acı çeken ilk hıristiyanları) hatırlatıyordu. Sanki bu yirminci yüzyıl versiyonuydu.”[4] <>
Ağustos 1915’te Morgenthau’nun teşviği ve Cumhurbaşkanı’nın hararetli konuşması sonrasında bir Yakın Doğu (daha ziyade Suriye ve Ermeniler için ) Yardım Fon’u oluşturuldu. Türk zulmünün kurbanları için bağış toplanmaya başlandı. Tarihte halkın büyük bir cömertlikle gönülden katıldığı böyle bir genel cömertçe yardımlaşma zor görülebilir. Ülkenin en büyük şehirlerinde New York’un Amsterdam Opera Binası, Philadelphia Stadyumu, Detroit’deki Billy Pazar Çadırı ve diğer meydanlarda toplantılar yapıldı. Başkan Wilson ve Theodore Roosevelt telgrafla, Morganthau ateşli bir konuşma ile katıldılar. Senatörler, Din adamları, Milletvekilleri, belediye başkanları ve pek çok seçkin insan konuşmalar yaptılar. Brodway’de çalışanlar ve film yıldızları dev bir Yakın Doğu’ya yardım yürüyüşü yaptılar. Harvard – Yale 1916 Futbol maçı geliri fon’a bırakıldı. Kongreye verilen bir teklife ve 22 Ekim 1916’da alınan bir karara göre; her sene bir Pazar günü “Orta Doğu Kurtarma” günü olarak kabul ediliyor ve Amerika’daki 50.000 kilise bağış toplamaya devam ediyordu. Bundan böyle “açlık çeken Ermeniler” Amerikan şefkatinin bir büyüsü olmuş gibiydi. Büyük yardımlar yapılmağa başlandı. Rokfeller Vakfı 150.000 dolar, Gugenheim Fonu 30.000 dolar, New York Hipodromundaki toplantıdan 75.000 dolar, Hediyelerle 10.000 dolar, birkaç yüz zengin aileden 5.000’er dolar, ayrıca yüzbinlerce kişi’den yardımlar. 1915 yılında toplam 6.000.000 dolar, 1916’da 20.000.000 dolar yardım toplandı.[5] <>
Toplanan paralar İstanbul’daki Amerikan Büyükelçisi Morganthau’ya gönderiliyor ve Osmanlı devleti içinde dağıtımı o ayarlıyordu. (Tabii ki paraların nereye gittiğini ve gerçek dağıtımın örgütlere mi, kiliseye mi, yoksa bütün bu olaylar yüzünden yollara düşen, gerçek ihtiyaç sahibi insanlara mı gidecekti, bunu tahmin etmek cidden zordur.) Osmanlı yöneticileri (büyük bir insanlık örneği göstererek) paranın alınmasına ve dağıtılmasına itiraz etmediler. 1917 yılında bir ayda 100.000 dolar gelmeye başladı.[6] <> Morgenthau gelen yardım paralarının (önemli) bir kısmını Filistin’deki Musevi örgütlerine aktardı[7] <> Çünkü Sykes-Picaut Anlaşması gündeme girmişti ve bölgede başka büyük oyunlar oynanıyordu.
Dr. M. Galip BAYSAN
DİPNOTLAR:
[1] <> Osmanlı’dan Günümüze Ermeni Sorunu, Justin Mc Carthy, Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz Propagandası ve Bryce Raporu, s.35 (Editör, Hasan Celal Güzel, 2. Baskı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara- 2001).
[2] <> Aynı Eser, s.35.
[3] <> Aynı Eser, s.35-36.
[4] <> Howard M. Sachar, The Emergence of The Middle East, 1914-1924, s.342 (The Penguin Press, Washington - 1969).
[5] <> Aynı Eser, s. 343.
[6] <> Aynı Eser, s.343.
[7] <> Aynı Eser, s.194
* Tamamı: http://www.Altayli.Net/amerikada-ermeni-meselesi-nasil-gelistirildi.html
* TÜRKÇÜLERİN KAVŞIT YERİ: http://www.Altayli.Net
[publicize twitter]
[publicize facebook]
[category araştırma]
[tags ERMENİ SORUNU DOSYASI, DR. M. GALİP BAYSAN, AMERİKA, ERMENİ MESELESİ]
"DIGI SECURITY (İŞNET)" <digi.s...@isnet.net.tr>: Mar 26 11:02PM +0200
Suriye'nin geri tepmesiyle Türkiye Pakistanlaşma tehlikesiyle karşı karşıya.
Batı artık İran'ı müttefik olarak kabul etmeli.
Tek sebepten adı anılan Britanyalı siyasetçi Sir Mark Sykes'ın, (eski Fransa
Cumhurbaşkanı Valéry Giscard d'Estaing'ın büyük amcası olan) François
Georges-Picot isimli bir Fransız diplomatla 1.
<http://www.radikal.com.tr/dunya> Dünya Savaşı sonrası
<http://www.radikal.com.tr/index/Ortadogu> Ortadoğu 'nun sınırlarını çizen
anlaşmayı yapmasının üzerinden neredeyse 100 yıl geçti.
Anlaşılabilir sebeplerden
[İleti kısaltıldı]